Türkiye’nin askeri-endüstriyel kompleksi başta Kürtler ve Türkler olmak üzere bütün Müslümanlar için dünya-tarihsel önemde bir başarı hikayesidir. İç siyasetin mide bulantılarıyla bu konuya bakanların göremeyeceği kadar önemli bir gelişmedir.
50 yıllık bir sayfa kapanıyor. Bunun olabileceğine inanmak kolay değil. Çünkü kaç nesil bu sorunun içine doğdu. Hayatımızda hep PKK, terör, silah gibi kavramlar oldu. Bunun olmadığı bir dünyayı bilmiyoruz. Bilmediğimiz için de bize olmaz gibi geliyor Ama oluyor. Önce olanla barışarak başlamalıyız.
Şimdilerde PKK’nın kendini feshetmesi söz konusu iken, “Türkler ve Kürtler bu devletin ve ülkenin gerçek sahipleri veya efendileridir” ya da “Türkler ve Kürtler ittifak ederlerse bölgenin hakim gücü olurlar” gibi fikir ve öneriler ya da “Kürtler de önce ulus devlet kurmadıkça Türkler, Araplar ve Farslarla barışamazlar” demek 150 senedir sürmekte olan hatadan çok daha büyük bir hatayı ve çatışmayı icad etmek olacaktır. Hakkaniyetli ve adil olanı şudur: Bölgenin bütün dini, mezhebi, etnik ve sınıfsal sosyolojileri bu bölgenin gerçek sahipleri ve efendileridir.
Bahçeli’nin çıkışlarına ve süreçte atılan adımlara dudak büken, ‘dış gelişmeler bunu mecbur kıldı’ diyerek küçümsemeye, ‘Erdoğan’ı yeniden seçtirmek için yapıyorlar’ diyerek süreci akamete uğratmaya çalışanların; betona çakılmış kazık gibi aynı yerde durmaya devam etmeleri, yıllardır toplumu paramparça eden Kürt sorununun nasıl çözüleceğine dair en ufak bir katkılarının olmaması tesadüf değil. Kendi gettolarında o kadar mutlu ve ‘haklılar’ ki kafalarını dışarı çıkartıp dünyada neler olup bittiğini anlamaya çalışmak onlara zül geliyor. TBMM Başkan Vekili Sırrı Süreyya Önder’in tabutuna sarılı bayrağı bile ‘’AKP Kürt oylarını almak istiyor’’ sığlığından öte yorumlayamıyorlar. Kendileri gibi olmayan birinin ne söylediğini, ne hissettiğini, neler yaşadığını anlamaya empati yapmaya tenezzül bile etmiyorlar.
‘Türkiye Müslümanları,’ Müslüman kelimesinin kapsama alanını daraltan insanların düşündüğünden çok daha fazla. Onlar her yerde ve dolayısıyla Müslümanlığı hiçbir parti temsil etmiyor. Bilakis her partinin içinde dinin müntesipleri ve sevenleri var. Durum buyken, dini belli bir siyasetin güdümüne sokan, dahası bir siyasî partiye taraftarlık üzerinden ‘Müslümanlık’ ölçen tutumlar topluma, insana, ama özellikle dine karşı bir kötülük niteliğini taşıyor.