20. yüzyılın ikinci çeyreğinin başında Modern Türk siyasi tarihinin temel akımlarının başında idealizmle bezeli bir laiklik algısı hakim paradigma idi. Ancak bu da tam bir yamalı bohça kıvamındaydı. Net bir düşünce ve fikriyattan eser yoktu. Milliyetçilik ise bunun tam tersi bir istikamette ilerlerdi. Bu noktada kafalar ve zihinler daha sarihti.
Mardin’in düşünce tarihimize ilişkin en önemli tespitlerinden biri dört başı mamur bir 19. yüzyıl Türk düşünce tarihinden bahsetmek mümkün olmadığıydı. Ve fakat ona göre bir 19. yüzyıl ‘düşünce sosyolojisi’nden bahsetmek pekala mümkündü.
Bu sosyolojinin kökenlerini Jön Türkler üzerinden kristalize etmeye çalışan Şerif Hoca, 1890’larda bunları harekete geçiren şeyin ne olduğu üzerine odaklandı. Bunlardan biri, “tasavvur edebildikleri ‘ideal’ toplulukla II. Abdülhamit dönemi topluluğu arasındaki değer uyuşmazlığı idi.”
Bu uyuşmazlığının altında ise toplumsal bağların kurumlar ve soyut ilkeler yerine kişilere rabıtalı bir biçimde gün yüzüne çıkmasıydı. Batı Avrupa’ya özgü Aydınlanma döneminin yansımaları Türkiye’ye bu çağın muazzam fikir adamlarının etkisiyle değil, Batı’dan alınan “yeni müesseselerin zorunlu olarak getirdiği yeni ‘yaşam değerleri’ yoluyla olmuştur.”
Jön Türkler açısından kutsal ve ilanihaye olan şey ‘Devlet’ idi. Devlet hastaydı ve tedaviye muhtaçtı. Devlet ‘hasta’ ise, devlet adamı hastayı iyileştirmek ile yükümlüydü. İşte tam da bu nedenle kendilerini Mardin’in mükemmel tasviriyle “içtimai tabib” olarak görüyorlardı.
Bu role soyunmakta ve onu oynamakta hiç yabancılık çekmediler. Ancak bu rolün hiçbir tarihsel arkaplanı ve içeriği yoktu. Hiçbir tarihsel süreçten ve süzgeçten geçmemişti, tecrübeden yoksundu.
Jön Türkler’in bütün Batı kültürüne rağmen, tarih bilinçlerindeki yüzeysellik, devleti bir bünyeye benzeten imgenin ağır basmış olmasına bağlanabilir. Böylece, Jön Türklerin ‘felsefesizlik’lerine bir de ‘tarihsizlik’ eklendiği iddia etmek mümkündür.
Siyasal ve aksiyoner bir harekete dönüşerek İttihad ve Terakki formunu alan bu fikriyat homojen bir yapı arz etmiyordu. Parti’nin 1908’den önceki ve sonraki tavırları, siyasi angajmanları ve insan sermayesi önemli farklılıklar içeriyordu. Son tahlilde yeraltındaki bir örgüt yasallaşarak yerüstüne çıkıyor ve meşruiyet arıyordu.