Mesela TOKİ’nin emekçi sınıflara dost bir kurum olup barınma koşullarını iyileştireceğine, zaten kıt-kanaat kurdukları yaşamlarının da tehdidi.jpg)
AKM’ye gelince, operadan başlarsak; Richard Wagner’in müzik, tiyatro, şiir, dans ve sahne dekorunu birarada barındırdığı için Gesamtkunstwerk [Bütünsel Sanat Eseri] olarak adlandırdığı opera, modern zamanların dönüm noktası baroktan itibaren sosyal hayata da damgasını vurmuş gösterişli bir sahne sanatıydı. Büyük kentlerin merkezlerine yapılan opera binaları senfonik konserlerin de verildiği rutin programlarıyla kısa zamanda modern yaşamın çekim alanlarına dönüştü. Gösterişli giriş ve fuaye salonlarıyla opera binalarının neo-klasik mimarileri daha ziyade aristokrasinin damgasını taşıyor, yeni burjuva sınıfı da fuaye, salon ve localarda boy göstererek bu sınıfın hayatına nüfus ediyordu. Kısacası; sahnesi sahnelenen oyun ve konserlerin, salonları da seçkin sosyal yaşamın sahneleriydi. Düzenli aralıklarla boy göstermek şehrin seçkinlerine dahil olunduğunun işaretiydi. 19.yüzyıl bu alışkanlıkları iyice pekiştirdi.
Bu aristokratik debdebenin son bulduğu 20.yüzyılda yapıldığından kentlilerle ilişkisi barışık olan İstanbul’un operası AKM ise, sükunetle yerinde durup tanımı, muhattabı belli işlevini yerine getireceğine, konu olup, gündem işgal edip duruyor. Kaderi bir bakıma Berlin’deki Alman parlamento binası Reichstag’a benzedi. O da daha yapılırken çiklet misali uzamış bir stil tartışmasına konu olduktan sonra Nazileri iktidara taşıyacak provokatif komplolardan biri olarak kundaklanıp, harpte de ciddi hasar görmüştü.
Duvar yıkılıp Berlin yine birleşik Almanya’nın başkenti olurken Norman Foster’in mimari projesiyle ilham verici biçimde yenilendi. Üzerine konan cam kubbe hem içinde cereyan eden meclis oturumunun hem de dümdüz araziye yerleşmiş kentin panoramik seyrine imkan tanıyan bir göze dönüştü. Bina sonundaki yaratıcı müdahaleyle nihayet huzura kavuştu.
Ama AKM atlattığı nice badireden sonra böyle bir mutlu sona varacak gibi durmuyor, tersine devletin en yetkili ağzından yıkılacağı açıklanıp yerine hayali izlenimi veren fantazmagorik projeler dolaştırılmaya başlandı bile.
Bunca deneyimden sonra siyasetin ve kamu yönetiminin sosyal hayatın akışı önündeki engelleri kaldırıp akışkanlığını sağlamak olduğu hala anlaşılamadı. Önünü açmak ne? Tersine, işleyen kanallarını, zaten akmakta olanı, tıkamaktan da geri durmuyorlar. AKM birkaç onyılda projelendirilip yapılmış, 60’larda solun güçlenmesinin önünü tıkama hedefli bir devlet komplosu izlenimi veren bir provakasyonla kundaklanıp.jpg)
.jpg)
http://www.birikimdergisi.com/haftalik/8351/fakat-ne-yazik-ki-stat-bostu#.WTjseYWhnYX
Futboldan, biraraya gelip kitleselleşirken iktidar karşıtına da dönüşmelerinden korkuluyor da, operayla klasik müziğin kitleyi taraftarlaştırıp ajite ettirici bir yanı da yok. Dünyanın ince bir zevkinden nasiplenilmiş, izleyicisi, profesyoneli alışkanlığı oluşmuş bir sosyal aktiviteyle neden uğraşılır? Eğer anti-batı bir tutumsa bu yolun doğru ışid’vari bir vandalizme çıkacağı uyarısıyla yetinelim. Işid’in terörden de beter tarafı insanı, insanlığın ürettiği her şeye karşı en saf dürtüleriyle başbaşa kalmaya çağırması değil mi? Kısaca başa çıkılamayan medeniyetle en vahşi dürtüleri kuşanarak yüzleşme çağrısı.
Üstelik İstanbul’un opera binası AKM’nin inşası yukarıda anlattığım 19.yüzyılla sonlanan modernleşmenin başlangıç devrinden 20.yüzyıla kaldığından ve tabii ki programı tanımlayan devlet bürokrasisi ve mimarının da tercihleriyle o ilk dalganın aristokratik seçkinlik işaretleriyle yüklü de değildi. Kaldı ki genç bir şehir olarak operasına 20. yüzyılda kavuşmuş New York’un bir avlu etrafında kümelenmiş kampüsü Lincoln Center neo-klasik mimariyle şekillenmese de sadeleşmiş yüksek kolon ve saçaklarca kuşatılmış avlu bir bütün olarak Manhattan yarımadası içindeki yegane klasik düzenli anıtsallık olarak ayrışarak seçkinleşmektedir.
Bu bakımdan AKM’nin mimarisi, gerek cephe kurgusu ve iç mekan donatısı gerekse de çevresiyle ilişkisi bakımlarından kentlilerle arasına seçkinlik duvarları ören bu opera binası geleneğinden aşikâr şekilde uzak durmaktadır. Önündeki bir basamak düşük taşlık, bitiştiği meydanın kıyısında davetkâr bir buluşma alanıdır. Ötesi, seçkinliğin piyasa yeri olmasına alışılmış fuayeleri mimarinin perdeleme katmanlarından muaf tutulup, mahremiyeti tamamen ihlal ederek kat kat olduğu gibi İstanbul’un en popüler kamu alanı Taksim’e açılmıştır.
Şöyle de düşünülebilir: Parçası olduğu Taksim’den ne kaldı ki AKM hafıza tazelemeye devam etsin? Evet önce Gezi gitti, ardından büyük bir altgeçitin beton tabliyesine dönüştü; sonra da ardına konacağı ilan edilen cılız bir cami kompleksiyle meydanı sınırlayan su taksim deposunun çeşme duvarının hafızalardaki bağlamından kopacağı anlaşıldı. Geriye, anıtla Marmara cafe’den başka şey kalmamıştı. Medyada dolaşan projeye göre yeni binanın Gümüşsuyu’na doğru kayarken meydana doğru da uzayacağı anlaşılıyor. Bir de bina cephesinin hareketlendirilip, sahnenin sadeliğine son verileceği…
Özetle varolan değerleri kaybolurken yeni ne kazanacak? İddia ve vaat bile yok ortada. Issız boşluğa çevresini bastırıp ne olduğu belirsiz bir iddianın ifadesi niyetine yerleşip yer işgal edecek.
Don Quixote’vari tutumlarıyla Taksim’de hasım belledikleri bir sembol nesneden daha kurtulacaklar o kadar.



.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)
.jpg)