Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIDiktatörlerin çocukları

Diktatörlerin çocukları

Binlerce, milyonlarca insanın hayatını zehreden, gözünü kırpmadan katliamlar gerçekleştiren, en yakın dostlarını bile ölüme göndermekten çekinmeyen bir diktatör, akşam eve geldiğinde tonton bir ebeveyne dönüşebilir mi? Bir diktatörün kızı ve/veya oğlu dengesini koruyabilir, normal bir hayat sürdürebilir mi? Jean-Christophe Brisard ve Claude Quétel, ‘Diktatörlerin Çocukları’ adlı kitaplarında bu ve benzeri sorulara yanıt veriyor.

Bir diktatörün çocuğu olmak nasıl bir histir? Diktatörler ile evlatları arasında ne tür bir ilişki vardır? Acaba diktatörler devlet işlerinden başlarını kaldırıp çocukları ile bir iki kelam eder, hallerini hatırlarını sorarlar mı? Binlerce, milyonlarca insanın hayatını zehreden, gözünü kırpmadan katliamlar gerçekleştiren, en yakın dostlarını bile ölüme göndermekten çekinmeyen bir diktatör, akşam eve geldiğinde tonton bir ebeveyne dönüşebilir mi? Bir diktatörün kızı ve/veya oğlu dengesini koruyabilir, normal bir hayat sürdürebilir mi?

Jean-Christophe Brisard ve Claude Quétel, bu ve benzeri sorulardan yola çıkarlar ve Diktatörlerin Çocukları* adlı bir kitaba imza atarlar. Onların yönetiminde araştırmacı, gazeteci ve tarihçilerden oluşan bir ekip tarafından hazırlanan kitap, diktatörlerin çocuklarına eğilir. O çocukların babalarıyla münasebetlerine, eğitimlerine, gündelik hayatlarına, aşklarına, devlet işlerindeki rollerine ve akıbetlerine mercek tutulur. Nihayetinde ortaya ibret verici öyküler çıkar. 

Kitapta, Doğu’da ve Batı’da, dün ve bugün hüküm süren 17 diktatörün kızlarının ve oğullarının hikâyesi anlatılır. Diktatörler şunlardır: Stalin-Rusya, Mussolini-İtalya, Franco-İspanya, Mao-Çin, Çavuşesku-Romanya, Castro-Küba, Duvalier-Haiti, Rıza Şah-İran, Kim Hanedanı-Kuzey Kore, Bokassa-Orta Afrika Cumhuriyeti, Mobutu-Kongo, Pinochet-Şili, Saddam Hüseyin-Irak, Beşşar Esad-Suriye, Kaddafi-Libya, Hüsnü Mübarek-Mısır, Lukaşenko-Beyaz Rusya.

“Güler yüzlü, sevgi dolu ve mizah duygusuna sahip bir diktatör”

Diktatörler türlü türlüdür, çocuklarına davranışları birbirinden çok farklıdır. Kimi çocuklarının üzerine titrer, ince bir zevk edinmelerine ve kültürlü olmalarına çabalar, dar zamanlarında elindekini avucundakini onların ayağına döker. Mesela Mussolini, daha bohem bir devrimciyken zaten kısıtlı olan aile bütçesinin hatırı sayılır bir miktarını kızı Edda’nın keman öğrenmesi için harcar; o, kızı için her şeye hazırdır.

Kimi ise “ağaç yaş iken eğilir” düsturu gereğince, daha küçükken sinirleri çelikleşsin diye zulmünü çocuklarından da esirgemez. Misal Saddam, öldürmenin ne anlama geldiğini fehmetmeleri için oğulları Uday ve Kusay’a daha küçük yaştan itibaren rejimin kafa keserek gerçekleştirdiği idamlarını ve muhalif gördüklerine uyguladıkları korkunç işkencelerini izletir. İki çocuğun ruhuna siner bu görüntüler, büyüdüklerinde vahşi birer psikopat olurlar.

Mao, Maoculuğa ne kadar yürekten bağlı olduklarını ispatlamak için iki kızını birbirlerini ihbar etmeye iter. Oğlu An-Ying’i güçlü ve dayanaklı bir asker olması için Halk Ordusu’na teslim eder. Hiçbir imtiyaz görmemesi için ismini değiştirir ve Mao’nun oğlu olduğunu söylemesini yasaklar. Oğlu Kore Savaşı’nda öldüğünde “bir Mao’nun düşman tarafından öldürüldüğünün bilinmesini engellemek” için, ölüm haberini savaşın sonuna kadar gelininden gizler.    

Kiminin, Franco gibi, tek bir çocuğu vardır, bütün hayatlarını o tek çocuğunu üzerine kurar, bütün sevgilerini o çocuğa verirler. “Babam sevgi dolu, güler yüzlü biriydi, bilhassa da güçlü bir mizah duygusuna sahipti” der Franco’nun kızı Carmencita. (s. 44) Kiminin ise çocuklarının gerçek sayısını bilinmez. Örneğin, Bokassa’nın yaklaşık 20 eşinden toplam 36 çocuğu vardır, fakat Bokassa hakkında 20 kadar çocuk için de babalık iddiasında bulunulmuştur. Mao da genç kadınlara düşkündür, dört eşi ve 10 çocuğu olmuştur, ama resmî olarak! Castro iki defa evlenir, çok sayda metresi bulunur, meşru ve gayri-meşru 10’un üzerinde evladının olduğu düşünülür.

Kimi çocuklarına mümkün olduğunca eşit davranmaya çalışır, içlerinden birini yerine hazırlasa da, en azından toplum önünde onları eşdeğer görür. Kimileri ise, çocukları arasında açık bir ayrımcılık yapar ve açık seçik bir şekilde birini diğerlerine karşı üstün tutar. Lukaşenko, üç oğlundan en küçüğünü “yarının lideri” olarak pazarlar. Kamuoyunda iki büyük oğlunu -Viktor ve Dimitri’yi- değersizleştirirken, Beyaz Rusya’nın geleceğini gayri-meşru çocuğu Nikolay’da (Kolya) bulur. Kolya, resmî görüşmelerde bile, her an babasının yanındadır. Keza Stalin için varsa yoksa kızı Svetlana’dır. Mao için de diğer 10 çocuğu bir yana, kızı Li Na bir yanadır. 

“Kanla lekelenmiş bağlar”

Diktatörlerin çocuklarının ortak yazgısı, rejimin meşrulaştırılmasına hizmet etmeleridir. Onlar rejimin masum yüzü olarak sunulurlar; güçlü ve mutlu ailenin resmidirler. Baba (Diktatör), salt ailenin değil halkın da babasıdır, kendi çocuklarına ihtimam gösterdiği gibi halkına da ihtimam gösterir. Onun halka duyduğu sevgi, çocuğuna gösterdiği sevgide somutlaşır. Çocuklarıyla hemhal, onların dertleriyle dertlenen müşfik bir baba, hiç halkının kötülüğünü ister, halkına kötülük eder mi?

Ağır bir yüktür bu çocuklar için! Her yerinden kan akan, kötülük kokan bir düzeni temizlemek için onların masumiyetlerinden faydalanmak, altından kolay kalkılabilecek bir iş değildir. Binaenaleyh, kendilerine biçilen bu role farklı tepki verir diktatörlerin çocukları. Bazıları -Mao, Franco ve Çavuşesku’nun kızları ile Pinochet’in çocukları gibi- babalarının mirasına hep sadık kalırlar. Bazıları ise -Stalin’in kızı Svetlena ve Castro’nun kızı Alina gibi-  geçmişin yükünü çekmeyi reddederler, “kanla lekelenmiş bağlarla ilişkilerini koparırlar.” Svetlena, Soğuk Savaş’ın en sıcak döneminde ABD’ye kaçar. Alina, babasının hapishaneye çevirdiği Küba’nın tam karşısındaki Miami’ye iltica eder.     

Bazıları -Zoya Çavuşesku gibi- babalarının bir tür “ilah” olduğu rejimden hazzetmezler ama buna doğrudan karşı da çıkmazlar. Bazıları -Beşşar Esad gibi- içinde olduğu düzenden uzaklaşmaya çalışır, fakat kader onu bir şekilde getirir o düzene bağlar. Beşşar, Hafız Esad’ın en zayıf oğludur. Zaten onun da devlet tarağında bezi yoktur, asıl gayesi İngiltere’de doktor olarak yaşamaktır. Ne var ki babasının varisi olarak kabul edilen abisi Basil bir trafik kazasında ölünce Suriye’ye çağrılır, kendini baştan yaratır ve özgüveni düşük kekeme bir çocuktan babasını aratmayan bir diktatöre dönüşür. 

Bazıları da -Saddam’ın, Mübarek’in ve Kaddafi’nin oğulları gibi- çok heveslidir, bir an önce babalarının tahtına oturmak için acele ederler. Lakin o büyük gün onlar için gelmez; çocukluktan beri hayallerini süsleyen makama oturmadan babalarının rejimi çöker. Saddam’ın oğulları Uday ve Kusay Musul’da bir Amerikan operasyonunda can verir. Kaddafi’nin oğulları Hamis ve Seyfülarab bir NATO bombardımanında, diğer oğlu Mutassım ise babasıyla birlikte Sirte yakınlarında öldürülür.  

Veraset yoluyla intikal ettirilen diktatörlükler kırılgandır. Varis bir şekilde basının yerine geçse de, bunun sürekli olacağı söylenemez. Haiti’de François Duvalier’in ölümünden sonra oğlu Jean-Claude yönetimin başına geçer, diktatörlüğün ömrünü 15 yıl uzatır ama sonunda halkı tarafından sürgüne gönderilir.  Kim Ailesi, bu bağlamda bir istisnadır; onlar iktidarlarını sürekli kılmayı başarmışlardır.

“Dürüstlüğü ve içtenliği bakımından eşiz bir tanıklık”

Kitaptaki 17 hikâye de dikkate şayandır. Mamafih Stalin’in kızınınkinin yeri ayrıdır. Zira gazeteci, belgesel ve film yapımcısı Lara Parshina, 2008 yılında bizzat Svetlena ile görüşerek onun hayatını kaleme alır. Önsöz’de Brisard ve Quétel, Svetlena’nın “dürüstlüğü ve içtenliği bakımından eşiz bir tanıklık” yaptığını belirtirler. O nedenle, size kitaptan Svetlena’nın hayatını aktarmak isterim.

1926’da doğan Svetlena, Stalin’in üç çocuğunun en küçüğüdür. İki abisi vardır. Yakov, Stalin’in ilk eşinden olan oğludur ve Svetlena’dan 19 yaş büyüktür. Vasili ile Svetlena arasındaki yaş farkı beştir. Vasili ve Svetlena’nın annesi Nadezhda Alliluyeva, Stalin’in ikinci karısıdır. Svetlena ve abisi, tez elden bir dadıya teslim edilirler. “Nunu” olarak çağırdığı bu dadı Svetlena’nın hayatında merkezi bir yere oturur; çünkü annesinin kendisinden esirgediği hakiki sevgiyi, Nunu ona verir.

1932’de Svetlena altı yaşındayken ve devrimin 15’inci yılı kutlanırken Svetlena’nın annesi intihar eder. Stalin’in karısının intihar etmesi, gizil kalması gereken bir bilgidir, sadece Stalin’in -çocuklarının da dâhil olduğu- dar çevresi bundan haberdar edilir. Svetlena, annesinin intiharını bir ihanet olarak görür ve onu asla affetmez. Abisi Vasili, bu olaydan daha müteessir olur.

Stalin, çocuklarını hiçbir ayrımcılıktan faydalandırmaz, onları diğer çocuklarla bir tutar. Ancak ne de olsa çocukları Kremlin’de yaşamaktadır. Dolayısıyla dışarıyı kasıp kavuran ve 6 ile 8 milyon insanın hayatını kaybetmesine neden olan açlık Stalin’in çocuklarına tesir etmez. Svetlena okumayı sever, Vasili ise okumaktan da çalışmaktan da nefret eder. Stalin, oğlunu arzusu hilafına orduya yazdırır. Vasili istemeden pilot olur. Ordu, ona içmeyi öğretmiştir; daha 30’una gelmeden çöker.

Ancak Stalin’in üç çocuğu içinde, Stalin’in tutumundan en büyük zararı büyük oğlu Yakov görür. Svetlena’nın ailede kendisine en yakın gördüğü ve “Yaşa” dediği Yakov da askerdir; bir topçu subayıdır. İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazilere esir düşer. Almanya’daki esir kamplarında iki yıl geçirir. Stalin’in oğlunun esir olması, Naziler için büyük bir propaganda fırsatıdır; Naziler onu “bir sirk hayvanı gibi” şehir şehir dolaştırırlar. 1943’te, Sovyetler de Alman generallerini esir alırlar. Almanlar kendi generallerine karşılık Yakov’u değiş-tokuş etmeyi teklif ederler. Stalin bunu reddeder.

“Yaşa’nın nasıl öldüğünü hiç öğrenemedik. Bazıları, kaldığı kamptaki elektrik tellerinin üzerine atlayarak intihar ettiğini söylüyor, bazıları ise kurşuna dizildiğini. Her halükârda serbest bırakılmış ya da kaçmış olsaydı, Sibirya’ya gönderilir ve bir kampa yerleştirilirdi. Yolu Almanya’daki esir kamplarından geçen Sovyet askerlerine yapılan buydu. Kimse onlara güvenmiyor, herkes şüpheyle yaklaşıyordu.” (s. 18)

“Elleri kana bulanmış tarihi şahsiyetlerle yan yana”

Savaş ağırlaşırken Svetlena’nın Kremlin duvarları arasındaki yaşamında da değişimler yaşanır. Onun en yakın arkadaşları, hiçbir iz bırakmadan ortadan kaybolurlar. Stalin’in sessiz ve düzenli yaptığı tasfiyeler, kızının da arkadaş çevresini daraltır. Yine de bu korku ikliminde ilk aşkıyla tanışır. O 17 yaşındadır, vurgun olduğu adam ise 39 yaşında ve meşhur bir yönetmen olan Aleksei Kapler’dir.

Stalin’in kızıyla görüşmek tekin değildir, yakınları Kapler’i bu sevdadan vazgeçmesi, yoksa başına çok büyük belaların geleceği konusunda uyarırlar. Kapler kulak asmaz bunlara, “şövalyeyi oynamak” ister. Pahalıya patlar bu oyun ona; Kapler İngilizlere casusluk yapmakla suçlanır ve tam 11 yıl gulaglarda (rejim muhaliflerinin gönderildiği zorunlu çalışma kampları) tutulur.  

Babasının yaptığını hazmetmesi zordur ama ona kin de duyamaz. Stalin gibi bir babanın gölgesinde büyümüştür, çevresi hep başkalarının yaşamlarına ya da ölmelerine karar verecek kadar kudretli adamlarla çevrilidir. Çocukluğunda, Sovyet yönetiminin en gaddar adamlarından biri olan Beria’nın dizlerinde oturur.  

“O kadar küçük yaşta, elleri on binlerce insanın kanına bulanmış tüm bu tarihi şahsiyetlerle yan yana olmayı kim olsa ürkütücü bulurdu. Bu durum özellikle Stalin’in lanetli ruhu ve sınırsız gücü olan İçişleri Halk Komiserliği’nin gizli başkanı, korkunç siyasi polis Lavrenti Beria için geçerlidir. Zaten Svetlena daha sonraları Stalin yönetiminin zorla benimsettiği bu baskıcı ve paranoyak düzenden onu sorumlu tutar ve babasının milyonlarca insanın öldürülmesine göz yummuş olabileceğini duymayı reddeder. Ona göre, Stalin’in olup biten her şeyden haberdar olması mümkün değildir.” (s. 19) 

Svetlena, Stalin’in karakterini taşır. İnatçı, katı ve otoriterdir. 1945’te, 19 yaşındayken, evlenme kararı alır. Babası bu evliliği onaylamasa da kabul etmek zorunda kalır. İki yıl sonra boşanır. İkinci evliliğinde babasını hayal kırıklığına uğratmamak için bir rejim destekçisi ile evlenir. Bir kızı olur, hemen sonra ikinci eşinden de ayrılır. İki evliliği de başarısız olmuştur; Svetlena daha 25 yaşındayken hayat sınavından çaktığı hissiyle dolmuştur.

Ancak bu daha iyi günleridir. Asıl zorluk, 1953’te Stalin’in ölümünden sonra baş gösterir. Zaten zor olan Stalin soyadı, diktatörün ölümünden sonra artık taşınmaz olur. Stalin’in vadesinin dolmasıyla birçok kişi rahatlar, sıkıntıya düşenler ise Stalin’in çocukları olur. Svetlena ve Vasili siyaset yapmamışlardır, niyetleri de yoktur; ama bu onların acilen ortadan kaldırılması gereken hedefler olmalarının önüne geçmez.

Stalin’in ölümünden bir ay sonra sevgili Beria Amcalarının emriyle Vasili tutuklanır. Göstermelik bir davada Vasili, Sovyetler Birliği’ne karşı birçok suç işlediğini itiraf etmek mecburiyetinde kalır. Yüksek güvenlikli bir cezaevinde 8 yıl kürek cezasına çarptırılır. Cezasını çektikten sonra özgürlüğüne kavuşur ama soyadını kullanamaz. Yabancıların girmesinin yasak olduğu Kazan şehrinde, kimliğini gizlemesi şartıyla yaşamasına izin verilir. 1962’de ölü olarak bulunur. Ölüm nedeni alkolizm olarak açıklanır, resmî olarak! 

Karşı cephede!

Svetlena, her ne kadar babasının soyadını taşımasa da, iktidarın gözünde bir tehdittir. Hayatta kalması, ancak bir zamanlar babasının ağzından çıkan her sözün emir olduğu ülkeden kaçmasıyla mümkün olabilecektir. Beklediği fırsat, 1967’de karşısına çıkar. Birlikte yaşadığı Hint diplomatı toprağa vermesi için Hindistan’a gitmesine izin verilir. Svetlena bu şansı, Hindistan’daki ABD Büyükelçiliği’ne iltica talebinde bulunarak değerlendirir.

“Amerika Birleşik Devletleri’ne geldiğimde herkes babam aleyhine açıklamalar yapmamı, komünizmi kınamamı umuyordu. Kabaca, komünizmden kaçmış kapitalizme geçiş yapmıştım. Sovyetler Birliği’nden kaçmamın, ister istemez bir muhalif olduğum anlamına geldiğini anlatıyorlardı bana. İstedikleri buydu. Kaçmıştım ama düşünce biçimimi değiştirmemiştim. Öncelikle ne komünisttim ne de kapitalist. Ordusundan ve iktidarından gurur duyan hükümetleriyle, bu iki ülkenin ikisini de sevmiyordum.” (s. 22)  

Amerikalılar için bir cazibe merkezi olmuştur Svetlena, propaganda için onun peşinden koşarlar ama o artık yorgun bir kadındır. Tek istediği, siyasetten uzakta ve huzur içinde yaşamaktır. Sovyetler Birliği’nden kaçışını ve hayat hikâyesini anlatan iki çok-satar kitap yazar. 1970’te 44 yaşında, son evliliğini Amerikalı ünlü bir mimar ile yapar. Kocasının çevresi, babasının İsviçre’ye para kaçırdığına inanır. Ama gizli bir serveti olmadığı anlaşıldığında, çevresi boşalır. Svetlena, sonradan boşansa da, son kocasının soyadını taşımaya devam eder, adını da Lara olarak değiştirir ve hayatını Lara Peters ismiyle tamamlar.

“Stalin’in kızı, meteliksiz, ilk iki çocuğu Josef ve Katya tarafından reddedilmiş ve tarihin unuttuğu biri olarak, 2011 yılının Kasın ayında Wisconsin’in ücra bir köşesindeki bir toplu konutta öldü. 85 yaşındaydı. Komşuları, Svetlena ve onun yakasını bırakmayan geçmişi hakkında hiçbir şey bilmiyorlardı. İki odalı küçük evinde ağırlamayı kabul ettiği ender ziyaretçilerine yıpranmış fotoğraflar gösteriyordu. Daima babasının anısına yaraşır ve saygılı biri olarak paramparça hayatına hayıflanmayı reddediyordu: ‘Bilirsiniz, Hristiyan geleneğinde, bir babanın günahlarını ödemek için üç kuşak gerektiği söylenir.” (s. 23)    

Svetlena’nın ve diğerlerinin yaşadıkları, bir diktatörün çocuğu olmanın pek de matah bir kader olmadığına işaret ediyor!

* Jean-Christophe Brisard – Claude Quétel, Diktatörlerin Çocukları, Çeviri: Olcay Kunal, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2018.

- Advertisment -