Okay Gönensin de değinmiş, yaşadıklarımızı 90’larla kıyaslamak, günümüzün siyasi yorum/analiz eğilimi; sanırım Kürt sorununda epeyce yol alındığı izlenimi nedeniyle, (ki, adının çözüm/barış süreci diye benimsenmesi de bu izlenimi pekiştiriyor.) Bunca çözümsüz on[yüz]yıllanmış sorunumuz arasında daralmışken bir iyimserlik umudunu beslemesi nedeniyle daha da içten ve en kitlesel desteğimizle angaje oluyoruz, kısaca “süreç” de denen Kürt sorununun çözümünü müjdeleyen gelişmelere toplum birden etnik sorunlar karşısında daha duyarlı hale geldiğinden değil. Bunun çözümü konusunda bile umutlu gelişmeler olabiliyorsa başka kronik sorunlarımız konusunda da umutlanacak nefes alacak, aralıklar, çatlaklar açılır beklentisiyle 90’larla karşılaştırmak bu umudu pekiştiriyor. Çünkü 90’larda devletin içinde bu sorunu derinleştirmeyi vazife edindiği sonradan ayyuka çıkmış jitem gibi yapılanmaların artık tasfiye olduğu iyimserliğiyle sarılınıyor bugün-90’lar kıyaslamasına.
Haydi Pervin Buldan’dan duyup sosyal medya videolarından da izlediğimiz, “O zaman sadece jitem gibi dar kapsamlı örgütlerle onların hedefi lider profilli Kürtler arasında cereyan eden karşıtlığın, artık tamamı jitemleşmiş devlet güçleri”yle sıradan hayatını yaşayan halkın arasına sıçramış olması eğilimini bir kenara bıraksak bile, gözümüzü ve aklımızı Kürt sorunundan başka sorunlara çevirdiğimizde karamsarlık Kürt sorunu konusundaki hayal kırıklığımızı iyice koyulaştırıp, o sürecin teselli edici etkisini de silip süpürüyor.
10 Ekim Ankara katliamı benim kuşağımı 80 darbesi öncesi günlere, yani 70’lere götürdü. Sadece 1 Mayıs 77 katliamıyla değil, daha ziyade de, soykırım olamadıysa bile apaçık bir faşist kalkışma olan Maraş ve Çorum katliamlarına. Evet Milliyetçi Cephe(MC) iktidarları da bugünün AKP’siyle paralel konumdaydı.
Özal’ın birleştirmeyi açıkça telaffuz ettiği dört eğilim de zaten o MC’d.jpg)
n MC’siyle karşı karşıya olduğumuzun farkında olmalıyız. Statüko karşıtlığı hareketin çıkışında vardı. MC’lerde ılımlı sağla faşizan sağı bağlayan maya olurken, kendi değişmez statülerini iyice pekiştirmiş Erbakan liderliğindeki ezeli mağdur/mağlup söylemli MSP çizgisinin 28 Şubatla iyice tescillenmiş aczinde kasılıp kalmışlığa isyan edip, kendi kaderini tayin etmek isteyen enerjik bir kadronun çıkışı olarak başlamıştı AKP hareketi. Yapısı itibariyle, sonradan Kürt siyasi hareketinin sahiplenip ısrarla sürdüreceği eşbaşkanlık sistemine en yatkın oluşum gibi görünüyordu.
Hatta uzaktan bakanlardaki ilk izlenimi en azından Erdoğan’la Gül’ün birlikte liderlik ettiği; hatta o ilk basın toplantısında masada oturmuş heterojen kadronun kolektif liderliğiydi. Sonra malum yakın tarih, bu izlenimleri boşa çıkartıp, Cumhuriyet tarihinin en lider bağımlısı partisine dönüştürdü; Ama dönüştürürken statüko karşıtlığı da yerini hem kendi içinde hem de yönettiği toplum karşısındaki keskin bir otoriterliğe bıraktı, ki; iktidara geldikten sonraki çeşitli kararsız salınımların ardından yarım asır öncenin MC iktidarlarıyla buluşacakları istikrarın koordinatlarını tayin eden de zaten o otoriter siyasi kimlik oldu.
.jpg)
.jpg)


.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
