Milli takım Şenol Güneş’le birlikte çok önemli bir şey öğrendi: “Kazandığında çok sevinmemeyi, kaybettiğinde de yerinmemeyi.” Bu durum, duygusal dengesizliği bastırdı ve akılcılıktan kolaylıkla sapma eğilimlerimizi sürekli olarak kontrol altında tutabildi. Yeni bir his ortaya çıktı: rakibin yenilgisinden çok kendi zaferinden zevk alma hissi. Galibiyetleri ötekinin aczine değil kendi oyununa bağlama zevki.
Meseleyi ısrarla siyasal İslam-dindarlık olarak gören çevreler, gittikçe koyulaşan otoriterleşmeyi Erdoğan’ın İslamcılığına bağlıyorlar. Oysa Erdoğan “devletleştirildi…” Bunu göremeyenler muhalif cepheyi daraltan, bozan bir işlev görüyorlar. Muharrem İnce gibi oportünist siyasetçiler de kendilerine kariyer ararken bu yanlış bakış açısının istismarından medet umuyor.
İngiliz istihbarat yüzbaşısı Edward Williams Charles Noel’in 1919’da Türkiye’deki faaliyetleri çerçevesinde, “İngiltere’nin destekleyeceği bağımsız veya otonom bir Kürdistan’ın kurulması” özetlenebilecek “Noel siyaseti”, hiçbir zaman uygulanmaz. Buna mukabil Noel’in bu girişimlerine haddinden fazla bir anlam yüklenir. Daha sonraki dönemlerdeki Kürt hareketleri de, Noel’e işaretle, “İngiliz oyunu” olarak nitelenir.
Avustralya’nın Çin’le olan ilişkileri diğer orta büyüklükteki ülkelere de ders niteliğinde aslında. On milyar dolarlarla ölçülen ticari ilişkiler, koz gibi kullanılan yüzbinlerce turist ve öğrenci, siyasi partilere, think tanklere bağışlar, medya satın almalar... Avustralya tüm bunların Çin’in elinde ulusal egemenlik ve demokrasi için tehdit olabileceğine sonradan uyandı.
Annem bir insan açsa ona her şeyi yaptırırsın diyor. Aç birini alacaksın kapına hem sevaba girersin hem de işini yaptırırsın. Ben de sevaba girmiştim. İnci’ye de gofret veriyorum ama sevabına değil, seviyorum onu. Hem o çikolatayı alınca önce teşekkür eder. Açmaz bile. Görgüsüz değil hiç.