1923 yılı, Nisan ayının başındayız. İrlanda’da Inisherin adasında. Böyle tek bir ada yok ama Aran adaları diye anılan Inishmore, Inishmaan, Inisheer var. Kastedilen açık, kelime anlamıyla da İrlandalı olan ve ana karaya çok yakın bir adadayız. Film boyunca ana karadaki İrlanda İç Savaşının seslerini duyuyoruz. Inisherin’den bile gözle görülebilen, kulakla işitilebilen bir savaş devam ediyor İrlanda’da. Bombalar patlıyor, ortalık birbirine giriyor. Ama savaşın, gürültü patırtının bu kadar yakınındaki bu adanın gündemi farklı. Adalılar her yerde ana karadan başka bir hayat yaşar zaten. Coğrafî yakınlığa rağmen o kadar başka ki hayat bu adada, savaşan tarafları birbirine karıştırıyorlar: “Serbest İrlandacılar birkaç IRA’lıyı idam ediyor. Tam tersi miydi yoksa?”
Tabiatın her türlü güzelliğine rağmen Inisherin kimimize klostrofobik gelebilir. Öyle ya da böyle, her halükârda içe dönük bir hayat var burada; az sayıda ada sakini ağırlaştırılmış bir zamanda, kendi kendilerine yaşayıp gidiyorlar. Adadakilerin karakterine göre değişen iki hayat algısı hüküm sürüyor. Kimisi sonsuza kadar rutini sürdürmek istiyor, hayat bu, buna alışığız biz… Kimisi korkunç haberlerle, kötü hikâyelerle hayatına renk katmak istiyor. Drama merakı her yerde canı sıkılanların, hayatı didiklemekten zevk alanların tutundukları en sağlam dal.
Pádraic (Colin Farrell), muhteşem el örgüsü kazaklarıyla ve neredeyse konuşkan denebilecek kaşlarıyla, adanın bir köşesinde kız kardeşi Siobhán (Kerry Condon) ile yaşıyor. İki çocuk gibi aynı odada uyuyorlar. Kız kardeşi buna sinirlense de, sabahları uyanınca kapıyı açıp Jenny’yi içeri almadan yapamıyor. Jenny de, filmin önemli rollerinden birini üstlenmiş küçük bir eşek. Pádraic ile Jenny insanda aynı derecede şefkat uyandıran iki şahsiyet.
Pádraic öğlene kadar yapması gereken azıcık işi, hayvanları dolaştırmayı vs bitiriyor. 14:00 gibi adanın tek pub’ında en sevdiği arkadaşı Colm (Brendan Gleeson) ile siyah bira içmeye programlı. Bundan önceki onlarca yıldır yaptığı gibi. Birlikte otursunlar, dünyanın en önemsiz şeylerini dünyanın en önemli şeyleriymiş gibi konuşsunlar…
Colm ise, adanın “hayat sorgulayıcısı”. Sonradan, biraz yaşlandıkça buna dönüşmüş. Adada çok az bulunan bu hâl onu adanın “haklı”sı yapıyor aynı zamanda. Kendini çok haklı hissediyor. Tüm “haklı”lar gibi sertliği seviyor. Hayatı olduğu gibi kabul etmek mi? Yaşımızı başımızı almışken, ne kadar zaman kaldığı belli değilken? Bir sahnede 12 yıldan bahsediyor. Kalan 12 yılda da aynı şekilde yaşamaya devam etmek istemiyor. Geriye bir eser bırakmak gibi adadakilere yabancı şeylerden bahsediyor.
Colm keman çalmayı çok seviyor, müziğin kalıcı bir şey olduğunu düşünüyor ve kendisinden geriye bestelerinin kalabilmesi ihtimaline odaklanmış. Ve bizim onları izlemeye başladığımız gün, artık Pádraic’le boş boş konuşarak vaktini harcamak istemediğine, onun yerine düşünmeye ve müziğe zaman ayırması gerektiğine kesinkes karar veriyor. Bu kararını hayata geçirmeyi de bir zorunluluk olarak görüyor. Başka bir şey değil yani… “Sadece artık senden hoşlanmıyorum.”
Pádraic buna ya da rutin dışındaki hiçbir şeye hazır değil. “Sen beni seversin ya…”
O kadar az insanın yaşadığı bir adada yıllarca sürdürülmüş bir arkadaşlığın sona ermesini kabul etmek kolay mıdır? Pádraic için hiç kolay değildir. Hayatının tanımını değiştirmek gibi bir şey. Anlayabildiği hiçbir neden olmaksızın hem de. Pádraic inkâr dönemini sündüre sündüre yaşıyor. 1 Nisan şakası mı yoksa olan bitenler?
Colm kararlı. O kadar kararlı ki, Pádraic geçiştirmeye çalıştıkça, yarenlikte ısrar ettikçe, onu durdurabilmek amacıyla ona zarar vermek istemediği için, kendine zarar vermeyi göze alıyor. Bundan sonra her konuşma girişiminde sol elinin parmaklarını kesmekle tehdit ediyor Pádraic’i. O değerli kemanını çalarken, o kalıcı mühim eserlerini bestelerken kullandığı parmakları tek tek kesmek! Belli ki Colm, Pádraic’in dipsiz masumiyetinin üzerinden derin drama ihtiyacını karşılamak, hayatının sıradanlığını yıkmak istiyor.
Bundan sonrası Colm’un inadı, Pádraic’in dönüşümü ve bizim bu şiir gibi filmden gözlerimizi ayıramamız… Bir de az çok İngilizce bilenlerin eğlenceli “fecking” İrlanda aksanını dinleme keyfi…
Pádraic sıkıcı ya da bayıcı mıdır yoksa iyi kalpli midir? İyi kalplilerden sıkılmak hak mıdır reva mıdır? Colm, olumsuz da olsa Pádraic’in ilgisi olmadan yaşayabilir mi? Hayattan geriye kalacak olan şeyler sanat eserleri midir yoksa insanî olanlar mıdır? Nezaket, vefa, şefkat kalıcı değil midir? Geriye bırakacağımız şeyler hayattan daha mı kıymetlidir?
“Banshee”, İrlanda folkloründe özellikle ölüm haberleri gibi kötü haberler getiren, bu nedenle “ölüm perisi” de denebilecek, devamlı yas hâlindeki ve gözleri ağlamaktan kızarmış, morarmış, kararmış hayali kadın varlıklara deniyor. Her zamanki gibi kadın olan, gelecekten getirdikleri kötü haberleri acımasızca söyleyiveren cadılar… Filmde Mrs McCormick ada sakini ve komşu muamelesi gören bir “banshee”. Kıyısından köşesinden de olsa köy hayatının içinde. Ama tabii ki, “ölüm perisi” olmaktan geri kalmıyor. Kehanetleri gerçek olmasa keşke…
“The Banshees of Inisherin” İrlandalı yönetmen Martin McDonagh’ın 2022 yapımı filmi. Altın Küre’de kendi kategorisinde “en iyi film”, “en iyi senaryo” ödülünü aldı. Colin Farrell da “en iyi erkek oyuncu” seçildi. Hepsi açık ara hak edilmiş ödüllerdi bence.
Filmin çekileceği haberi bile sinema severler tarafından heyecanla karşılanmıştı. Martin McDonagh’ın 14 yıl önceki yine şahane filmi “In Bruges”deki “muhteşem ikili”yi, yani Colin Farrell ve Brendan Gleeson’ı yeniden bir araya getirmesi heyecan vericiydi kuşkusuz. Bu ilginç yüzlere Siobhán rolündeki Kerry Condon, adanın delisi Dominic rolündeki Barry Keoghan ve eşek Jenny rolündeki Jenny de katılmıştı üstelik.
“The Banshees of Inisherin”i birlikte izlerken arkadaşım Fidan’la anlatımdaki minimalliğin Nuri Bilge Ceylan’ı kıskançlıktan çatlatacağını konuştuk. Drama merakı hepimizde var yani. Dozunu tahripkârlığa vardırmamak lazım tabii ama çatışmalar olmasaydı, olmazdık.
Benzer şekilde, Pádraic olmasaydı Colm hiç olmazdı belki ama Colm’ün yakıcı yıkıcı arayışları da olmasa yeni Pádraic ile tanışamazdık. Hayat da, ilişkiler de filmlerdeki gibi hep zor ama çok ilginç. Çıkmaz sokakların nerelere çıktığını görmek ise çok güzel.