Ana SayfaYazarlarAKP’NİN Atatürkçülük hamlesi

AKP’NİN Atatürkçülük hamlesi

 

Alper Görmüş, AKP’nin “Atatürk hamlesi” hakkındaki yazılarında birbiriyle irtibatlı üç tez ileri sürdü:

 

Bir: Cumhurbaşkanı Erdoğan iki yıldan beri, laiklik-dindarlık kutuplaşması üzerine oturan siyasi saflaşmanın yerine “millilik” eksenli yeni bir saflaşmayı geçirmeye çalışıyor.

 

İki: AKP’nin Atatürk hamlesi, 2015’ten beri olgunlaşması için gayret edilen bu millilik siyasetinin doğrudan bir uzantısıdır.

 

Üç: AKP’nin bu millilik çağrısı, çağrı yapılan kesimde iki tür yankı buldu: Ordu dâhil olmak üzere devlet bürokrasisi, Cemaat karşıtlığı, Kürt siyaseti karşıtlığı ve Batı karşıtlığı üzerinden geliştirilen millilik siyasetini kabul etti; burada AKP ile aynı dalga boyunda buluştu. Lâkin laiklik hassasiyeti yüksek ve seküler yaşam tarzı hususunda endişe taşıyan sivil taban ile onların siyasi temsilcileri, AKP’nin bu millilik siyasetine pek yüz vermedi.

 

Atatürk’e demir atmak 

 

Görmüş’ün (mealen aktardığım) bu üç tezine de katılıyorum. İlk olarak, gerçekten de son iki yıldır “millilik” iktidar açısından siyasetin merkezi kavramı haline geldi. Daha önce izlediği siyasetleri özgürlük, demokrasi ve hukuk devletine referansla meşrulaştırmaya çalışan AKP, bu kavramalarla olan irtibatı zayıfladıkça milliyetçiliğe daha fazla sarılmaya başladı. Agresif bir milliyetçiliğe kaydı; bütün hayatı “millilik” ve yerlilik” üzerinden okumayı dayattı. Kendisine yapılan haklı-haksız her türlü eleştiriyi gayri-millilikle yaftaladı. Eleştiri sahiplerini yerli olmamakla, kökü dışarıda olmakla damgaladı. Erdoğan’ı ve AKP’yi savunmak “vatanı savunmak” ile bir tutuldu. Dolayısıyla Erdoğan’ı ve AKP’yi eleştirmek de ülkesine, milletine ve vatanına karşı olmakla eş anlamlı olarak kullanılmaya başladı.

 

İkinci olarak, milliliği böylesine parlatan bir siyasetin sonunda gelip “en milli kahraman”a bir şekilde demir atması da kaçınılmazdı. Nihayetinde Atatürk, Türkiye’de her politik eğilimin kendi icraatı ve tahayyülünü meşru kılmak için yaslandığı sağlam bir zemine işaret ediyor. Her iktidar gibi AKP de sıkışmışlığını bu zeminden istifadeyle aşmak, politik tercihlerine milli mücadele ve Atatürk üzerinden bir hat açmak istiyor. Bu itibarla ve Görmüş’ün de belirttiği üzere, AKP’nin Atatürkçülüğünü salt 2019 hesaplarıyla sınırlı sanmak insanı yanıltabilir. AKP’nin daha uzun vadeli ve daha iddialı hedeflerine dayanak yapmak için bir Atatürk açılımına girdiğini düşünmek daha doğru olabilir.    

 

“Kemalist devrime teslim olma”

 

Ve üçüncü olarak, Atatürk ile harmanlanmış bir milliliğin devlet bürokrasisi tarafından muhabbetle karşılanması da doğal. Bilhassa Kürt meselesinde müzakereci yaklaşımlardan hazzetmeyen ve Batı’ya da bu yüzden hep şüphe ile bakan bürokratik bir kliğin, demokrasiden, özgürlükten ve hukuktan uzaklaşan millici bir siyaseti hevesle kucaklaması şaşırtıcı değil. Onlar AKP’nin bu yola girmesini yanlıştan dönme şeklinde telakki ediyor. Güvenlik siyasetinin baş tacı edilmesi ve Avrasyacı tezlerin yeniden itibar kazanması bunun yansıması. Öyle ki Doğu Perinçek, olan bitenden duyduğu memnuniyeti “AKP ve Erdoğan, Kemalist devrime teslim oldu” sözleriyle dile getirmekte.

 

Buna mukabil devlet katındaki bu kabulün sivil kesimlere sirayet ettiği söylenemez. Onlar AKP’nin millilik siyasetine bir prim vermedikleri gibi, AKP’de aniden patlayan Atatürk sevgisine de bir kıymet biçmediler. İktidarın Atatürk’e yaklaşma çabaları, bu gruplardaki katılığı yumuşatmadı. Yani resmi düzeyde AKP’nin hareket alanını genişleten Atatürkçülük ve millilik, sivil düzeyde AKP’ye duyulan nefreti ve öfkeyi dindirmedi; müspet olmasa da nötr nazarlarla bakılmasını sağlayamadı.

 

Peki, durum buysa AKP’nin — en son hem Atatürk Kültür Merkezi’nin projelendirmesinde, hem 10 Kasım törenlerinde olduğu gibi — ısrarla Atatürkçülüğe meyletmesinin nedeni nedir? Görmüş’ün ifadesiyle “laiklik-dindarlık eksenli siyasi mücadelenin laiklik tarafında yer alanların, onun dışındaki herhangi bir pozisyonu İslamofobilerini aşındıracak ölçüde benimsemeleri mümkün değilse, bu gayret niye? Erdoğan ve AK Parti neden ısrar ediyor?”

 

İkna mümkün mü?

 

Görmüş bu soruya benim ilginç bulduğum bir yanıt veriyor: “Benim cevabım şöyle: Demek ki laik kesimdeki katılığın bu söylemlerle kırılabileceğine inanıyorlar; bugün değilse yarın. Böyle olunca, Erdoğan ve AK Parti’nin laik kesimlere yönelik sempati hamlelerinin önümüzdeki dönemde yoğunlaşarak devam edeceğini güvenle öne sürebiliriz.”

 

Tam bu noktada Görmüş’ten ayrılıyorum. Bana göre AKP’de, kısa veya uzun vadede laik kesimleri ikna edebileceğine dair bir inanç yok. AKP kurmayları, taraftarlarının bir kısmının bile burun kıvırdığı bir dalganın aleyhtarlarına hiç tesir etmeyeceğini bilir. Çünkü laik kesimdeki AKP karşıtlığı çok yoğun. AKP’nin türlü atraksiyonlarla bu karşıtlığı seyreltmesi olanaksız denecek derecede zor.

 

Elbette önümüzdeki günlerde AKP laiklik temalı faaliyetlerini artırabilir. Mesela partinin ileri gelenleri Anıtkabir’i gün aşırı yol yapabilir. Her sözlerine Atatürk ile başlayabilir, her beyanlarını Atatürk’ten alıntılarla süsleyebilirler. AKP asıl Atatürkçünün kendisi olduğunu söyleyebilir; Atatürk’ün mirasının gerçek taşıyıcısının kendisi olduğunu iddia edebilir. Ancak bunları ve daha ötesini de yapsa, AKP, laik kesimin yüzünü kitlesel olarak kendine döndüremez, onlarda kendine dönük olumlu bir hissiyatın uç vermesini sağlayamaz.

 

“Bürokratik olur”un tahkimi

 

AKP yönetiminin de bunun farkında olduğu kanısındayım. Onların da laik kesimden kendilerine yönelecek bir destek beklentisi içinde olduklarına ya da buna ihtimal verdiklerini zannetmiyorum. O halde bu hamlenin altında ne yatıyor? Benim iki tahminim var:

 

Birincisi, millilik siyaseti sayesinde laik bürokratlar ve elitler seviyesinde elde ettiği “olur”u Atatürkçülük ile tahkim etmek. AKP sivil laiklerin gücünü arkasına alamayacağından adı gibi emin. Bununla birlikte, laik bürokratların vereceği aleni veya zımni bir kabule, onlardan alınacak olan desteğe hayati bir önem atfediyor. Zira bu sayede politikalarını daha kolay yürütebilecek bir ortama kavuşacağını ve kendisine dönük risk alanlarını nitelik ve nicelik olarak azaltacağını düşünüyor.

 

İkincisi, Atatürk ile kurulan ilişkinin seviyesi ve biçimi AKP’nin siyasi serüveniyle doğrudan ilintili. AKP’nin içinden çıktığı siyasi hareket, muhalefet iken Atatürk’ü sembolize eden her şeyden uzak ya da karşıt bir tavır içindeydi. Zamanla bu hareket siyasetin merkezine yaklaştı, yerel ve merkezi hükümetlerde rol kaptı ve Atatürk’e olan mesafesini kapattı.

 

RP için Atatürk ile irtibatlanmak çoğu kez yasal mecburiyetlerden kaynaklanıyordu. Fakat AKP için farklı bir durum söz konusu; burada sosyolojik bir zorunluluk da var. Çünkü AKP bir merkez partisi oldu ve destek aldığı kesimler çeşitlendi. Bugün AKP’ye oy verenlerin arasında Atatürk’e ve onun dönemine hiçbir itirazı olmayanlar da var, partinin Atatürk ve Cumhuriyet ile sorunlu gibi gösterilmesinden rahatsızlık duyanlar da. Bu seçmenler önemli bir yekûn da tutuyor.

 

Bundan ötürü AKP, tek bir oyun bile hesabının yapılacağı bir seçimin öncesinde, Atatürk’e sahip çıkarak böylesi bir duyarlılığı taşıyanların başka bir adrese — mesela “Atatürk’e sahip çıkan milliyetçi bir merkez” inşa etmeye soyunan İYİ Parti’ye — yönelmelerinin önüne geçmeye çalışıyor.

 

Muhtemelen ilerleyen günlerde bu mevzular üzerinde daha çok duracağız. 

- Advertisment -