Herkeste öfke var. Nasıl olmasın ki? Henüz daha hayatının baharındaki, aydınlık yüzlü gencecik insanlar aramızdan alınmış. 10 Aralık Dünya İnsan Hakları Günü’nde hak aradığını, haklarından mahrum bırakıldığını iddia eden bir zihniyet, cinayet işleyerek hak aramış, insan hakları gününde bir spor müsabakasına gitme hakkını herkese zehir etmiş.
Ama bu tür eylemlere karşı toplum ve medyada bir profesyonelleşme de görüyorum. Halk içinde beslediği öfkeye rağmen soğukkanlılığını korudu. Vakarlı bir tutum takındı, provokasyonlara gelmedi. Medya daha sorumlu ve organize hareket etti. Duyguları köpürtmedi, görüntüleri seçerek verdi. Vakur bir duruş sergiledi.
Ama hâlâ aynı profesyonelliği güvenlik güçlerinde tam göremiyoruz. Öyle güvenlik güçleri düşünün ki, kırk yıldır mücadele veriyor olsun, ama — yaygın olmasa da — nasıl kontrol noktası oluşturulacağını, nasıl tepe tutulacağını, nasıl mevzilenileceğini, savaş sırasında nasıl paniğe kapılmayacağını hâlâ bilemesin. Bölgeden yansıyan çatışma ve patlama görüntülerine bakın; az da olsa bunun örneklerini görürsünüz.
Beşiktaş patlamalarının analizi
Necdet Özçelik, SETA için PKK ve Bombalı Araç Saldırıları başlıklı bir rapor kaleme aldı. Rapora göre, sabit hedeflere yönelik bombalı eylemler yüzde 35 ağırlıkla 21:00 – 24:00 saatleri arasında yapılıyor. Beşiktaş’taki patlamalar da bu saatler arasında oldu. Yine Özçelik’in araştırmasına göre, bombalı araç eylemlerinde saldırı şekli de yüzde 69 ağıtlıkla hedef bölgesine park edilerek gerçekleştiriliyor. Vodafone Arena yakınındaki birinci patlama bu şekilde gerçekleşti. Sahadan gelen pratik bilgi ve tecrübelere rağmen, yeterince dikkatli ve özenli hareket edildiği söylenemez.
Maç bittikten sonra polisler, stadın yakınındaki toplanma noktasına hareket ediyor. Orada şiddetli bir patlama oluyor. 24 polis ve 7 yurttaş hayatını kaybediyor. Bu tür buluşma ve hareket noktaları, sabit olmaları itibariyle elbette ilk ağızda hedef alınır. Anlaşılan, buluşma noktasının güvenliğine dair enine boyuna düşünülmüş tedbirler yok. Örneğin buluşma noktası diğer araçların giriş çıkışlarına yasaklanabilir veya araç giriş çıkışının olmadığı ya da daha güvenlikli olduğu bir yer belirlenebilirdi. Ciddi öngörüsüzlük olduğu apaçık ortada.
Can kaybına yol açan diğer nokta Maçka Parkı. Görüntüleri izleme imkânınız oldu mu? Altı polis memuru şüpheliyi tespit etmekte son derece başarılı. Ama şüpheliye müdahalede bir o kadar amatörler. Şüpheliye nasıl yaklaşılacağına, şüphelinin nasıl denetim altına alınacağına ilişkin bir eğitimsizlik ilk göze çarpan husus. “Dur yoksa ateş ederim” ihtarı yok! Önce güvenlik tedbiri alıp sonra şahsa yaklaşma ve müdahale etme formasyonu yok! Şahsa tam altı polis memuru birden yaklaşıyor. Şüpheli ile polisler arasında bir çekişme yaşanıyor. Tam o sırada patlama meydana geliyor.
Sahadaki objektif durum
Sahaya baktığımızda, güvenlik güçlerinin HPG karşısında bariz bir üstünlüğü söz konusu. Buna rağmen güvenlik güçleri ciddi kayıplar veriyor. Peki bu nasıl oluyor? Çünkü güvenlik güçleri savaş kayıpları değil, ihmal kayıpları veriyor. Polis, asker, korucular “kaçınılmaz zayiat” zemininde değil “önlenebilir, düşürülebilir zayiat” zemininde kayıp veriyor. Güvenlik güçleri zoru kolaylaştırıyor, ancak kolay olanında zoru yaşıyor.
Yarı-konvansiyonel güç olamadı
PKK otuz yıllık mücadele tarihinde Afganistan’daki Taliban, Kolombiya’daki FARC, Suriye’deki IŞİD gibi yarı-konvansiyonel bir gerilla hareketine dönüşemedi. O yüzden ne kalıcı olarak alan tutabildi, ne uzun süre şehir işgal edebildi, ne de TSK’yı Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı illerden çıkarabildi. 1990-1992 yıllarında yarı-konvansiyonel gerilla hareketine dönüşmesine ramak kalmıştı. Ancak devletin özellikle 1994 yılında verdiği, daha sonraki yıllarda sürdürdüğü topyekûn mücadele, PKK’yi 1999 sınırlarına getirdi.
PKK bu tarihten itibaren, bırakın yarı-konvansiyonel güç olmayı, kayıp vermemek için askeri organizasyonunu tim düzenine göre yapılandırmak zorunda kaldı. Yarı-konvansiyonel güç haline gelebilseydi kendini gizlemezdi. Ancak tim düzeyine dönmek, gerillanın beş parmak kuralının en önemli vasfı olan gizliliği ön planda tutmayı zorunlu kıldı. Cephesi belli bir savaş vermedi; cephesi belirsiz bir mücadele stratejisi benimsedi.
KCK açısından baktığımızda, yürüttüğü savaşa bir derinlik kazandıramadı, savaşta yaratıcı taktik hamleleri geliştiremedi. Çünkü devletin etkili mücadele gücüyle karşı karşıya kaldı.
Kayba yol açan eylem türleri
HPG’nin kullandığı eylem türleri ile bu eylemlerin yarattığı kayıplar konusunu bir korrelasyona tabi tuttuğumuzda, karşımıza ilginç bir tablo çıkıyor. Necdet Özçelik’in bulgularına göre, 2 Ağustos 2015 – 25 Ağustos 2016 tarihleri arasında HPG’nin gerçekleştirdiği saldırı türleri şunlar:
Silâhlı saldırı (yüzde 51);
El yapımı patlayıcılar, EYP (yüzde 26);
Suikast (yüzde 11);
Bombalı araçla saldırı (yüzde 7).
Güvenlik güçlerinin kayıplarıyla sonuçlanan eylem türlerini analiz ettiğimizde ise, yol açtığı kayıplar itibariyle dört eylem şekli ön plana çıkıyor:
El yapımı patlayıcılar (EYP) kullanılarak düzenlenen eylemler;
Bombalı araçlar kullanılarak gerçekleştirilen saldırılar;
Karakol baskınları düzenlenerek yapılan eylemler;
TSK operasyonları esnasında yaşanan çatışmalar.
Merkezi Strateji Enstitüsü’nün Oktay Bingöl’e hazırlattığı PKK ve El Yapımı Patlayıcılar başlıklı rapora göre, Türkiye’nin PKK’ye karşı verdiği kayıpların yüzde 70’i EYP’lerde kaynaklanıyor. Rapor verilerine göre, 15 Temmuz 2014’ten raporun yayınlandığı tarihe (22 Ağustos 2015) kadar toplam hayatını kaybeden güvenlik görevlisi sayısı 600. EYP yüzünden hayatını kaybeden görevli sayısı 400. Toplam kayıp içindeki oranı yüzde 70.
Bombalı araçlar da dahil edildiğinde bu oran yüzde 90’a çıkıyor.
Tekrar altını çizelim: Güvenlik görevlilerinin yaşamlarını yitirmelerine, yüzde 90 oranında yukarıda sıraladığımız dört eylem türünden ilk ikisi (EYP ve bombalı araçlar) neden oluyor. 1990’lı yıllarda sıklıkla şahit olduğumuz karakol baskınları, TSK operasyonları esnasında yaşanan sıcak temaslar ve diğer silahlı saldırı türleri, PKK açısından artık etkili eylem türleri oluşturmuyor.
Bu çarpıcı sonuç akıllara iki soru getiriyor: Bir, devlet bu durumu görüp önlem almıyor mu? İki, EYP ve bombalı araçlı eylemler inanılmaz boyutlarda patlayıcıya ihtiyaç gösterir. Bu kadar patlayıcı nasıl oluyor da Türkiye’ye çok rahat girebiliyor?
Devam edeceğim.