Ana SayfaYazarlarÇözüm Kürtlerle konuşmakta (*)

Çözüm Kürtlerle konuşmakta (*)

 

Astana Süreci’nin ortakları bir süre önce Suriye’deki son vaziyeti görüşmek için Soçi’de bir araya geldi. Kameralara yansıyan, güleç ve mutlu yüzlerdi. Lâkin gerek zirve sonrası yayınlanan bildirge ve gerek akabinde verilen beyanat, ortakların arasının süt liman olmadığına işaret ediyordu.

 

Soçi’de en fazla öne çıkan husus, Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması ve Şam’ın egemenliğinin tahkim edilmesiydi. Bildirgeye de damgasını vuran husus bu oldu. Terörizm ile mücadele veya başka bir gerekçeyle Suriye’nin toprak bütünlüğüne ve egemenliğine zarar verecek herhangi bir girişime müsamaha gösterilmeyeceği, herkesin anlayabileceği bir berraklıkta ifade edildi.

 

Metnin altında Türkiye’nin de imzası vardı. Lâkin bu ifadenin hedefi, doğrudan doğruya Türkiye’ydi. Rusya ve İran, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna bir operasyon yapmasına karşı olduklarını net bir dille ortaya koydular. Rusya, Türkiye’nin güvenlik kaygısında haklı olduğunu teslim etse de bu kaygıyı gidermenin yolunun kendi başına hareket etmesinden geçmediğini belirtti. Türkiye’nin Suriye ile imzaladığı Adana Mutabakatı’na uyması, sorunun çözümü için atılabilecek en doğru adım olacaktı.

 

“Fırat’ın doğusunu bırak da İdlib’e bak”

 

Suriye’ye yapılacak bir operasyona onay vermeyen Rusya ve İran, Türkiye’ye tabiri caizse “Fırat’ın doğusunu bırak da İdlib’e bak” dediler.  Her iki ülke de HTŞ’nin İdlib’de kurduğu hâkimiyetten ve 2018’de İdlib için varılan anlaşmanın gereğinin yerine getirilmemesinden büyük bir rahatsızlık duyuyor. Türkiye’den öncelikle bu konuda insiyatif almasını ve İdlib’i HTŞ’den temizlemesini talep ediyorlar. Dolayısıyla Türkiye gözünü Fırat’ın doğusuna dikmiş olsa da, Rusya ve İran için âcil mesele İdlib ve önce buranın halledilmesini istiyorlar.

 

Ankara’nın Moskova ve Tahran ile ayrıştığı bir diğer nokta ise Kürtler. Aslında Türkiye, Kürtler söz konusu olduğunda sadece Astana müttefiklerinden değil, Suriye üzerinde irili ufaklı hesabı olan bütün ülkelerden farklı bir tavır sergiliyor. Bakalım.

 

İran — ki Kürtler gündeme geldiğinde Türkiye ile en yakın durması beklenen ülke — Soçi’de önemli bir hamle yaptı. Cumhurbaşkanı Ruhani ilk defa bu açıklıkta, Kürtleri Suriye’nin geleceğinin ayrılmaz bir parçası olarak gördüklerini söyledi. Muhtemelen bu, Türkiye’nin beklemediği bir adımdı. Ruhani “Kürtler” derken genel bir ifade kullandı ve PYD ile Kürtler arasında herhangi bir ayrıma gitmedi.

 

“Buğdayı yabani otlardan ayırmak gerek”

 

Türkiye’nin Rusya ile olan görüş ayrılığı ise çok daha keskin. Her şeyden evvel, Rusya ne PKK’yi ne de PYD’yi terör örgütü olarak kabul ediyor. Çeşitli vesilelerle yöneticilerini Moskova’da topluyor, görüşmeler yapıyor. Keza yeni Suriye’de Kürtlerin statüsü mevzuunda elini ilk açan da Rusya idi. Hazırladığı anayasa taslağında Rusya adem-i merkeziyet esasına dayalı bir Suriye öngörüyor ve Kürtlere de bu yapı içinde bir özerklik öneriyor. Yine Rusya, rejim ile Kürtler arasında arabuluculuk yapıyor, gerektiğinde ise bir garantör olarak devreye girebileceğini de gösteriyor. 

 

Türkiye, Suriye’de Rusya ile sıkı bir işbirliği içinde. Lâkin Kürtler noktasında iki ülke arasında belirgin bir fark var. Nitekim Rusya Dışişleri Bakanı Lavrov, Uzakdoğu gezisinde bu farkı net bir şekilde ortaya koydu ve  “Suriye’deki mevcut Kürt gruplar arasında kimin terörist, kimin barışçıl muhalif sayılacağı hususunda Türkiye ile ortak bir görüşe varamadıklarını” belirtti.

 

Lavrov’a göre, Türkiye’nin terörizm konusundaki hassasiyeti anlaşılırdı, Rusya da bunu gayet iyi anlıyordu. Fakat Suriye’de bir Kürt gerçeği vardı ve geleceğin Suriye’sinde Kürtlerin durumunu açıklığa kavuşturmak için “buğday” ile “yabani otları” birbirinden ayırmak gerekiyordu. Türkiye’nin “yabani ot” gördüğü yerde Rusya “buğday” görüyordu.

 

Uluslararası koruma gücü

 

Astana ortaklarında durum bu; dönelim Batı’ya ve Türkiye’nin NATO müttefiklerinin Kürtlerle olan münasebetlerine bakalım. ABD için PKK bir terör örgütü ama PYD değil. PYD, ABD’nin Suriye’deki yerel müttefiki ve IŞİD’in yenilgiye uğratılmasını sağlayan en önemli güç.  Başta Fransa olmak üzere — PYD temsilcileri sıklıkla Paris’te ağırlanıyor — diğer Avrupalı ülkelerin tavrının da aynı yönde olduğu söylenebilir. Dolayısıyla PYD, Batı bloku tarafından siyasi ve askeri olarak desteklenmeye devam ediyor.  

 

Bu bağlamda ABD, Trump’ın 19 Aralık’ta aldığı Suriye’den tamamen çıkma kararını revize etti. Washington, barışı koruma misyonuyla görev yapacak 400 kadar askerini Suriye’de bırakmaya karar verdiğini açıkladı. Tamamen çıkma kararının sınırlı ama daimi kalma kararına dönüşmesini, diğer NATO ülkelerinin duruşu belirledi. Zira Almanya, Fransa ve İngiltere, Fırat’ın doğusunda oluşturulacak bir güvenli bölgede görev almalarını ABD’nin de orada olması şartına bağladılar.

 

Trump yönetimi bunun üzerine kararını değiştirince NATO müttefikleri güvenli bölgenin nasıl kurulacağı ve burada ne ölçüde rol alacakları hakkında çalışmaya başladılar. Basına yansıyan bilgilere göre, “uluslararası koruma gücü”nün şemsiyesi altındaki bu güvenli bölgeye Türkiye ve PYD/SDG girmeyecek. Böylece Türkiye ile PYD arasında bir çatışmanın da önüne geçilmiş olacak.  

 

31 Mart’ın sonrası

 

Önümüze koyduğumuz bütün bu veriler bize iki şey söylüyor.  Birincisi, hem Astana ortakları hem de Batılı müttefikler, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna bir operasyon yapmasına karşı duruyor. Rusya’nın istikamet olarak Adana Mutabakatı’nı göstermesi, ABD ve NATO ülkelerinin güvenli bölge planları, bunun bir göstergesi. Bu itibarla Türkiye’nin herkesin karşı olduğu bir operasyonu yapma ihtimali düşük.

 

İkincisi, sahadaki bütün aktörlerin Kürtlerle şu veya bu şekilde bir irtibatı var, Türkiye hariç. ABD’den Rusya’ya, Fransa’dan İran’a, İngiltere’den Suriye’ye kadar bu coğrafyaya dair niyet besleyen herkes PYD ile oturup konuşuyor. Buna mukabil Türkiye, yakın zamana kadar başkentinde sürekli konuk ettiği PYD ile bir ilişki kurmuyor.

 

Zannımca bu, doğru da değil, sürdürülebilir de. Alanda değişen dengeler Türkiye’yi Esed rejimi ile dirsek temasına itti. Şimdilik düşük düzeyde olsa da zamanla bu temasın düzeyi yükselecektir. Benzer bir dönüşüm ilerde PYD ile olan ilişkilerde de yaşanabilir. Çünkü mevcut tablo PYD ile konuşmayı da zorunlu kılıyor.

 

Ancak yine de bu zorunluluk bir süre daha ertelenecek gibi. Çünkü Türkiye seçim sathı mailine girdi. Ve görünen o ki Erdoğan da bütün sermayesini keskin bir milliyetçiliğe yatırdı. Dolayısıyla en azından seçime kadar bir değişim zor. Ancak 31 Mart’tan sonra sular durulduğunda iktidar, Moskova üzerinden Şam ile kurduğu gibi, Washington üzerinden de PYD ile bir diyalog kurabilir.

 

Doğrusu da bu olur; çünkü Suriye’de makul bir çözüm için Türkiye’nin PYD dâhil bütün Kürtlerle konuşması gerekiyor.

 

(*) Kürdistan 24, 27.03.2019

http://www.kurdistan24.net/tr/opinion/756c2ae9-1f7a-4955-9925-4e0d1cbdea9e

 

- Advertisment -