Ana SayfaGÜNÜN YAZILARISavaşın ortasında bir doğum sancısı: Klondike

Savaşın ortasında bir doğum sancısı: Klondike

Klondike, her an sınır hattında ilerleyen bir film. İki hal arasında kalmış olmaktan kaynaklı gerilim filmin tam da duygu olarak konumlandığı yer. Bu sınır durumlarında en temel salınımlar tabii ki ölüm ile hayat arasında.

Bu sene dünya festivallerinde en çok parlayan film, Maryna Er Gorbach’ın senaryosunu yazıp yönettiği Klondike oldu. Mehmet Bahadır Er’in ortak yapımcısı olduğu; Ukrayna Devlet Film Ajansı, Türkiye Cumhuriyeti Kültür ve Turizm Bakanlığı Sinema Genel Müdürlüğü ve TRT 12 Punto’nun ortak yapımı Klondike, pek çok festivalden ödülle döndü. Dünya prömiyerini yaptığı Sundance Film Festivali’nde En İyi Yönetmen, 72. Berlin Uluslararası Film Festivali’nde Ekümenik Jüri tarafından verilen En iyi Film, 41. İstanbul Film Festivali’nde En İyi Film ve son olarak da 48. Seattle Uluslararası Film Festivali’nde Jüri Büyük Ödülü ile taltif edildi.

Kendi topraklarına dair bir hikâye anlatan Gorbach’ın filminin sahiciliği gücünü ençok buradan alıyor. Film,  Ukrayna – Rusya sınırında yaşayan hamile bir kadının hikâyesine odaklanmakta. Irka’yı (Oksana Cherkashyna) ilk olarak yatak odasında doğum sancılarının onu yokladığı dakikalarda görürüz. Eşi Tolik’e (Sergey Shadrin) evlerinin bir duvarına pencere açma hayalinden bahseder. Az sonra üzerlerine düşen bomba ile evin o cephesinde koca bir delik açılacaktır. Odalarının bir duvarını boydan boya kaplayan deniz manzarası resmi de tıpkı Irka’nın hayalleri gibi yara almıştır. Film boyunca Irka’nın evinin duvarında açılan deliği kapatma, yuvasını yeniden tesis etme ve kendisine reva görülen bu pencereden savaşa rağmen hayata katılma çabasını izleriz.  Acılar ile hayallerin birbirinin içinde eridiği bu giriş sekansının ruhu tüm filme sirayet eder. Hayatın/Irka’nın tüm onarıcı gücüne karşı erkeklerin savaşı, talan edici, yok edici tahribatı her an saldırı halindedir.

Film, günümüzde Rusya-Ukrayna arasında yaşanan savaş açısından önemli kırılma noktalarından biri olan 2014 tarihine götürür izleyiciyi.  17 Temmuz 2014’te Malezya Hava Yolları’na ait bir uçak Rusya sınırından 60 kilometre uzakta bulunan bir köye düşmüş ve 298 kişi hayatını kaybetmişti. Uçak, Ukrayna birlikleri ile Rusya yanlılarının çatışma halinde olduğu bir bölgede düşmüş ve bu felakete kimin sebep olduğu uzun süre açığa kavuşmamıştı. Film her ne kadar bu uçak kazasından ilham alıp bu faciaya dair işaretler sunsa da, bu bilgi kazanın gerçekleştiği bölgede yaşayan Irka’nın yaşadıklarına, mücadesine tam olarak eklemlenemiyor, fonda bir detay olarak kalıyor.

Klondike, her an sınır hattında ilerleyen bir film. İki hal arasında kalmış olmaktan kaynaklı gerilim filmin tam da duygu olarak konumlandığı yer. Bu sınır durumlarında en temel salınımlar tabii ki ölüm ile hayat arasında. Filmin girizgâhında, gecenin bir yarısında evin duvarının bir bomba ile yıkılmasıyla ilk olarak yuvalarının sınır hattında bir delik açılır. Tolik’in savaşa ve savaşı arzulayanlara karşı zayıf bir duruş sergilemesi de Irka’nın nazarında sınırı aştığı tutumlardır. Irka’nın evi Rusya ile Ukrayna sınırında, muhteşem bir manzaranın ortasında bulunmaktadır fakat büyük oranda yıkılmıştır. Irka’nın karnındaki bebek için de böyle bir durumdan bahsedebiliriz; doğum gerçekleşebilecek midir? Irka, her an başlarına bombalar düşse de karnında bebeği ile bütün gücüyle hayata tutunmuştur. Genç kadın, maruz kaldıkları tüm saldırılara rağmen o uzun ince boyu, kendinden emin, inatçı ve sert ifadesi ile dimdik ayakta durmakta ve karnı burnunda haliyle çalışmaktadır. Evleri yıkıldığında bahçeleri de zarar görür, fakat o ezilmiş domateslerden salça yapar. Yıkılan duvarın onarılmasını ister, bir cephesi tamamen açıkta kalmış olsa da evini hararetle temizler, en büyük derdi doğacak bebeğine aldığı pusetin zarar görmüş olmasıdır. Onu tamir etmesini sürekli eşine hatırlatır. Irka’nın bu kendinden emin, dik duruşunun karşısında eşi Tolik’in hali iyice acizleşir. Filmin sadece anlatısında değil sinematografisinde de Irka’nın varlığı belirginleştirilirken Tolik’in siması da karakteri de silikleştirilir. Tolik’in tek motivasyonu hayatta kalmaktır, evlerine “yanlışlıkla” bomba atan, ayrılıkçı gruplara katılmış olan arkadaşlarına arabasını verirken, Irka’nın okşayarak sağdığı ineği Maya’yı onlar için kesip ikram ederken tek derdi ateş hattından kaçabilmeleridir. Genç kadın için yaşadığı yerden, kurduğu bu hayattan ayrılması söz konusu değildir. Irka’nın erkek kardeşi Yaryk (Oleg Shcherbina) ile Tolik sürekli birbirlerini suçlayıp adeta çocuk gibi kavga ederken o, her an hayatı toparlamak, düzene sokmak, yaşadığı yere daha çok kök salabilmekle ilgilidir.

Filmden geriye kalan, zihinde en çok iz bırakan, yıkık bir evin içerisine oturmuş hamile bir kadının, evlerinin duvarında savaşın açtığı boşluktan dışarıya dalgın, düşünceli bakışıdır. Irka’nın güçlü, Tolik’in biçare karakterlerine dair filmde önemli detaylar yakalansa da, hikâye açısından senaryo güçlü bir çıkış noktasına sahip olsa da, Gorbach daha çok, filmin neredeyse tamamını işgal eden bu resimle ilgili görünüyor. Filmin akışı da bu sahnenin hakikatine ulaşabilmek adına katman katman kendini açmakta. Evlerine her bomba düştüğünde kameranın plan sekans döngüsü de bu resmin etkisini güçlendirmekte. Kameranın Irka’nın etrafındaki pan hareketi, dünyanın onun karşı koyamadığı akışını imleyen bir nevi baş dönmesi gibi tasarlanmış. Gorbach’ın filminde pastoral bir manzaranın içerisindeki yıkılmış bu ev adeta Irka’nın varlığının bir uzantısı gibi resmedilmiş. Maruz kaldığı tüm saldırılara ve başına gelebilecek her türlü tehdide rağmen yaşadığı topraklardan vazgeçmeyen, geçmişine ve dolayısıyla varoluşuna sıkıca tutunma hali söz konusu. Öne çıkan bu imgenin gücü filmin izleyicide bıraktığı tesir açısından şüphesiz etkili, fakat bir taraftan da senaryonun potansiyellerini yerine getirebilmesinin önünde bir set kuruyor. Irka’nın ya da Tolik’in karakterinin derinleşmesi, muhtemel yan hikâyeler ya da daha güçlü yazılabilecek diyaloglarla film daha tesirli bir anlatıya sahip olabilirdi.

Kadın bir yönetmenin kendi topraklarında yaşanan savaşa dair bir kadın hikâyesi anlatıyor olması, sinematografi üzerinden dile gelen bu haykırış önemli. Savaşın ücra hayatlarda açtığı yaraları anlatabilmek adına sözcükler çoğu zaman kifayetsiz kalıyor. Gorbach, savaşı filminde konu ederken şiddeti göstermeden, stilize etmeden anlatarak insanların duygu durumlarında yarattığı tahribat hakkında düşünüyor, düşündürüyor. Dilin sınırlarını aşan, dile gelmeyen bu duygu durumlarını hissedebilmek adına imdadımıza koşan bir imkân sinema. Gorbach da hem sinematografik tercihleri hem de ele aldığı konusu ile dilden yoksun bir düşünme biçimi olan sinematografinin gücüne yaslanıyor. Özellikle filmin bütün sinir uçlarının düğümlendiği final sahnesinde zor bir anlatının altından kalkmayı başarıyor.

- Advertisment -