spot_img
Ana SayfaYazarlarBir hukukçu: Roland Freisler

Bir hukukçu: Roland Freisler

 

[12 Ocak 2019] Yukarıda solda, bu sefer Freisler’in bir makam portresi. Sağda, Hitler’in 1934’te kurdurduğu, 1936-42 arasında Otto Thierack’ın yöettiği, 1942’de ise Freisler’in başkanlık görevini devraldığı Halk Mahkemesi’nde bir duruşmanın açılışı. Muhtemelen Hitler’e 20 Temmuz 1944 bomba suikasti sanıklarının yargılanmasıyla ilgili. Zira en soldaki üniformalı, komplonun bastırılmasında önemli rol oynadıktan sonra mahkeme üyeliğine getirilen General Hermann Reinecke (Nürenberg’de müebbet hapse mahkûm edilecek). Sağdaki, Başsavcı Ernst Lautz. Ortada Roland Freisler. Hepsi ayağa kalkmış; Nazi selâmı veriyor ve “Heil Hitler!” diye bağırıyor. Kendinizi böyle bir heyet önünde düşünün. Ne yapmış veya yapmamış olursanız olun. Ne umabilirsiniz? Nasıl bir adalet bekleyebilirsiniz?

 

Freisler, 1893-1945. Aşağıdaki bilgilerin çoğunu internetten alıp kendi yorumlarımla birleştiriyorum. Fiziksel cesaretinden kuşku yok. Faşist ve Nazilerin, katillerin ya da geleceğin diktatörlerinin de pekâlâ kişisel kahramanlık özellikleri taşıyabileceğini geçmişte çok yazdım (biz Hitler, Mussolini, Slobodan Milosevic… ve Nâzım’ın “domuzuna yiğitti” diye tasvir ettiği, “Ermeniler kesilirken” göbeğine kadar kana gömülen Topal İsmail). Freisler de Birinci Dünya Savaşı’nda önce piyade subay namzedi. 1915’te teğmen. İki kere Demir Haç nişanı sahibi. Aynı yılın Ekim ayında Doğu Cephesinde yaralanıyor ve Ruslara esir düşüyor. Rusça öğreniyor ve devrim patlak verdiğinde Marksizme ilgi duymaya başlıyor.  Bulunduğu esir kampı Bolşeviklerin eline geçtiğinde, kampın iaşesinden sorumlu “komiser” tâyin ediliyor.

 

                                                                  *          *          *

 

Bunun tam ne anlama geldiğini bilemiyoruz. Ama o çalkantılı yılların kapitalizme ve liberal demokrasiye alternatif Yeni Düzen arayışları içinde, çok insan Faşizm/Nazizm ile Komünizm arasında gidip gelmekte. Mussolini’nin İtalyan Sosyalist Partisi’nin en üst kademelerinden, Avanti editörlüğünden Fasci di Combattimenti kuruculuğuna geçivermesi — ya da günümüzde, çok daha küçük ve komik ölçekte olmakla birlikte, Sosyalist Parti’nin İşçi Partisi’ne, İşçi Partisi’nin Vatan Partisi’ne dönüşüvermesi — tesadüf olmadığı gibi, Alman Nasyonal Sosyalist İşçi Partisi’nin (NSDAP) işçicilik iddiası da basit bir yalan ve aldatmacadan ibaret değil. Hele serbest piyasa ekonomisinin krizi koşullarında, “enternasyonalist” değil “nasyonalist” olmak kaydıyla, eşitlikçi ve sosyal adaletçi fikirlere ilgi sağda da çok yaygın. Esasen işçi sınıfını (İtalyan ve Alman işçi sınıflarını) sosyalizm ve komünizmin etkisinden kurtarma projesi de bu yüzden gündeme geliyor. Bir yandan, sol sendika ve partilere yönelik muazzam bir şiddet, ama diğer yandan da işsizliğe, enflasyona ve büyük burjuvaziye karşı belirli bir “sosyal” propaganda, bu projenin iki ayağını meydana getiriyor.

 

Ve işin enteresan tarafı, bu pleb söylem ister Faşizm, ister Nazizm saflarında kendi samimî inananlarını yaratıyor. Marksist veya Leninist bir sosyalizm istemiyorlar kuşkusuz; ama iktidarın bir şekilde patronlardan, büyük başlardan kendilerine, sokağa geçmesini arzuluyorlar. Dolayısıyla 1920-1934 arasında NSDAP’ın, kulağa ne kadar tuhaf gelse de belirli bir “sol kanadı” oluşuyor. Daha 1920’lerin başlarından itibaren, partinin Gregor Strasser ve Joseph Goebbels’in de dahil olduğu Kuzey Grubu, Hitler’in Güney (Munich) Grubu’na kıyasla dahas “sosyalist.” O kadar ki 1926 Bamberg Konferansı’nda Goebbels, Hitler’in sosyalizmi “Yahudi icadı” diye nitelediğini duyunca dehşete kapılıyor ve günlüğüne, Hitler’e inancını yitirdiği yolunda notlar düşüyor. Ancak sonraki aylarda Mein Kampf’ı okuyup nisbeten ikna oluyor ve nihayet gene 1926 sonlarındaki Munich görümeleriyle tamamen hizaya giriyor.  Öte yandan, Nazilerin vurucu ve yıldırıcı sokak gücü olan SA’lar (Sturmabteilung, Hücum Taburları) büyük ölçüde işçi ve işsiz kökenli. Liderleri Ernst Roehm’la birlikte, onlar da kısmen proleter ve lümpen-proleter özlemleri temsil etmekte. Nitekim 1933 başında Hitler şansölye olduğunda, bunu millî devrimin sadece ilk aşaması sayıyor; ikinci bir “sosyal devrim”le taçlandırılmasını, bu bağlamda Junkers aristokrasisinin büyük arazilerinin müsadere edilip dağıtılması (yani radikal bir toprak reform yapılmasını) ve hattâ nefret ettikleri Prusyalı subayların komutasındaki Alman ordusunun kendilerine, SA’lara bağlanmasını talep ediyorlar.      

 

Bu da onların sonu demek. Çünkü hele bu son talep, ordunun da, bütün Eski Muhafazakârların da tüylerini diken diken etmeye yeterli. SA’lar o sırada üç milyona ulaşmış. Ortalıkta sosyalist ve komünist de kalmayınca, geceleri sarhoş olup ortalığı dağıtan bir haydut sürüsü görünümünde. Düzenli ordu ise Versailles Antlaşması gereğince 100,000’le sınırlanmış, ama büyük bir ezici güce sahip. Ve henüz devirebilecekleri Nazizm ile mutlak iktidar arasındaki nihaî engel. Dolayısıyla 1933-34’te Hitler kritik bir dönemeçte. Göring, (saf değiştirmiş bulunan) Goebbels, Himmler ve Hess’lerin baskısına uyuyor; müesses nizamı kazanmak uğruna, Roehm’ü ve SA’ları gözden çıkarıyor. “Kurtlukta düşeni yemek kanundur.” Uzun Bıçaklar Gecesi’nde, en az 85, belki iki katı yüksek SA lideriyle birlikte Strasser ve Strasserciler, hattâ eski başbakan Kurt von Schleicher gibi muhafazakâr Nazi karşıtları da Gestapo ve özel SS birimlerince tuzağa düşürülüp yargısız infaz ediliyor. Politikanın bu en vahşi biçiminde, diktatörlük yolunda ahde vefa söz konusu değil. Hitler iki gün direndikten sonra, eski arkadaşı Roehm’in dahi atıldığı zindanda öldürülmesini kabul ediyor.

 

                                                                     *          *          *

 

Fakat 1934’ten on küsur yıl gerilere gidersek, NSDAP’ın sol kanadı Roland Freisler’in de ilk kapılandığı mecra. Rusya’daki esaret döneminden 1919’da Almanya’ya dönüyor ve Jena Üniversitesi’ne giriyor; 1922’de Hukuk Doktoru oluyor. 1924’te avukatlık yapmaya başladığı Kassel’de, Halkın Sosyal Bloku (Völkisch-Sozialer Block) diye çok küçük, ultra-nasyonalist bir partiden şehir meclisine seçiliyor. Oradan Temmuz 1925’te NSDAP’a geçiyor. Üyelik numarası 9679 (bir karşılaştırma yapmak gerekirse, Goebbels 8762’nci sırada, yani aralarında binden az üye var). Hızla tırmanmasında en büyük âmil, hukuk bilgisi ve becerilerini, sokak şiddetinden ötürü mahkemelere düşen parti üyelerini savunmak için kullanabilmesi. Parti marjinal birahane muhabbeti ve sokak savaşçılığı aşamalarına ciddî bir siyasî boyut ekleyerek büyürken, Freisler de önce Prusya Eyalet Meclisi’ne, sonra federal parlamentoya (Reichstag’a) seçiliyor. Fakat sevilmiyor nedense. Güvenilmez, karamsar, ruh halinde anî değişikliklere yatkın bulunuyor. Defalarca inkâr etmesine karşın, bir zamanlar “Kızılların komiseri” olmuş olduğu imâları peşini bırakmıyor.

 

Ancak yetenekleri öyle ki, tırmanmaya devam ediyor. Reichstag Yangını ve Olağanüstü Yetki Yasası sayesinde Hitler, Şubat 1933’te (ordu hariç) Alman devletinin neredeyse tamamını ele geçirdiğinde, Freisler sırasıyla Prusya Eyaleti Adalet Bakanlığı’nda genel müdür, 1933-34’te aynı bakanlıkta müsteşar, 1934-42 arasında artık Reich Adalet Bakanlığı’nda müsteşar oluyor. Kanun metinlerine hâkimiyeti, mahkeme salonlarındaki belâgati ve zihinsel kıvraklığı, Nasyonal Sosyalizme fanatik angajmanı ile birleşince, rejimin en korkulan yargıcı, âdetâ Nazizmin iç hukuk alanındaki ekran yüzü haline geliyor. Ne ki, hep yargı sistemi içinde kalıyor; daha yukarı görevlere terfi ettirilmiyor. Biraz yalnız bir kurt gibi. Nazi hiyerarşisinin en üst kademelerine hâmileri yok. Başka bir handikapı, kendisi gibi avukat olan kardeşi Oswald Freisler’in, mahkemelerde Nazi Partisi üyelik rozetini takıp, kritik bazı siyasal dâvâlarda Nazilerin hedef aldığı kişileri savunmayı üstlenmesi. Goebbels’in şikâyeti üzerine Oswald bizzat Hitler’in talimatıyla NSDAP’tan atılıyor ve 1939’da intihar ediyor.  

 

Roland ise pozisyonu ne olursa olsun, Nasyonal Sosyalizme olanca inanmışlığıyla, hukukun Nazileştirilmesine vargücüyle katkıda bulunuyor. Nazi terminolojisinde “Aryanlar” ile “aşağı ırklar” arasındaki cinsel ilişkilere “ırkî kirlenme” (Rassenschande) deniyor. Roland Freisler başından itibaren “ırkî kirlenme”nin “ırk ihaneti” olarak tanımlanıp kanunen cezalandırılmasından yana. Daha 1933’te yayınladığı bir kitapçıkta, “karışık kan” ilişkilerinin yasaklanması çağrısında bulunuyor. O sırada Nazi Partisi henüz duruma tam hakim olmadığı için yarattığı geçici tedirginliğe karşın, bu yaklaşımı iki yıl sonra çıkarılacak Nürenberg Yasaları’nı haber veriyor. 

 

Gene çok başlarda yazdığı bir başka broşürde Freisler, reşit olmayan gençlere ilişkin ceza yasalarının “reformu” bağlamında, ilginç bir “ırkî biyolojik görev”den söz ediyor: “Irken yabancı, ırken dejenere, ırken tedavi kabul etmez” gençlerin, daha baştan, herhangi bir suç dahi işlemeden özel  ıslâhhanelere gönderilip “Alman ve ırken değerli” gençlerden ayrıştırılmasını savunuyor. İkinci Dünya Savaşı patlak verdiğinde (Eylül 1939), “Ulusal Asalaklara Karşı Kararname”yi kaleme alıyor. Bu “asalak” (parasite) sözcüğü, Nazi ideolojisinin favori kötülemelerinden. Freisler ikinci bir deyimi gündeme getiriyor: “fail tipi, tipolojisi” (yani deterministik biçimde, ileride mutlaka “fail” olacağı belli kişiler [gençler]). Böyle ırkî-biyolojik terimlerin kanun maddelerine girmesi, reşit olmayan gençlerin işlediği suçların daha o yaştan “asalaklık” kategorisine sokulmasını ve daha ağır biçimde cezalandırılmasını kolaylaştırıyor. Aynen (o sırada Halk Mahkemesi’nin başındaki, 1942’den itibaren Adalet Bakanı) Otto Thierack gibi Roland Freisler de attığı adımı “savaş zamanında, sadakat ihlâlleri ve âdilik karşısında hiç merhamet gösterilemez” gerekçesiyle savunuyor. Ekim 1939’da, yani bir ay sonra Freisler bir yenilik daha yapıp, “Reşit Olmayan Mücrimler Kararnamesi”ne bir de “erken inkişaf etmiş reşit olmayan suçlu” kavramını sokuyor. Alman hukuk tarihinde ilk defa, rüştünü ispat etmemiş gençlere hapis ve hattâ ölüm cezaları verilmesinin önünü açıyor. Bu sayede Reich mahkemeleri 1945’e kadar en az 72 genci idama gönderiyor.

 

                                                                *          *          *

 

Tabii bu son örneklerde, çok Nazizme özgü bir yan da var: biyolojik ırkçılık. Ama onunla birlikte, ne pahasına olursa olsun yeni suçlar icat etme veya varolan suçların kapsamını genişletme yönünde, genel ve sürekli bir zorlama da kendini hissettiriyor.

Reich Adalet Bakanı Franz Gürtner 1941’de öldüğünde, yerine kimin geçeceği tartışılıyor. Alternatifler belli: Thierack, Freisler, Schlegelberger (bkz 11 Ocak tarihli “Nazi hukukunun bütün bünyeyi sarması” yazımın başlık resmi). Goebbels Freisler’i öneriyor. Hitler, Freisler’in güya “Kızıl” geçmişine atıfta bulunuyor: “Şu eski Bolşevik mi? Asla!” Sonuçta, Adalet Bakanlığı’na Franz Schlegelberger geliyor. Freisler’in ise Adalet Bakanlığı Müsteşarı konumu sürüyor ve 20 Ocak 1942’deki meşum Wannsee Konferansı’nda bu sıfatla, Bakan Schlegelberger’i temsilen hazır bulunuyor. Yukarıda gördüğünüz (şimdi bir Holokost müzesi olan) bina, Berlin’in güneybatısındaki Wannsee banliyösünde. Konferansın çağrıcısı, SS’lerin başındaki Reinhard Heydrich. Roland Freisler on beş katılımcıdan biri. “Yahudi sorununun nihaî çözümü” (Endlösung der Judenfrage) — yani Polonya’da kurulmuş bulunan toplama kamplarından bir kısmının gaz odaları ve krematoryumlarla donatılmış özel ölüm kamplarına dönüştürülmesi, sonra “bütün” Avrupa Yahudilerinin bu kamplara sevk ve imha edilmesi —  bu toplantıda kararlaştırıp uygulamaya konuyor.

 

Franz Schlegelberger 1942’de emekli oluyor ve (dün, yani 12 Ocak’ta yazdığım gibi) Hitler onun yerine Otto Thierack’ı Reich Adalet Bakanı yapıyor; Freisler’i de Thierack’ın yerine Halk Mahkemesi Başkanlığına getiriyor. Ha Ali ha Veli; Tweedledum ve Tweedledee; Rosencrantz ve Guildenstern. Fakat Freisler, mevkiinin ehemmiyetini bilhassa müdrik. Gösteri ve azametten çok hoşlanıyor. Nitekim Halk Mahkemesi Birinci Divanı’nın bütün duruşmalarına, duvarları kırmızı zemin üzerine gamalı haç (swastika) armalı Nazi bayraklarıyla kaplı bir salonda, yüksek bir kaide üzerine yerleştirilmiş siyah bir Hitler büstünün önünde, kan kırmızısı cübbe giyerek başkanlık ediyor ve her oturumu kürsüden fırlayıp Nazi selâmı vererek açıyor, açtırıyor (tekrar bkz en yukarıda, sağdaki başlık resmi). Hem savcı, hem yargıç, hem jüri. Hattâ kendi kendisinin kâtibi, çünkü verdiği hükümlerin yazılı gerekçelerinin nasıl kayda geçeceğini şahsen ve bizzat saptıyor.

 

1934’te niçin ve hangi gerekçelerle (Alman Yüksek Mahkemesi’nin Hitler’e yetmemesi karşısında) kurulduğunu daha önce anlattığım bu Halk Mahkemesi’nin yetki alanı, en üst düzeydeki siyasî suçlardan tâ aşağılara, karaborsacılığa, iş yavaşlatma ve kötümserlik yayma iddialarına kadar uzanıyor. Yani bir kısmı çok basit ve âdi suçlar — ama Nazi ideolojisi tamamını çığrından çıkarıp başka bir şeye dönüştürüyor;  jenerik bir ihanet ve terör kategorisi yaratıyor. Nitekim (Thierack’ın “Yargıçlara Mektuplar”ıyla yüzde yüz aynı frekanstaki) Freisler’e göre, bunların hepsi “savunma kapasitesinin zayıflatılması”yla bir (Wehrkraftzersetzung). Dolayısıyla kendi başkanlık ettiği Birinci Divan’da habire idam veriyor; öyle ki, Halk Mahkemesi’ne çıkarılmak kestirmeden ölüme mahkûm edilmekle aynı anlama geliyor. Önüne gelen dosyaların yaklaşık yüzde 90’ı hakkında ya idam ya müebbet diyor ve sırf 1942-45 arasında böyle 5000 idam kararı çıkarıyor. Dikkat edin; toplama veya ölüm kampları değil, alt tarafı bir mahkeme, bir yargı süreci söz konusu. Üç yılda 5000, günde ortalama beş idam kararı demek. Halk Mahkemesi’nin 1934-45 arasındaki on bir yıllık varlığı boyunca, bütün diğer Divan’ların aldığı idam kararlarının toplamı, Freisler’inkileri ancak buluyor. 

 

Bu 42-45 döneminde Roland Freisler, kürsüsünden sanıklara hitap tarzıyla da ün salıyor. Önünden sürekli geçen ve çoğunlukla ölümlerine yolladığı sanıkları, hukuk ve yargıçlık mesleğiyle ilgisi olmayan bir tarzda azarlıyor; hele Nazi devlet otoritesine karşı direnme söz konusu olduğunda, iyice dramatikleşip, sert ve haşin bir sesle avazı  çıktığı kadar bağırıyor, hakaret yağdırıyor. Hitler’e suikast dâvâsında (Ağustos 1944), sanıklardan Feldmareşal Erwin von Witzleben’e, kasten aşırı bol ve kemersiz bir mahpus pantalonu verilmiş. Düşüyor; zavallı da çekip tutmaya çabalıyor. Freisler cinsel bir imâyla aşağılıyor, karardan sonra iki saat içinde asılacak olan mareşali: “Ahlâksız ihtiyar, pantalonunla ne oynayıp duruyorsun?”  Bu performans yöntemi, aslında Sovyet taklidi. Her iki diktatörün ve diktatörlüğün, ideolojik zıtlıklarına karşın birbirine ne kadar hayran olduğunu bugün daha iyi biliyoruz. Yekdiğerinde beğendikleri şey, cüret, irade, kahharlık, demir yumruk, hikmet-i devlet, rakip ve muhaliflerini ezip geçme kapasitesi. Roland Freisler, totaliter hukuk ve yargının bu tür özellikleri ile çok ilgili. Stalin’in bütün Eski Bolşevikleri yokettiği 1936-38 Moskova Duruşmaları’nı gidip bizzat izliyor. Tasfiyelerin mimarı, Sovyet Başsavcısı Andrey Vyshinsky’nin Buharin’lere, Radek’lere, Pyatakov’lara muamelesini gözlüyor ve örnek alıyor. Gelip Hitler karşıtlarına uyguluyor.

 

                                                                     *          *          *

 

Vyshinsky ve bu örtüşmenin anlamı, bir sonraki yazımın konusu. Stalin teröründen yedi yıl sonra, 3 Şubat 1945 sabahı Roland Freisler daha çok cana kıyabilmek için fazla mesai yapan Halk Mahkemesi’nin bir Cumartesi oturumuna başkanlık etmekte. Gerçi savaş çoktan kaybedilmiş, ama ölüm değirmeni, insan hayatlarını boş yere öğütmeye devam ediyor. Derken Amerikan ağır bombardıman uçakları dalga dalga geliyor Berlin semalarına. Hava savunması diye bir şey kalmamış. Reich Şansölyeliği, Gestapo karargâhı, NSDAP merkezi ve Halk Mahkemesi, vurulan binalar arasında. Canavar düdüklerinin ötmesi üzerine Freisler duruşmayı alelacele tatil edip, kendisi de sığınağa inmeden önce dosyalarını toplamaya koyuluyor. 11:08’de bina tam isabet alıp kısmen çöküyor; Freisler de bir anlatıma göre salondan çıkamadan, yıkılan bir sütunun altında ezilerek; başka bir anlatıma göre, kaçarken bomba parçacıklarıyla ağır yaralanıp dışarıdaki kaldırımda kan kaybederek can veriyor.

Yabancı muhabirlerin dediklerine bakılırsa, pek kimse ağlamıyor ölümüne. General Alfred Jodl, o sırada Silâhlı Kuvvetler Yüksek Komutanlığı Harekât Dairesi Başkanı. Nürenberg’de yargılanıp 1946’da idam edilecek. Karısı Luise Jodl, o 3 Şubat sabahı Lützow Hastanesi’nde çalışmakta. Freisler’in cesedinin getirilişini hatırlıyor. Çalışanlardan birinin ağzından “Tanrının cezası” sözcükleri dökülüyor. Herkes susuyor. Kimse karşılık vermiyor.

Roland Freisler Berlin’de, karısının aile mezarlığına gömülüyor. Başına isimsiz bir mezar taşı dikiliyor.

 

- Advertisment -