Tarih, Türkiye’nin sırtında bir yük müdür, elinde bir imkân mıdır?
Bu sorunun cevabı belli: Kimi zaman yük, kimi zaman imkândır. Ama her hâlükârda, yol kenarına bırakabileceğiniz bir bavul değildir. 1960 ve 70’li yıllarda, iki ayrı dönemde Hariciye’nin başında bulunmuş olan İhsan Sabri Çağlayangil’in hatıralarında şöyle bir anekdot var:
“NATO’nun yılda bir ilkbahar, bir sonbahar toplantısı olur. Bunlardan biri dönüşümlüdür. Alfabetik sıraya göre her yıl bir NATO ülkesinde yapılır. Diğeri Brüksel’de NATO karargâhında olur. İzlanda bir NATO ülkesi. Sıra İzlanda’ya geldi. Reykjavik’de toplantı yapılacaktı ve gittik. Ev sahibi meslektaşıma:
“Buraya ilk defa geliyorum. Diğer ülkeleri ziyaretimde hep ‘Siz vaktiyle şöyle yaptınız, böyle yaptınız’ diye hikâyeler dinlemekten bıktım. Herhalde atalarımız fırsat bulup da kuzey kutbuna gelememişlerdir?”
İzlanda Dışişleri Bakanı gülerek:
“Maalesef” dedi ve ekledi. “Türkler vaktiyle gemilerle buradan geçerken adamıza da uğramış, güzel kızlarımızı gemilerine doldurup götürmüşlerdir…”
Çin’in Doğu Türkistan’da yaşayan Uygur Türkleri üzerindeki asimilâsyon politikaları bugünlerde hem dünyanın, hem de Türkiye’nin gündeminde. ‘Türkiye bu zulüm karşısında ne yapmalı?’ sorusuna cevap aranırken, ‘tarihin yükü’ ister istemez bir kez daha karşınıza çıkıyor.
‘Ejder’in küresel sahneye çıkışı
Bütün güç parametreleri gösteriyor ki, Çin yeni küresel güç olarak dünya sahnesine ağırlığını koymakta. Küresel finans uzmanları, Çin’in yetmiş yıldır para sahnesine çıkan ülkeler arasında, sistemin en önemli katılımcısı olan Amerika’ya potansiyel bir hasım olabilecek ilk oyuncu olduğunu söylüyor. Bu ülkenin, 2013 ortalarında 3,5 trilyon doları bulan döviz rezervi dünya tarihinin gelmiş geçmiş en büyüğüydü.
Çin’in 2013 yılında dünyaya ilan ettiği ‘Tek Kuşak Tek Yol’ projesi, özünde tarihî ‘İpek Yolu’nun canlandırılması üzerine kurulu. Bir ayağı karadan; bir ayağı denizden giden; ticaret yollarını birbirine bağlayarak, dünyada küresel düzeyde ekonomik entegrasyon yaratmayı hedefleyen bir proje. Bugüne kadar benzeri görülmemiş çapta bir proje. Bu vizyonu hayata geçirmek amacıyla, çok sayıda Çin devlet şirketi, bir trilyon dolara yaklaşan bir yatırımla, sayıları bin beş yüzü aşan projeler dizisini eş zamanlı yürütüyor. Dünyada bilinen enerji kaynaklarının %75’i; nüfusun %70’i; gayri safi millî hasılanın %55’i bu projenin kapsama alanında. Küresel finans uzmanları, üretim ekonomisine dayanan, yani reel karşılığı olan bu projeyle, küresel düzeyde yeni bir ekonomik düzenin temellerinin atılmış olacağı, bu durumun Amerika’nın karşılıksız dolar basma tekeli üzerine kurduğu finansal hâkimiyete büyük bir meydan okuma olduğunu söylüyor.
Hâsılı, Çin artık, sahnenin yeni küresel gücüdür ve herkes Çinlilerin bu ‘güç oyunu’nu nasıl oynayacaklarını merak ediyor. Fakat dünyanın şu talihsizliğine bakın ki; sahnenin bu yeni küresel gücü de; tıpkı ötekiler gibi, insan hakları, demokrasi, hukuk devleti gibi temel değerlerden hazzetmemektedir. Hatta, Çin’in bu konularda, Rusya’nın bile gerisinde olduğunu söylemek yanlış olmaz. Bu durumu, Çin’in hem iç, hem de dış siyasetinde gayet net çizgileriyle görmek mümkün. İçerideki en dramatik örnek, Doğu Türkistan’daki Uygur Türklerinin durumudur.
Çin’in Doğu Türkistan’a bakışı
Doğu Türkistan’da, kimi verilere göre 25; kimi verilere de göre de 50 milyon civarında Müslüman Uygur Türkü yaşıyor. Birleşmiş Milletler’in ve uluslararası kuruluşların raporları, Çin’in bu bölgede senelerdir ‘asimilasyon politikası’ uyguladığını gösteriyor. Çin’in, bu amaçla vahşice yöntemlere başvurduğu hem raporlarla hem bölgeden gelen insanların anlatımlarıyla sâbit.
Tim Marshall, ‘Coğrafya Mahkûmları’ adlı kitabında Çinlilerin, Doğu Türkistan’a baktıklarında ne gördüğünü şöyle anlatıyor:
“Sincan, Çin’in kaybetmeyi göze alamayacağı kadar büyük bir stratejik öneme sahip: Sekiz ülkeyle komşu olarak merkeze tampon olmasının yanı sıra, Sincan aynı zamanda petrol bakımından zengin topraklara sahip ve Çin’in nükleer silah talimleri burada yapılıyor…”
Çin’in ‘Bir Kuşak, Bir Yol’ projesinin devreye girmesi ile bu bölgenin Çin açısından önemi daha da arttı, zira Uygur Türklerinin yaşadığı bölge, ‘Yüzyılın Projesi’ diye nitelendirilen, Çin’den başlayıp Orta Asya’yı ve Akdeniz’i geçtikten sonra Avrupa’yı da boydan boya aşarak Atlantik’e kadar giden ‘yeni İpek Yolu’nun güzergâhı üzerinde.
Türkiye Uygur Türkleri İçin Ne Yapabilir?
Kendi soydaşı olan Uygur Türklerinin haklarını savunmak; Çin devletinin bu baskı politikalarına sessiz kalmamak, Türkiye’nin boynunun borcudur, burası tartışılmaz.
Mesele, bunun hangi yöntemlerle yapılması gerektiğinde düğümleniyor. Türkiye’nin, Çin’in Uygur Türkleri üzerindeki baskılarını sona erdirecek bir etki gücünün olmadığı âşikâr. Esasen, dünya üzerinde hiçbir ülkenin, Çin’i bu insan hakları ihlâllerine son vermeye zorlama gücü yok.
Peki ne yapılabilir?
Çin’i hedef tahtasına oturmak yerine, onunla siyasi ve ekonomik ilişkiler geliştirmek muhtemelen çok daha etkili sonuçlar verebilir. Ankara ile Pekin arasında kurulacak bir‘güven ilişkisi’ Doğu Türkistan’daki soydaşların üzerindeki baskıların azaltılmasında daha etkili sonuçlar üretebilir.
Çin, bir küresel güç olarak Türkiye için ne ifade eder?
Dünyanın, bir gücün veya ‘nüfuz alanlarını paylaşan iki ayrı küresel gücün’ kontrolünde olması -bu güç ister Amerika ister Rusya olsun- bilhassa Türkiye gibi bölgesel güçler açısından sıkıntılı bir tablodur. Türkiye gibi bölgesel aktörler, küresel güçler arasındaki çıkar çatışmalarının açtığı alanlarda manevra yapar ve etkili olurlar. Bu sebeple, Çin’in dünya sahnesine ‘üçüncü küresel güç’ olarak dahil olması, Türkiye açısından bazı yeni manevra alanları yaratabilir.
Türkiye’nin mevcut iki küresel güç ile ilişkisi ortada. Rusya ile kritik dönemeçlerde, bazı ‘taktik ittifaklar’ kurulabiliyor, enerji gibi alanlarda uzun vadeli anlaşmalar yapılabiliyor, ancak hem yakın tarihin ve Soğuk Savaş yıllarının ağır yükü, hem de Moskova’nın Türkiye’nin bulunduğu bölgede barışı ve istikrarı önceleyen politikalar izlememesi yüzünden, kalıcı stratejik işbirliği zor görünüyor.
Amerika ise, son 50 yılda Soğuk Savaş şartları içinde, ‘Rus tehdidi’ne karşı Türkiye’nin güvenliğine katkıda bulunmuş bir küresel güç. Ancak Soğuk Savaş sonrasında, Ortadoğu politikalarını tamamen İsrail’in çıkarlarını esas alarak şekillendiren Amerika, Türkiye için giderek ‘stratejik müttefik’ olmaktan çıkıp, ‘varoluşsal tehdit’ yaratmaya başladı.
Bu bakımdan, Çin’in ‘üçüncü küresel güç’ olarak devreye girmesi -elbette izleyeceği politikalara da bağlı olarak- Türkiye için önemlidir.
Çinlilerle Türklerin, Asya’nın derinliklerinde bundan aşağı yukarı bin yıl önce, ‘düşmanlık ilişkisi’ içinde oldukları biliniyor. Ancak bu ‘uzak tarih’ bugünkü işbirliğinin önünde bir ‘potansiyel engel’ teşkil etmiyor. ‘Tek Kuşak Tek Yol’ projesi Türkiye ile Çin arasında yeni ve sağlıklı bir ilişki zemininin kurulmasına yol açabilir. İran sınırından Avrupa’ya uzanan, Türkiye coğrafyası ve Türkiye’nin hinterlandı diyebileceğimiz alan, bu projenin geçiş güzergâhı üzerinde. Projeye dair haritalar, planlanan yeni ticaret yollarının İran’ın, Irak’ın ve Suriye’nin kuzey bölgelerinden geçerek Türkiye’ye girdiğini, Türkiye’yi boydan boya geçerek Balkanlar üzerinden Avrupa’ya doğru devam ettiğini gösteriyor.Yeni ticaret yollarının kurulması, bu yollar üzerinden küresel ekonomik sistemin yeniden şekillendirilmesi, ancak bu hatlar üzerindeki ‘güvenli alanlar’ ve ‘istikrarlı siyasi yapılar’la mümkün.Çin ile Türkiye’nin vizyonunun örtüştüğü yer burası. Zira Türkiye son 15 yıldır, çevresindeki ülkelerle ekonomik ve sosyal temelde bütünleşmeyi öngören ‘bölgesel entegrasyon’ politikası yürütüyor.Bu yaklaşım, öteki iki küresel gücün bölge politikalarıyla ne kadar çatışma halindeyse;Çin’in ihtiyaç duyduğu ‘ticaret için istikrar’ arayışıyla o kadar uyumludur.
Amerika’nın İran’ı hedef tahtasına oturtması,Irak’ın ve Suriye’nin kuzeyinde kukla devlet kurma çabaları, bu suretle bölgenin istikrarsızlaştırılması Çin’in ‘Tek Kuşak Tek Yol’ projesinin güzergâhına mayın döşemek demektir.Daha önce bir yazımızda belirttiğimiz gibi, Amerika’nın bu hamlelerini,Çin’in önünü kesme çabası olarak görenlerin sayısı az değil. Amerika’nın hedef tahtasına oturttuğu İran’ın,Çin’in en büyük enerji tedarikçilerinden biri olduğunu burada hatırlatalım.
Çin’in, küresel sahnede etkili olabilmesinin yollardan biri, Türkiye gibi bölgesel güçlerle sağlam ilişkiler kurabilmesinden geçiyor. Bir başka deyişle, Doğu Türkistan’da olumlu yansımaları olacak bir Ankara- Pekin ilişkisi, bugünün jeopolitik şartlarında hem mümkün, hem de iki başkent için de elzem görünüyor.