Maçtan sonra İngiliz hoca, kendine uzatılan mikrofonlara, İspanya’nın kupanın en iyi takımı olduğunu, finalde de çok iyi bir futbol sergilediklerini ve şampiyonluğu sonuna kadar hak ettiklerini söyler. Herkesin duygularına tercüman olur. Gerçekten de sağından soluna, sıkı taraftarından göz ucuyla bakanına, uzmanından müptelasına herkes, ilk gününden son gününe kadar kupaya İspanya’nın futbolu damga vurduğu ve şampiyonluk tacının İspanya’nın hakkı olduğu noktasında hemfikirdi. Böylesine bir uzlaşı, futbolda çok rastlanılır bir şey değildir!
Edirne’deki tarihî Mihran Hanım Konağı’nda düzenlenen törende iki yazar koltuğu konmuştu. Birinde Yiğit oturuyordu; diğer koltuk, Selahattin beyinki, boştu… şimdilik. Arafta Düet’in sonunda, kitabın iki yazarı, Yiğit ve Selahattin bey, uzun uzun “politik kurtlarını dökerek” düette senkronize oluyorlar. Fakat bence bu düetin hâlâ bir eksik yanı var: Yazarların biri kitabı kendi derisinin içinde yazmış, diğeri giysileri içinde.
Ruşen Eşref’in elli sayfalık bir kitapçığıyla karşılaştım: Çanakkale’de Savaşanlar Dediler ki. Muharebe esnasında insan bir şey düşünebiliyor mu diye soruyor Ruşen Eşref görüşmecilerinden birine. Hüseyin oğlu Mustafa Onbaşı cevaplıyor: “Hiçbir şey düşünemiyor. Yalnız korkmuyor. O ateşin içinde öleceğini mi kalacağını mı bilmiyorsun. Zabitlerimiz bize tenbih ederdi ki: ‘Oğlum, Selaten Tüncina’yı okuyun.’ derdiler. Bilenlerimiz okurdu. Bilmeyenlerimiz de tekbir alırdı.”
Trump döneminde ABD ile ikili ilişkilerimizi incelersek, böyle bir sempatiyi gerektirecek çok da bir veri bulamayabiliriz. İsrail’in Gazze saldırıları üzerine söylediklerine baktığımızda, herhangi bir yakınlık beslemenin hiç de kolay olmadığını görebiliriz. Netenyahu’ya tam destek veren Trump, “Filistin yanlısı gösterileri bastırıp, öğrencileri sınır dışı edeceğiz” diyor. Trump’ın ABD Başkanlığı yaptığı 4 yıl boyunca da Türkiye ile ilişkiler, çok zor günler yaşadı. Kalıcı birçok tehdit ve uygulama, o dönemden miras kaldı.
Artık ailesi ve ailesinin refahı dışında hiçbir kamusal yükümlülük, ahlak duymayan insanların kar, refah, mutluluk, güç maksimizasyonuyla hiçbir değer, kural, norm dinlemediği bir toplumda yaşıyoruz. Böyle bir toplumdaki kamu gücü de aynı dar ahlaki sorumlukla yapılıyor. O zaman da tanımadığımız insanların geçtiği bir caddede dışarı fırlamış elektirik kabloları mesele olmuyor.