Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIKemalizme değil, kendi evlatlarınıza yenildiniz

Kemalizme değil, kendi evlatlarınıza yenildiniz

12 Eylül Darbesi’nin kirli havasını birlikte soluduğumuz yıllar. Kara Harp Okulu 4.Sınıf öğrencisiydim. Sağ görüşlüydüm.Disiplin puanım düşürülmek suretiyle atılmama ramak kalmıştı.Ancak arkadaşlarımın önerisiyle girmiş olduğum 10 Kasım şiir yarışmasında dereceye girdim. Şubat tatilinde memlekete gittiğimde babama yarışmda birinci olduğumu gösteren Kurmay Albay Hilmi Özkök imzalı kağıdı uzattım. Babam sitem dolu bakışlarla aynen şöyle dedi:“Lan oğlum, bari Peygamber Efendimize yazsaydın!”Rahmetli babam farkında değildi ama bu şiir sayesinde okuldan atılmaktan kurtulmuştum.

12 Eylül Darbesi’nin ağır havası ile Ankara’nın kirli havasını birlikte soluduğumuz yıllar…

Kara Harp Okulu 4.Sınıf öğrencisiydim.

Zamanın meşhur “Töre Dergisi”nde Burak Harputlu mahlasıyla şiirler yazıyordum.

Yani genç bir talk showcunun söylediği gibi “sağ görünüşlü solcu” değil; aksine hem sağ görünüşlü hem de sağ görüşlüydüm.

Darbeciler ağırlıklı olarak sol görüşlü arkadaşlarımızı hedef almış olsa da ben de ateş çemberi içindeydim.

Disiplin puanım düşürülmek suretiyle atılmama ramak kalmıştı.

Ancak arkadaşlarımın önerisiyle girmiş olduğum 10 Kasım şiir yarışmasında dereceye girdim.

Şubat tatilinde memlekete gittiğimde babam elinde tuttuğu bir kâğıdı hiddetle uzatarak “Bu ne?” dedi.

Meğer okuldan “Oğlunuz disiplinsiz tutum ve davranışları nedeniyle muhtelif cezalar almış ve toplam olarak 63 fena puana ulaşmış bulunmaktadır,” şeklinde bir yazı gönderilmiş.

Ben de en iyi savunma taarruzdur ilkesiyle “Bir yanlışlık var, ben bu sene başarı belgesi bile aldım,” diyerek şiir yarışmasında bana verilen başarı belgesini babama uzatıverdim.

Babam, Kurmay Albay Hilmi ÖZKÖK imzalı başarı belgesini tam alacakken o sıralar radikal İslamcı bir üniversite öğrencisi olan abim belgeyi elimden çekip “Sallıyor baba! Atatürk’e şiir yazmış birinci olmuş.” diyerek beni ihbar etmez mi?

Babam sitem dolu bakışlarla aynen şöyle dedi:

“Lan oğlum, bari Peygamber Efendimize yazsaydın!”

Rahmetli babam farkında değildi ama bu şiir sayesinde okuldan atılmaktan kurtulmuştum.

Konumuz muhafazakâr bir iktidar döneminde Tuzla Piyade Okulu ile başlayıp Kara Harp Okulu mezuniyeti ile devam eden Teğmen olayları…

Herkes olayı kendi ideolojisi açısından irdelemekle meşgul.

Bazı itirazlarım olsa da olayı farklı yaklaşımlarla irdeleyenler de oldu; eski Harbiyeli Hakan Şahin (Serbestiyet, 1 Eylül 2024) ve yazar Etyen Mahçupyan (Serbestiyet, 2 Eylül 2024)gibi.

Özellikle Etyen Mahçupyan’ın olayı “rejimin İttihatçı anlam dünyasını yeniden üretmesi” ne bağlaması tam aksine Atatürk lehine bir tez olmuş.

Zira gençlik yıllarında İttihatçıların içinde olan Atatürk’ün sonrasında onlara mesafeli durduğu bir gerçek.

Sivas Kongresi’ni hatırlayalım;

Delegelere kongrenin ilk oturumunda İttihat ve Terakki ile bir bağları olmadığını ispat için bir yemin metni hazırlatmış ve bu metni okutmuştur.

Çünkü Mustafa Kemal Paşa, Milli Mücadele hareketinin “ittihatçıların yeni bir oyunu” gibi algılanmaması için bu özeni göstermiştir.

Mustafa Kemal’e mesafeli davranan İttihatçıların bir bölümünün 1924 Kasım’ında kurulan Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası’nda yer aldığını unutmayalım!

Mustafa Kemal’e 1926 yazında İzmir’de düzenlenen suikast girişimi sonrasında İttihatçıların eski Maarif Nazırı Ahmet Şükrü Bey ile eski Emniyet Müdürü İsmail Canbulat’ın İzmir’de idam edilmeleri ise ayrı bir gerçek.

Sözün özü Mustafa Kemal ittihatçıların üç sembolist ismi Enver, Talat ve Cemal Paşalardan farklı kendine özgü biriydi.

Eğer Mahçupyan’ın tezi doğru ise yani yeni ittihatçılar da kurtuluşu hala Atatürk’te arıyorsa, yerine birini koyamadıkları içindir; bu yüzden yukarıda “Bu tez Mustafa Kemal’in lehinedir,” demiştim.

Ancak Bahçeli’nin teğmenlerin alternatif yemin törenleri için “Türk Silahlı Kuvvetleri’ni maksatlı biçimde hastalıklı ve hasmane tartışmaların içine çekme gayreti vahim bir hatadır ve bundan kazanç umanlar sukutu hayale uğrayacaklardır.” demesi böyle bir ittihatçı tezine şimdilik temkinli yaklaşmayı gerekli kılmaktadır.

Diyelim ki öyle olsun!

Bir tek ittihatçılar mı?

Fetö bile sözde  “Yurtta Sulh Konseyi  Bildirisi” ni Kemalist bir sosla sunmadı mı?

Sosyalisti, komünisti ve sosyal demokratı ve merkez sağı dahi hala kurtuluşu onda aramıyor mu?

Oysa Mustafa Kemal dindar biri olmadığı gibi sosyalist ve komünist de değildi.

Kasım 1922’de söylediği  “Biz ne Bolşevik’iz ne de komünist. Ne biri ne diğeri olabiliriz. Çünkü biz milliyetperver ve dinimize hürmetkârız,” sözü bunu açıkça teyit eder.

Atatürk’ten haz etmeyen ve onu kendi kahramanlarıyla yarıştıran en büyük kesim ise “Yeni Osmanlıcılık”  ve “Siyasal İslamcılığı” merkezine oturtan koyu muhafazakârlar oldu.

Bu da tamamen Atatürk’ün hatası(!)’ndan kaynaklanmıştır.

Sağın 1950 sonrası liderleri gibi cuma namazlarını göstere göstere kılsaydı böyle bir muameleyle karşılaşmayacaktı.

Ya da Menderes gibi susuz rakısını, Demirel gibi Chivas Regal markalı viskisini kapalı kapılar ardında içseydi şimdilerde baş tacıydı. (Can Kıraç, Anılarımla Patronum Vehbi Koç)

Dolayısıyla olay bir cumhuriyet memnuniyetsizliği sorunu değildir.

Çok da derinliklere inip koca koca felsefik ve sosyolojik laflar etmeye gerek yok diye düşünüyorum.

Kısacası günümüzün teğmen tartışmalarının ekseriyetinin “mutasyona uğratılmış bir din anlayışından” kaynaklandığını söylersek abartmamış oluruz.

Dilerseniz bu konuda İslamcı mahallenin iki eski sembolist seçkinine kulak verelim.

İlahiyatçı Mustafa Öztürk bir konuşmasında  “Cehalet içinde yüzen İslamcılar, içki âlemleri yapan padişahları evliya mertebesine yükseltirken bu ülkede rahat içinde yaşamanızı sağlayan Atatürk’e sövmeniz, saymanız, nankörlük etmeniz kanıma dokunuyor.” diyor.

Dücane Cündioğlu ise bir konuşmasında “İslamcı çocuklar, dindar çocuklar Mustafa Kemal Atatürk hakkında çok kötü biçimde koşullandırılıyorlar. Kimse riyakârlık yapmasın. Ben yıllarca Atatürk demedim. Çünkü bir put ismini anıyormuşum gibi hissettim kendimi.” diye yaşadıklarına samimi bir şekilde hayıflanıyor.

Doğru söylüyor…

İslamcı gelenekten gelen siyasal aktörlerin hiç “Atatürk”  dediğini duydunuz mu?

Zorlandıklarında  “Mustafa Kemal” ve “Gazi” diye hitap etmeleri bir tesadüf mü sizce?

Peki, Atatürk’ten haz etmeyen bu muhafazakârlar ne kadar başarılı oldular?

Olamadılar…

Özellikle 15 Temmuz’dan itibaren çok büyük bir kıyım ve yıkım ihalesi aldılar.

Çünkü bir dönem iş birliği içerisinde oldukları Fetö özellikle genç bir nesli tuzla buz etmişti.

Kriter olarak gördükleri “alnı secdeye değmek” kavramı toplum nezdinde riyakârlıkla eşleşti.

Bilinçli bir şekilde alan açtıkları dini dernekler, vakıflar, tarikatlar ve diğer oluşumlar halkı dininden soğuttu.

Bu yüzden de izledikleri ümmetçi çizgiyi MHP gibi milliyetçi bir çizgiyle kalınlaştırdılar.

Tüm bu çabalar iktidar olmalarını sağlasa da muktedir olmalarına yetmedi.

Artık bu aşamada, bugüne değin mesafeli durdukları Atatürk’ü çaktırmadan gündemlerine almaları kaçınılmazdı.

Doğal olarak kendi çocukları da böyle bir gidişattan nasiplenmiş oldu.

Şikâyet ettikleri “Teğmenler” kendi kıstaslarına göre oluşturdukları mülakattan geçen gençler.

Yani büyük bir çoğunluğu kendi evlatları.

Bu gençler, dayatılan kültürün aldıkları eğitimle uyuşmadığını gördü.

Sultan Vahdettin Atatürk’le yarıştırılınca yeni neslin aklında iki şey kaldı:

Biri İngiliz harp gemisi diğeri kıçı kırık bir “Bandırma Vapuru”…

Günümüzde kurulan partilerin icazet ve mali kaynak dâhil kimlere sırtını dayadığını hepimiz biliyoruz.

Ancak Mustafa Kemal icazet bir yana cebinde bir kuruş olmadan koca bir ordu kurdu.

Birileri bunu görmek istemeyebilir; ama yeni nesil bu gerçeği ve uzantılarını gördü.

1974 Kıbrıs Harekâtında görev yapan evliya hikâyeleri muhafazakâr ebeveynleri mest ederken, onların çocukları 1024 metre rakımlı Beşparmak Dağları’na tırmanan tanka hayran kaldı.

“Keşke Yunan galip gelseydi,” diyenler baş tacı yapıldığında, bu gençler gördükleri taktik ve istihbarat derslerinde bizzat Mustafa Kemal Paşa tarafından idare edilen “Başkumandanlık Meydan Muharebesi nin harekât planlarının detaylarına indi.

İndikçe de hayranlıkları kat kat artıverdi.

Mesela Nakşibendi lideri Şeyh Ahmet Yasin Bursevi, 1986’da kalkışından dakikalar sonra infilak eden Challenger uzay mekiğini, cıvatalarının gevşetilmesi sonucu kendilerinin düşürdüğünü iddia ederken bu gençler İHA ve SİHA’larla tanıştı.  

Alan açtıkları şarlatanlar  “İmam Şafii çok edepliydi, dört yıl annesinin karnında bekledi. İmam-ı Azam’ın öldüğü gün doğdu. Dört yıl annesinin karnında İmam-ı Azam’ı bekledi,” dedikçe bu gençler safsatalardan uzaklaştı.

Bu gençler harp okullarında hadis, siyer, akaid, fıkıh ve kelam okumadılar.

Onlar savaş sanatlarını öğreten dersler gördüler.

Bu yüzden de subaylık yeminini ve kılıç kuşanmayı bir görev olarak addettiler.

Ancak Diyanet İşleri Başkanı bir barış dini olan İslam’ı temsilen hutbeye kılıçla çıkınca takdir, mesleği savaşmak olan teğmenler ise çektikleri kılıç nedeniyle tekdir edildi.

 Edilmeye de devam ediyor.

Malumunuz meslek yemini ile diploma yemini arasında birçok fark vardır.

Mesela hukuk fakültesinden mezun olan biri önce diploma yemini, avukatlık ruhsatı alınca da 1136 sayılı Avukatlık Kanunu mad. 9. çerçevesinde ayrıca avukatlık yemini eder.

Serbestiyet’ten Hakan Şahin “subaylık yemini” ni köşesinde gayet güzel izah etti.

Geçmişte harp okuluna giren bir öğrenci başlarken askerlik yemini, mezun olunca da subaylık yemini ederdi.

Fakat 2016 yılından itibaren subaylık yemini “laik, demokratik Cumhuriyet” ve “karşılarında bizi bulacak”, “kılıçlarımız keskin ve hazır olacaktır” gibi ibareler yüzünden kaldırılıverdi.

Ancak aynı kelimeler “Demokratik ve laik Cumhuriyete ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma,” şeklinde milletvekili yemininde de var.

Yani metinde yer alan kavramlar kaynağını Anayasa’dan almaktadır.

Dolayısıyla “Demokratik ve laik Cumhuriyeti koruma” Anayasa gereği her vatandaşın görevidir.

Milletvekili de askeri de aynı ülkenin vatandaşı değil mi?

O zaman kaldırıverin Anayasa’yı!

“Karşılarında bizi bulacak” ve “kılıçlarımız keskin ve hazır olacaktır” kavramları ise tamamen birer sembolik sesleniştir.

Yıllardır teamül haline gelmiş bir yemini “Ben beğenmedim,” diyerek kaldırmak ne demek?

Sevgili muhafazakârlar, artık aynaya bakma zamanınız gelmedi mi?

Bu tür uygulamalarınızla geçmişte atasını betondan atlara bindirip olduğu yerde deh çeken şekilci Kemalistleri haklı çıkardığınızın farkında mısınız?

Oysa sayesinde iktidar olduğunuz o cuntacıların uydurduğu sözde Kemalizm yok artık.

Ayrıca sizler Kemalizm’e değil; kendi evlatlarınıza yenildiniz.

Çocuklarınız anlattığınız hikâyelerden sıkılınca var olana sarıldı.

Korkuya gerek yok!

“Mustafa Kemal’in askerleriyiz!” sözünün bir asker için sadece masum bir bağlılık ifadesi olduğunu lütfen kabul edin!

Mustafa Kemal bir medrese talebesi için olmasa da bir asker için rol modeldir.

Buradaki temel kriter aynı tedrisattan geçmek ve aynı havayı solumaktır.

Varsa başka bir rol modeliniz koyarsınız ortaya.

Ama şurası bir gerçekli bugüne kadar ileri sürdükleriniz tutmadı.

Keşke aynı tepkiyi zamanında “’Devlet gelir, devler gider, tek dev kalır, Sedat Peker!” diye uygun adım sayan asker görüntülerine gösterseydiniz. 

Rahmetli babam ne sizin yaşattıklarınızı, ne de benim yaşadıklarımı görmeden gitti.

Eminim görseydi yazdığım o şiir için beni azarladığına çok çok üzülürdü.

- Advertisment -