Ana SayfaGÜNÜN YAZILARIYüksek ateşten mütevellit rüya

Yüksek ateşten mütevellit rüya

Türk faşizmi ilginç bir özelliğe sahip. Batı ülkelerinde faşizmin devlet karşıtı bir yanı vardır; ezik ve lümpen kitleleri seferber edebilmek için büyük sermayeye, bankalara ve bunları koruyan devlet aygıtlarına düşman bir söylem kullanır. Bizde ise bu yanı hiç yoktur faşizmin; her zaman devletle el ele, kol kola olmuştur, devletin bekasını her zaman en öne koymuştur.

Temel Karamollaoğlu, iki hafta önce Yunanistan’a posta koydu. Yunanistan’da bunun farkına varan olmuş mudur, bilinmez. Bizde farkına varan olmuşsa da ciddiye alan olmamıştır herhalde. Anlamsız bir partinin anlamsız genel başkanı ispenç horozu gibi efelendiğinde kim niye ciddiye alsın ki?

“Denizcilik ve Kabotaj Bayramını kutluyorum” diye başlayan mesajına Karamollaoğlu şöyle devam etti: “Bilinmelidir ki Türkiye, Akdeniz’e en uzun sınırı olan bir ülke olmasıyla birlikte, Ege’de kıta sahanlığı gibi kendi egemenlik haklarını, güvenliğini korumak zorundadır.”

Benim kulağıma gelmedi, ama belli ki Saadet Partisi duymuş; Yunanistan “Türkiye kendi egemenlik haklarını, güvenliğini korumak zorunda değildir, korumamalıdır” demekteymiş! Karamollaoğlu gerekli cevabı yapıştırmış hemen: “Korumak zorundadır.”

“Yunanistan da, iktidar da iyi bilmelidir ki, bizim gözden çıkaracak, tavize söz konusu olacak bir karış toprağımız ve bir damla suyumuz dahi yoktur! Saadet Partisi olarak, egemenlik sahalarımıza kararlılıkla sahip çıkacağımızın herkes tarafından bilinmesini isteriz.”

Nasıl da rahatlatıcı bir beyanat! Duyanın yüreğine serin sular serpiliyor (Yunan yürekleri hariç tabii). Çeşitli sınırlarımızda çeşitli sorunlar yaşıyor olabiliriz, ama açık ki Saadet Partisi sayesinde Ege kıta sahanlığında her şey yolunda; hiçbir şey gözden çıkarılmayacak, hiçbir şey tavize söz konusu olmayacak.

Karamollaoğlu’nun AKP iktidarını da ikaz etmesi, Yunanistan’a “Türkiye, bu iktidardan ibaret değildir!” diye haykırması özellikle önemli. Artık herkes biliyor çünkü: AKP karış karış tüm topraklarımızı, damla damla tüm suyumuzu gözden çıkarmış ve tavize söz konusu etmiş bulunuyor. Niye etmiş, ben tam olarak anlayamıyorum doğrusu, ama Saadet Partisi’nin sınır boylarında nöbet tutacağını, toprak ve suyumuza kararlılıkla sahip çıkacağını bilmek güzel.

“Yunanistan başta olmak üzere, sınırlarımızı ihlal ve işgal etme niyeti olanlar bu gerçeği asla unutmamalıdır” demiş Karamollaoğlu. Daha ne desin?

Kabotaj Bayramı’nın kutlanmasından birkaç gün sonra bir başka cevval Türk, Yunanistan’a tekrar haddini bildirdi.

Devlet Bahçeli ile Ülkü Ocakları Eğitim ve Kültür Vakfı Başkanı Ahmet Yiğit Yıldırım, aralarında “Denizlerdeki Misak-ı Millimiz” başlıklı bir haritayla fotoğrafçılara poz verdi. Bilirsiniz, Ege adalarının iki tanesi (Bozcaada ve Gökçeada) hariç hepsi Yunan toprağıdır. Bahçeli’yle Yıldırım’ın tuttuğu haritada adaların en az yarısı kırmızıydı, yani Türkiye’ye dahil olarak gösterilmişti. Üstelik, sadece irice kaya parçalarından ibaret olanlar değil, Rodos, Girit gibi koca koca adalar Türk toprağı olmuştu!

“Bu haritaya iyi bakın,” dedi Yunanistan Başbakanı Miçotakis, “Girit, Rodos, Midilli, Sakız, Sisam hepsi Türkiye tarafından alınmış. Bu, aşırılıkçıların yüksek ateşten mütevellit rüyası mı, yoksa Türkiye’nin resmî politikası mı? Yeni bir provokasyon mu, yoksa gerçek hedef mi? Cumhurbaşkanı Erdoğan, küçük koalisyon ortağının son tuhaflığına ilişkin tutumunu netleştirmeli.”

Miçotakis’e de, Türkiye’nin irili ufaklı bütün komşularına da acımamak elde değil. Komşu ülkelere efelenmek, yüksek perdeden atıp tutmak, onların toprağını Türk toprağı olarak görmek, oralara asker göndermek küçük koalisyon ortağına özgü bir şey değil artık. İşte, yukarıda göstermeye çalıştım, memleket siyasetinde hiçbir kıymet-i harbiyesi olmayan Saadet Partisi bile oturduğu yerden Yunanistan’a laf atıyor, kabadayılık taslıyor.

Türkiye’de bir zamanlar büyükçe bir faşist parti vardı. Bölüne bölüne üç oldu. Biri iktidarın ortağı, biri muhalefetin ortağı, biri de mini minnacık olmasına rağmen o kadar cazgır ki hem iktidarın hem muhalefetin politikalarını daha da sağa çekmeyi becerebiliyor. Kısacası, Türkiye siyaset sahnesinde faşistleri hesaba katmayan, taleplerini kaale almayan, gocunup koalisyonu terk etmeleri ihtimaline karşı sürekli önlem almak zorunda olmayan, hem onlara cazip görünmek hem de onlarla rekabet edebilmek için her gün biraz daha milliyetçileşmeyen, azgınlaşmayan bir odak epey zamandır artık kalmadı.

Dahası, Türk faşizmi ilginç bir özelliğe sahip. Batı ülkelerinde faşizmin devlet karşıtı bir yanı vardır; ezik ve lümpen kitleleri seferber edebilmek için büyük sermayeye, bankalara ve bunları koruyan devlet aygıtlarına düşman bir söylem kullanır. Bizde ise bu yanı hiç yoktur faşizmin; her zaman devletle el ele, kol kola olmuştur, devletin bekasını her zaman en öne koymuştur.

Bu nedenle, faşizmin hem iktidar ortağı hem muhalefet ortağı olması, bu ortaklıklara (hem derin hem sığ) devletin de dahil olması anlamına geliyor.

Bu durum, özellikle küçük komşularımız için gerçekten korkutucu! Ama bu komşularımızı temin etmek isterim ki, aynı durum bizzat Misak-ı Millî sınırları içinde yaşayan pek çoğumuz için de alabildiğine sevimsiz, rahatsız edici ve evet, zaman zaman da korkutucu.

Korkunun ecele faydası olmadığına göre, yapacak şey şu: Milliyetçiliğin, ırkçılığın, emperyal hülyaların, militarist saldırganlığın, göçmen düşmanlığının her türüne karşı her yerde direnmek, her yerde aykırı ses çıkarmak, hiçbir koşulda ödün vermemek. Onların cazgırlığına karşı daha da cazgır olmak.

- Advertisment -