Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIAn gelir Attila İlhan ölür

An gelir Attila İlhan ölür

Türk solunun geniş kesimleri anti-emperyalizmi dünya kapitalizmine karşı bir mücadele olarak değil, Türkiye’nin millî bağımsızlık mücadelesi olarak görür (dolayısıyla da Kemalizm’le, milliyetçilikle, Türk devletiyle bir sorunu yoktur). Attila İlhan bu görüşün insanı kaçınılmaz olarak nerelere savuracağını, ne kadar sağcılaştıracağını örnekledi sadece. N’apalım, büyük şairler aynı zamanda büyük siyasî düşünür olmak zorunda değil. Biz de Attila İlhan’ın siyasî yazılarını okumak zorunda değiliz. Şiirlerini okumanın zevki bize yeter.

Attila İlhan kendisini Cumhuriyet döneminin en iyi şairi, en iyi romancısı ve en iyi marksisti olarak görürdü. Biraz daha nesnel bir bakış açısı ise, bu üç konuda da yanlış düşündüğünü gösterir. Dönemin en iyi üç beş şairinden biriydi, roman geleneği olmayan bir ülkenin önemlice (yani dünya ölçeğinde önemsiz) bir romancısıydı, marksizm ile uzak veya yakın hiçbir ilişkisi yoktu. Yaşıyor olsaydı bu hafta 97 yaşına basacaktı.

Attila İlhan’ın şiiri bugün de nispeten popüler, ama 1950, 60 ve 70’lerde ne kadar çok sevildiğini, ne kadar yaygınca okunduğunu, ne kadar büyük kalabalıkların “Ben Sana Mecburum,” “Pia,” “Sisler Bulvarı” gibi şiirleri ezbere bildiğini bugün hayal etmek bile zor.

Şiirinin ustalığı, müziği, insanı hemen sarmalayan sıcak lirizmi gibi unsurların dışında, Attila İlhan’ın çok sevilmesinin iki ana nedeni var kanımca.

Birincisi, şiirlerinde hiç eksik olmayan özgürlük özlemi. Doğrudan siyasî anlamda, demokrasi ve eşitlik özlemi anlamında değil elbet; bir Kemalistin demokrasi ve eşitlikle ne alakası olabilir ki? Hayır, Attila İlhan’daki en temel, en kişisel anlamda bir özgürlük özlemiydi. Özellikle erken dönem şiirlerinde, şiirlerin derbeder, bir başına buyruk kahramanları basıp gider, bir gemiye miço olup dünyayı gezer, maceralar yaşar, kalkıp Paris’e gider, ucuz otellerde kalıp aşık olur. O günlerin Türkiye’sinin içe kapalı, boğucu, baskıcı havası düşünülürse, Attila İlhan çok yaygın bir özlemi, gitmek, gezmek, bohemlik etmek özlemini dile getirmiştir.

kalbim bakır bir mangır gibi boynuma asılmış
ondan kurtulmak için sürgünlere gitmeye razıyım
nehir gemilerinde muçoluk etmeye ölmeye
seni terk etmeye razıyım parasız pulsuz çekip gitmeye
kur’andaki bütün belâlara tevrattaki bütün belâlara
ibranice öğrenmeye razıyım hapis yatmaya
kalbim yüzünden madem ki ellerimi parçaladım
kalemimi kırdım hayatımı çiğnedim ağladım
madem ki en büyük düşmanım kalbim benim kendimin
onu inkâr ediyorum kalbimi inkâr ediyorum
geceleri benim için dua etmelisiniz

üçüncü paralelde eski bir dünya gibi batacağım
malgaş halkı birkaç yüzyıl hikâyemi anlatacak

İkincisi, Türk şiiri 1960’lardan itibaren İkinci Yeni ile birlikte şiirde anlam aranmaması gerektiğini savunan bir çizgiye savrulup saçma sapanlaşırken, İlhan Berk gibileri bu saçma sapanlığı teorize etmeye çalışıp iyice saçmalarken, Attila İlhan buna karşı hem şiirleri hem düzyazılarıyla mücadele etmiştir. İkinci Dünya Savaşı’na, faşizme ve Türkiye’deki yansımalarına karşı en zor ve baskıcı koşullarda muhalefet eden, direnen 1940 Kuşağı’nı (Hasan İzzettin Dinamo, A. Kadir, Rıfat Ilgaz, Cahit Irgat, Ömer Faruk Toprak, Arif Damar) yüceltmiş, savunmuş ve kendini onların en genç üyesi olarak görmüştür (bu şairlere “Fedailer Mangası” adını Attila İlhan takmıştır). Dolayısıyla, Attila İlhan şiiri, en sade aşk şiiri bile, her zaman dünyayla, toplumla, insanla ilgili, yaşamla hesaplaşan, cebelleşen bir şiir olmuştur. Aşk, Maria Misakyan ve Paris de vardır bu şiirde, emperyalizm, savaş ve hapis yatmak da, üstelik şiirden hiç ödün vermeden, aynı müzik ve aynı şiirsellikle. Böyle olunca, çok okunuyor olması da doğal elbet.

ne olur kim olduğunu bilsem pia’nın

ellerini bir tutsam ölsem

böyle uzak uzak seslenmese

ben bir şehre geldiğim vakit

o başka bir şehre gitmese

otelleri bomboş bulmasam

içlenip buzlu bir kadeh gibi

buğulanıp buğulanıp durmasam

ne olur sabaha karşı rıhtımda

çocuklar pia’yı görseler

bana haber salsalar bilsem

içimi büsbütün yıldız basar

bir hançer gibi çıkıp giderdim

Ha, bir de makaleleri var Attila İlhan’ın; Hangi Edebiyat, Hangi Batı, Hangi Sol gibi kitaplarda toplanmış. Hangi Edebiyat kitabını edebiyatla ilgilenen ilgilenmeyen herkese öneririm. Ama ya siyasî makaleleri? Özellikle son yıllarında Cumhuriyet gazetesinde yayınladığı yazılar? O zehir zemberek, azgın Kemalist, ağzından köpük saçan milliyetçi yazılar?

Attila İlhan son yıllarında Kemalist olmadı, hep öyleydi. Kendine özgü olmayan, Türk ulusalcılığında alabildiğine yaygın olan bir inançla, Kemalizmin bir tür solculuk olduğuna, milliyetçilikle sosyalizm arasında bir çelişki olmadığına inandı hep. “Kemalizmle marksizm arasında Çin Seddi yoktur” diyen Mihri Belli’den, sosyalist olmak için yurtsever olmak gerektiğini bugün savunanlardan bir farkı yoktu. Türk solunun geniş kesimleri anti-emperyalizmi dünya kapitalizmine karşı bir mücadele olarak değil, Türkiye’nin millî bağımsızlık mücadelesi olarak görür (dolayısıyla da Kemalizmle, milliyetçilikle, Türk devletiyle bir sorunu yoktur). Attila İlhan bu görüşün insanı kaçınılmaz olarak nerelere savuracağını, ne kadar sağcılaştıracağını örnekledi sadece.

N’apalım, büyük şairler aynı zamanda büyük siyasî düşünür olmak zorunda değil. Biz de Attila İlhan’ın siyasî yazılarını okumak zorunda değiliz. Şiirlerini okumanın zevki bize yeter.

- Advertisment -