Özlem Zengin’in çok şey söyleyen veciz ifadesi üzerinde, hitap ettiği memur-imamlardan çok iktidarın kendisinin düşünmesi gerekiyor. Düşünme süreci şu sorudan başlayabilir: “Dine de referans vererek yapılan ve siyasetin yükünü artıran açıklamalar” neden şu son yıllarda çıktı ortaya? Neden daha önce yoktu?
Kürt meselesi bir kimlik meselesidir. Diliyle, kültürüyle, yerleştiği coğrafyayla ortaya çıkan bir kimlik. Bin yıllık deneylerin süzülmesiyle ve çıkarılmış derslerle dolu arka plana sahip bir kimlik. Kimin ve neyin kendisini temsil ettiğini bilen, derin bir birikime sahip bir kimlikten söz ediyoruz. Son 40 yıldır çok değişik siyasi örgütlenmeler, partiler kuruldu, denendi. Bunlar içinde bir çizgi, verdiği ağır kayıplara, yasaklara, engellere ve yaptığı hatalara rağmen giderek güçlendi, daha büyük destek sağlayarak temsil kabiliyeti kazandı.
Bazı kesimler HDP’yi Türkiyelileşme siyasetinden ötürü çok sert eleştiriyorlar, bunun hem partiyi kişiliksizleştirdiğini hem de gerçek bir karşılığının olmadığını belirtiyorlar. Sanırım, Kürtçe eserlere olduğu kadar Lazca eserlere ve İç Anadolu türkülerine de aynı iştiyakla iştirak eden ve tempo tutan gençler, bu kritiklerle hemfikir değil.
Pandemide Türk Romanı üzerine yazılmış kitaplar okumaya başladım… Bu alandaki çeşitlilik beni günden güne içine çekti. Kitapların çoğunun yaşı bana yakın kişiler tarafından yazılmış olması, ilgimi pekiştirdi. Türk Romanı’nı tematik olarak inceleyen kitapların sayısı gerçekten çoğalmakta. Sadece niceliksel bir çoğalma değil bu. Tarafsız ve nesnel bir dille kaleme alınmış incelemelerin sayısındaki artış, umut verici.
İki insanın iletişimi, dili, söyleme sanatı ile evli ya da “evli gibi” iki insanınki farklı. Sanat değil de zanaat mı acaba? Evlilik kurumsal bir dil kuruyor ama bu o dilin iletişim için uygun olduğunu göstermiyor elbette. Aralarındaki alışkanlık, zihin okuyuculuğuna gidebiliyor. Bu yönüyle geçen yıllar, tahlilleri-teşhisleriyle pozitif olmayan bir tecrübeyi de besliyor.