Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIMahir Polat’a uzanan politik miras

Mahir Polat’a uzanan politik miras

Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği İstanbul’un önemli kamusal mekanları için düzenlenen kentsel tasarım yarışmaları, şehrin kültürel mirasını korumak için çalışmalar yürüten “İBB Miras” adlı kuruluşla, Hasanpaşa Gazhanesi, Feshane, Kasımpaşa Tersanesi gibi bugüne kadar işlevsiz kalmış endüstri mirası yapıların, Casa Botter, Bulgur Palas, Taşmektep gibi tarihi eserlerin restorasyonu, yeniden işlevlendirilmesi, şehrin kamusal hayatına katılması gibi önemli işlerle öne çıkan Büyükşehir Belediyesi’nin Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın yargılanmak üzere tutuklandığını duyunca çeşitli bahanelerle özgürlükleri ellerinden alınmış olan birçok kişi için olduğu gibi içim bir tuhaf oldu.

Büyükşehir Belediyesi’nin düzenlediği İstanbul’un önemli kamusal mekanları için düzenlenen kentsel tasarım yarışmaları, şehrin kültürel mirasını korumak için çalışmalar yürüten  “İBB Miras” adlı kuruluşla, Hasanpaşa Gazhanesi, Feshane, Kasımpaşa Tersanesi gibi bugüne kadar işlevsiz kalmış endüstri mirası yapıların, Casa Botter, Bulgur Palas, Taşmektep gibi tarihi eserlerin restorasyonu, yeniden işlevlendirilmesi, şehrin kamusal hayatına katılması gibi önemli işlerle öne çıkan Büyükşehir Belediyesi’nin Genel Sekreter Yardımcısı Mahir Polat’ın yargılanmak üzere tutuklandığını duyunca çeşitli bahanelerle özgürlükleri ellerinden alınmış olan birçok kişi için olduğu gibi içim bir tuhaf oldu. 

Üstelik tam da iktidar ve ortağının ilişki kurmak için adımlar attığı bir dönemde yerel seçimlerde “Kent Uzlaşısı” adlı girişimin “kriminalize” edilmesinin ne kadar büyük bir çelişki taşıdığı ortadayken. “Bu ülkede iyi bir şeyler yapmak asla cezasız kalmaz” diye bir söz var, duyduğum an aklıma o geldi.

Benim tanıdığım kadarıyla Polat, Ekrem İmamoğlu’nun yakın çevresinde yer alan, iş yapma becerisi yüksek, çok yönlü nitelikleri olan, kendisine vazife olmayan işlere bulaşmaktan kaçınan sıradan bürokratlardan çok farklı olarak bildiğimiz yöneticilere pek benzemeyen birkaç kişiden biri. Aynı zamanda kültürel farklılıklara karşı duyarlı, sivil alandaki çalışmaları, koruma meselelerini ilk defa belediye politikalarına dahil eden kişi.

Günümüzde başka ülkelerde de yerel yöneticiler benzer yollar izliyorlar. Şirketlerde olduğu gibi ürün ve hizmet geliştirme süreçlerini bürokratik işleyişlerin dışında, bağımsız kişilerle, kurumlarla yeniden yapılandırıyorlar ve onlara inisiyatif tanıyorlar.

Türkiye’de ise yerel yöneticiler kimi zaman belediyelerin seksiyonlaşmış bürokratik yapılarıyla başarılı olmalarının imkânsız olduğunu fark ediyorlar -ve başka bir yöntem bilmedikleri için- fikir geliştirme süreçlerini piyasa aktörlerine, şirketlere devrediyor. Böylece bir şehir için en değerli şey olan bilgi üretimi, bağımsız profesyonel çevrelere kapatılıyor, yandaş müteahhitlerin patronajı altına giriyor.

Böyle olunca da kamusal nitelikli bir konu olması gereken ve kamusal kararların içeriğini oluşturan plan ve proje işleri çıkar gruplarına bağımlı hale geliyor. Şehrin en değerli alanları, müşterekleri piyasa aktörleri tarafından gasp ediliyor.

Buna karşılık şehirsel koruma ve yeniden işlevlendirme projeleri,  yerel işgücünün niteliğinin artırılması, yenilikçi şehircilik deneyimlerinin geliştirilmesi, şehrin kamusal hayatının zenginleştirilmesi için muazzam fırsatlar yaratabiliyor. Bildiğim kadarıyla Polat bu meseleyi anlayan, sorun eden kişilerden biri. Mimari ve kültürel mirasın yönetimi için yalnızca bürokratik işlevlerle sınırlı kalmayan bir kamu mekanizmasına ihtiyaç olduğunu fark etti.  Neo-liberal dönüşüm modeline karşı şehir yönetimine direnç kazandırmanın yollarını aradı. Kamu yönetimlerinin, belediyelerin neo-liberal koşullarda karşı karşıya kaldığı bu bürokratik-piyasacı ikilemle baş etmenin, kamusal nitelikli projeler yapılabileceğini gösterdi.

Bunun için şehrin UNESCO Dünya Mirası Listesi’nde yer alan bölgelerinde yaşananlara bakmak yeterli: Dünyanın Ortaçağ’dan kalma en büyük şehirsel sur varlığına sahip olan İstanbul’un eşsiz kültür mirası yıllarca, dünyanın bütçeleri harcanarak ve restore ediliyormuş gibi yapılarak tahrip edildi.  Sivil mimarlık örneklerinin yer aldığı Ayvansaray, Süleymaniye, Sulukule gibi örneklerde görüldüğü gibi akla ziyan projeler gerçekleştirilmeye çalışıldı. Ya da yıllarca şehrin merkezini bir hapishane duvarı gibi denize kapatan Antrepolar’ı dönüştürmekten falan söz edince akıllarına özelleştirmekten, şirketlere devretmekten başka bir şey gelmiyordu, Galataport örneğinde olduğu gibi…

Seretonin’den AB sürecine uzanan politik miras

Bu açıdan Haliç’te yer alan Feshane’nin dönüşümünün ilginç bir vaka oluşturduğunu düşünüyorum.

İmparatorluğun modernleşme sürecinde ordusuna fes ve kumaş üretmek için kurulan bu fabrika Haliç yıkımlarından tesadüfen ve kısmen kurtulan eşsiz bir kültür mirasıydı. Büyükşehir Belediyesi bu büyük yapıyı ne yapacağını bilmiyordu ve sektörle ilgili bir kuruluşa devretmeyi düşünüyordu. Nurettin Sözen döneminde, 90’larda -benim de kurucuları arasında bulunduğu sivil bir girişim- kendi imkanlarıyla burada, onbinlerce insanın katıldığı “Seretonin” adını taşıyan bir etkinlik gerçekleştirdi. Bu etkinlikle birlikte İstanbul’da sanat dünyasında bir parça taşlar yerinden oynadı, yepyeni bir perspektif açıldı. Belediye bu yapıyı özel sektöre devretmekten vaz geçti.

O günün koşullarında şehrin saygın sanat hamisi arkasında büyük sermaye olan ve burayı şehrin modern sanatlar müzesi yapmayı hedefleyen vakıf Paris’te o sırada Orsay Müzesi’ni tasarlayan tanınmış bir mimara, Gae Aulenti’ye bir proje hazırlattı ve burada güncel sanat etkinlikleri düzenlemeye başladı. 94 yılında Refah Partisi iktidara gelince, bu mekânı terk etti. Merkezi yönetimin desteğini alarak Maslak’ta başka bir projeye girişti.  Feshane yıllarca bir enkaz şeklinde kaldı. Ne yapılacağı nasıl kullanılacağı bilinmeden, ticari işlevlerle kullanılmaya, dönüştürülmeye çalışıldı.

Büyükşehir belediyesi danışmanları eşliğinde bu eşsiz kültür mirasını niteliksiz, “Birinci Milli” karikatürü sayılabilecek tezyinatçı bir mimari tarzla ele aldı. Kendisinin yönetemeyeceği “Osmanlı Kıyafet Müzesi” gibi hayali projelerle dönüştürmeye çalıştı. Birçok projede olduğu gibi, İstanbul halkının kaynakları çöpe gitti.

Oysa Seretonin etkinliklerini düzenleyen genç mimarlar ve sanatçılar başka bir şey yapmayı denemişlerdi, siyasetçiler ve büyük sermaye buraya el atmadan önce. Sanatın, kültürün, mimarlığın, fikir üretiminin resmi kurumların patronajı altına alınmasına karşı bir alternatif oluşturmaya çalışmışlardı.

Amaçları neydi? Şehrin işlevini yitirmiş mekanlarını bağımsız kişilerin ve kuruluşların geliştireceği projelerle dönüştürmek. Kamusal hayatını şehrin yaratıcı enerjisi ile zenginleştirmek. Müştereklerin merkeziyetçi politikalar tarafından askıya alınmasını ve imtiyazlı piyasa aktörleri tarafından gasp edilmesini engelleyecek, ayaklarını yere bastıracak şehircilik deneyimleri geliştirmek.

Bu politik mirası Polat gibi kişiler sahiplendi

Seretonin’i düzenleyen bağımsız sanatçı ve mimarların bir bölümünün 96’da Birleşmiş Milletler İnsan Yerleşimleri Zirvesi öncesinde bir mucize yarattıklarını biliyorum. Köy yakmaların, zorla tahliyelerin ve yargısız infazların olduğu bir dönemde tehditlere rağmen kendi aralarında bağlar kurdular, uluslararası toplumla dayanıştılar ve devlet politikalarının iyileştirilmesine katkıda bulundular. Sonrasında, 99 felaketinde sivil koordinasyonu kurarak muazzam bir iş başardıklarını da. Sayın Cumhurbaşkanı o tarihlerde Büyükşehir Belediye Başkanı olarak yaşanan bu gelişmelerin en önemli tanıklarından biri.

Kendisi de benzer bir durumdaydı. O da seçilmişlere karşı devlet imkanlarını, imtiyazlarını kullanan kesimlerin tehditlerine, tezgahladıkları darbe girişimlerine karşı sivil girişimlerle, bağımsızlarla işbirliği yaptı.

Sivil toplumla, bağımsızlarla ilişki kurmak için aynı Polat gibi, çok yönlü, açık fikirli bir kişiyi, Ömer Dinçer’i görevlendirdi. 2005’de AB adaylığı kesinleşince, hiç zaman geçmeden İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti seçilmesi için yıllardır çalışan sivil girişime destek verdi, Resmi Gazete’de Başbakanlık Kararnamesi ile başvuru dosyasının hazırlanmasında, seçici kurul karşısında onlara temsil yetkisi verdi.

Bu olaylar alternatiflerin sivil toplumla işbirliği içinde nasıl geliştirilebileceğini gösterdi. Politikanın iktidar tercihlerinden ibaret olmadığını ortaya koydu. Bugün yaşanan krizin de asıl nedeni kökleri geçmişten günümüze uzanan bir meseleyi basit bir iktidar değişimi perspektifi üzerinden okumak.

Belki de bu nedenle geçmiştekinden daha fazla umutluyum, çünkü politik aktörlerin iradelerinin dışında yeni bir durum gelişiyorsa, ülkenin bir kriz olduğu kadar politik dönüşümlerin işaretlerinin görülebileceği nadir anlardan birini yaşadığını düşünüyorum.

Politikacıların kendilerine ait olmayan hafızaları da sahiplenme kabiliyetine sahip olması önemli. Polat belki farkında olarak, belki farkında olmadan bu mirası sahiplendi ve yeniden canlandırmaya çalıştı. Başarabildi mi? Bunun cevabını vermek için zannedersem daha çok uğraş gerekiyor. Polat gibi çok yönlü deneyimlere sahip, sivil toplumla ilişki kurma kabiliyetine sahip kişilerin bu zor koşulların üstesinden gelebileceklerine, ülkenin enerjisini felç eden, kamu imkanları ile ayrıcalıklar elde eden güçlere karşı alternatifler yaratabileceklerine ve suçsuz yere zindanlara atılan insanları da kurtarabileceklerine inanıyorum. 

- Advertisment -