Yazı komşularımdan Etyen Mahçupyan’ın Belçika’daki konferansta yaptığı bir yorum Taraf’a manşet olmuş, Mahçupyan’ı savunmanın, hele ki fikri ve siyasi olarak en azından artık iktidardan beklentilerini neredeyse sıfırlamış biri olarak “başdanışman” sıfatlı bir açıklama üzerine hiçbir yanıyla bana düşmeyeceği aşikâr. Yine de artık epeyce eskitip sıkılmama rağmen, hâlâ önemsiz de olmadığını düşündüğüm bir görüşümü yeniden dile getirmeme vesile olacak bu haber… Birleşmiş Milletlerin küresel organizasyonu Habitat 2 Kent zirvesi ve İnsan Yerleşmeleri konferansı, 1996 yılında zamanın Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel’in inisiyatifiyle İstanbul’da gerçekleşmişti. Organizasyonun Türkiye adına kurumsal sahipliğini de (Mübeccel) Kıray ekolünün güzide akademik mirası ODTÜ “Kent ve Bölge Planlama Bölümü” üyelerinden Yiğit Gülöksüz başkanlığında, şimdikinden tamamen farklı misyonlarla çalışan ve tanınan TOKİ üstlenmişti. Ben de kurumun organizasyonun kritik kararlarını almak ve Türkiye’nin ulusal raporu ve eylem planını katılımcı bir süreçle yaz[dır]makla görevli danışma kurulu üyelerinden biri olarak TV ve gazetelerde çok sık boy gösterirken, Türkiye’nin kent ve yerleşme sorunlarından başlıcasının “büyük-suçortaklığı/uzlaşma” diye nitelediğim imar suçlarının yaygınlığı olgusu olduğunu sık sık dile getirmiştim. İmar ihlallerinin hiç de gecekonduyla sınırlı olmayıp en mazbut kentli orta sınıfları da içine alacak biçimde, inşaat ve imar süreçlerinin her zerresine kadar yayılmasının toplumu dejenere ettiğini ve meşruiyet ile yasallık arasında açılan bu gedikten her türden edepsiz ve yüzkızartıcı ilişkinin de geçtiğini iddia ediyordum ki; bunun kentleşmemizle ilişkisini en yalın şekilde “Bedelsiz Modernleşme” başlığıyla Radikal İki'ye yazmıştım. Gazete yazısı olmasının içeriğinin artık ziplemek tabir edilen anlaşılırlığıyla, İngilizce Almanca çeşitli derlemeler dahil en çok yayınlanmış yazım olacaktı. Bu sitenin okurlarının da çoğu henüz hayatta olamayacağından, yazılma koşuluyla da birlikte aşağıda yeniden yayınlıyorum.(2) Habitat sürecinden, dolayısıyla kent ve yerleşme sürecinin birkaç yıllığına en yoğun gündem maddesi olduğu dönemden hemen sonra, 99’da gelen depremin gündemi yakın çevrem dahil en aklı-evvel aydın çevrelerde bile o derece naif fikir ve argümanlarla konuşuluyordu ki, her şeyden anlayıp iş inşaata geldi mi çocukça naifleşen dostlarımı birkaç akşam sofrasında kırmayı göze aldıktan sonra, “Öyle bir yazayım ki işin basitliğinden utanın!” hırsıyla, ki (3) face-tweet’siz dünyanın o son demlerinde herhangi bir aydın kumaşlının ıskalama ihtimali olmayan Tuğrul Eryılmaz ürünü Radikal 2 Pazar ekini tercih nedenim de buydu zaten. Köprü altından çok sular aktı, mesela TOKİ artık neredeyse tamamen, başka yazılarımda “sınıf sopası” diye nitelediğim yıkımdan ibaret bir araca dönüştü. Bu depremin hemen ertesinde (19 Ağustos – 5 Eylül) çıkmış yazıdan kentleşmenin bedelinin ancak yoksulların evlerinin yıkılarak ödenebileceği sonucunun çıkmamasına dair iki güvencemden biri Serbestiyet okuru profili, diğeri de yine burada “Gecekondu ve orta sınıflar” başlıklı bir yazıyla bu konulardaki görüşlerimi güncellenmiş ve basılı medyanın vuruş cenderesinden özgürleşmiş halleriyle uzun-uzadıya dile getirme fırsatı bulmuş olmam. Dipnotlar___________________________________________________________ (1) En beklenmedik kişiler bile fikri dolayımlamakla kıvırtmayı ya da mesela boş lafı ayırdedemeyebiliyor. Dolayımdan feragat etmiş bir siyasi dilin, bizim sitede ısrarla tekrarlanan bir tezahürü, mesela Murat Belge benzeri görüşteki yazarlardan bir tek “Cemaat'e de karşıyım!” cümlesiyle savuşturulacak bir özeleştiri beklentisinin dile getirilmesi. Bunun en ciddi tezahürünü de basılılarını izlemediğim zaytung’dan başka, bir zamanlar Gırgır’ın harekete geçirdiği, kolektif zekâyla alışverişe girildiğine tanık olmadığım mizah medyasıyla ölçmek gerekiyor. Sadece kulak misafirliğimin izlenimi, zamanı kadar siyasi mizahi vasatı da Gırgır’ın çok gerisine düşmüş köhne Akbaba zamanlarını hatırlatıyor. Ciddi, çünkü ironi noksanlığının zekâ kıtlığına delalet ettiğine inananlardanım. (2) Türkçe olarak daha sonra Mimarlık ve Cogito dergilerinin Ekim 1999'da çıkan deprem sayılarında birer kez daha yayınlandı. 2002 yılında yayınlanan "Mübeccel Kıray'a Armağan” kitabına da, kendisinden aldığım toplumbilim terbiyesinin en iyi ifadesi olduğunu düşündüğüm gerekçeli notumla yine bu yazımla katıldım. (3) Raporda da yer alan bu görüşlerle kastedilen sadece inşaatlardaki kaçaklar ve inşai yolsuzluklarla da sınırlı değildi. Alıştığımız kurumsal ve yasal kural ihlallerine bir örnek, İstanbul’da onyıllardır inşaatlardan otopark harcı alınır amaç, otomobil tüketiminin kitleselleştiği koşullarda apartman dairesi başına yeterli otopark yatırımı gerçekçi bir yaptırım olamayacağından, daire başına harç toplayacak kurum olarak belediyelere bu ihtiyaca özgü kaynak yaratmak gibi gayet akılcı bir uygulama olmasına rağmen, ne o gün bu gündür değişmiş onca belediye yönetimi selefinden bunun hesabını sordu ne de herhangi bir partinin propaganda malzemesi ya da sivil toplum eyleminin konusu oldu bu kaynağın akibeti nedeni basit, herkes daha bu harcı öderken bir otopark hizmeti olarak geri dönmeyeceğini zaten biliyor ve bunu psikolojik olarak da en azından mesela kapattığı balkonun ya da kapıcı dairesi diye kullanılan sığınaktan veya sonra çatı dubleksi adıyla pazarlanacak çatı eğimi bonusundan payına düşenin suspayı olarak içine sindiriyordu. Bu bonusları olmayan apartman olmadığını bile-bile kaçak yapılaşmadan ya da denetim noksanlığından şikayet bilinçsizlik sözcüğünü bile hafif bırakan bir şuursuzluğun ifadesi olabilirdi ancak ki, Türkiye'nin, siyasal, ekonomik, kültürel analiz ve tasvirlerini tarihsel ve güncel olarak ziyadesiyle yapmış insanların kendilerinin de en azından sahibi veya kiracısı oldukları evle bu döngüye katıldıklarını farketmemelerineydi alelacele yazılmasına rağmen kendini başkalarına da okutup yeniden yayınlatan yazının eğer varsa bir hakikati.
Büyük anlaşmanın ‘bedeli’ yeniden mi?
- Advertisment -
Önceki İçerik
Sonraki İçerik