Ana SayfaYazarlarKapsayıcı siyaset ile dışlayıcı siyaset arasında CHP (1)

Kapsayıcı siyaset ile dışlayıcı siyaset arasında CHP (1)

 

Geçen hafta sosyal medyada üzerinde epey laf tüketilen bir video-haber vardı. Konu, CHP’nin İstanbul Büyükşehir Belediyesi başkan adayı Ekrem İmamoğlu’nun Sultanbeyli’de yaptığı seçim çalışmalarıydı.

 

İmamoğlu, Sultanbeyli’de esnaf ve vatandaşları ziyaret ediyor. Sultanbeyli, İstanbul’da AK Parti’nin en güçlü olduğu ilçelerden biri. 2004’ten beri AK Parti, Sultanbeyli’de belediye başkanlığını hep bir önceki seçime oranla oylarını artırarak kazanıyor. 2004’te yüzde 47 olan oy oranını, 2009’da yüzde 51’e ve 2014’te yüzde 61’e yükseltiyor.

 

İmamoğlu, AK Parti’nin kalesi sayılan bu ilçede pazar yerinde bir kadınla sohbete başlıyor. Kadının adı, Mehruze Keleş. 60 yaşında ve Sultanbeyli’de yaşıyor. Keleş, yaşam şartlarının zorluğundan ve pahalılıktan şikâyet ediyor. Gündem malum, seçim; dolayısıyla söz dönüp dolaşıp oyun rengine geliyor. Ondan sonra sohbet ilginç bir hal alıyor.

 

“Yok anam yok! Onlarla iş olmaz”

 

Keleş, kendisinden oy isteyen İmamoğlu’na soruyor: “Tamam veririm de, sen Tayyip Erdoğan’a bağlı mısın?” Karşıdan “Hayır” cevabı gelince “Tayyip Erdoğan’a bağlı değilsen sen oyları kaybettin” diyor. İmamoğlu, cumhurbaşkanlığı seçimi ile yerel seçimin farklı olduğunu anlatmaya çalışıyor ve “Onun seçimi geldiğinde o zaman diye düşünürsün” şeklinde üsteliyor. Ama bu, Keleş’in tavrından bir milim gerilemiyor. “Size oy versem o kazanamayacak. Ben, Tayyip’ten vazgeçmem” diye kararını gerekçelendiriyor.

 

İkilinin arasındaki muhabbet uzuyor, araya başkaları da karışıyor. Mesela İmamoğlu’nun yanındakilerden biri Keleş’e hayat pahalılığı hatırlatıyor ve “pahalılıktan vazgeçmesini” salık veriyor. Keleş’in buna da yanıtı “Sen ucuzlatacak mısın geldiğinde? Daha beter olur” oluyor. İmamoğlu’nun partisini öğrenmeye çalışıyor. CHP’den geldiğini ve Kılıçdaroğlu’nun adamı olduğu öğrendiğinde ise kesin hükmünü veriyor: “Yok anam yok! Onlarla iş olmaz. O Türkiye’yi yer bitirir. Tayyip Erdoğan biriktirdi. O da gelip yiyecek. Bu milleti birbirine katıp gidecek.”

  

İmamoğlu, Keleş ile bir süre daha sohbet ediyor. Kadın, ona oy vermeyeceğini ama börek yapabileceğini söylüyor. İmamoğlu da kadına teşekkür ediyor, oyunu vermese de duasını istiyor ve seçimi kazandığında gelip böreğini yiyeceğine söz veriyor. Karşılıklı ve “sahalarımızda hep görmek istediğimiz türden” hoş tavırlarla muhabbet sona eriyor.

 

Muhalefetin kulağına küpe

 

Güzel ve öğretici bir haberdi. Güzeldi; çünkü Keleş’in kararındaki ısrarı, İmamoğlu’nun ikna çabası ve diyalogun sıcaklığı görülmeye değerdi. Öğreticiydi; zira buradan siyaseten çıkarılması gereken dersler vardı.

 

Elbette tek bir hadiseye çok büyük anlamlar yüklemekten kaçınmak gerek. Ve elbette, bir seçmenin davranışına bakıp seçmene dair büyük genellemelere varmak da doğru olmaz. Keza her AK Partili seçmenin Keleş gibi olduğu söylenemez. Bununla birlikte, bu videodan AK Parti tabanının en azından bir bölümü hakkında, muhalefetin kulağında küpe gibi taşıması lâzım gelen iki neticeye varılabilir:

 

Birincisi, Erdoğan’ın AK Partililerin bir kısmının zihninde farklı ve özel bir yere sahip olmasıdır. Parti ayrı, “Tayyip” ayrıdır. Hatâlar ya da noksanlar olabilir. Ama hatâları ortadan kaldıracak veya azaltacak, noksanları giderecek olan yine Erdoğan’dır. Misal, pahalılık canlarını acıtabilir. Fakat bunun çaresi de — muhalefette değil — Erdoğan’dadır.

 

Onlar kendilerini Erdoğan ile özdeşleştirir, kendi kaderlerini onun kaderine bağlarlar. Ona yapılan taarruzları kendilerine yapılmış sayarlar. 17 yıldır Erdoğan’ın girdiği her seçimden zaferle çıkmasını sağlayan, onun tabanına “ben Tayyip’ten vazgeçmem” ifadesini kullandırtan, bir bağlılık inşa etme becerisidir.

 

İkincisi, bu kesimin muhalefet — bilhassa CHP — algısıdır. Altı Ok’u gördüklerinde tüyleri diken diken olan, CHP’yi simgeleyen her ne varsa ondan uzak duran bir kesim var ortada. Bu kesimin indinde CHP, iş görmez ve hizmet bilmez bir partidir. Ne bir kaynak üretebilir ne de milletin hayrına bir icraat yapabilir. Kazara iktidar olduğunda ise eldekini avuçtakini çarçur eder, halkın parasını har vurup harman savurur. “Tayyip biriktirdi, onlar yer bitirir” düşüncesinin yaygın olduğu bu kesim, CHP’yi kötü gidişatı düzeltebilecek bir aktör olarak görmez. Tersine, CHP’nin iyi giden birtakım işleri de bozmasından korkar. Bundan dolayı, sadece eldekini korumak için de olsa Erdoğan’a kol kanat gerer.

 

Baykal ve Kılıçdaroğlu’nun siyasi tercihleri

 

Öyleyse, ahval ve şerait bu ise CHP ne yapabilir? Nasıl bir muhalefet stratejisi takip edebilir? Yakın tarihte CHP’nin takip ettiği iki yol var. Biri, Baykal’ın yoludur. Eski genel başkan, geleneksel tabanın ruhunu okşamakta mahirdi. Kendini ve destekçilerini ülkenin asli sahibi olarak görürdü. Diğer toplumsal gruplara karşı üsttenci bir söylem tuttururdu. Siyaset dışı güçlere göz kırpardı. Muhafazakâr-dindar kesimlerin hassasiyetlerine bazen gözünü kapatır, bazen de doğrudan karşı çıkardı.

 

Diğeri ise Baykal sonrası Kılıçdaroğlu’nun siyasetidir. Kılıçdaroğlu, CHP’nin oy tabanını genişletmek için partiyi toplumun farklı kesimleriyle buluşturmaya çaba sarfediyor. Bugüne kadar CHP’ye yüz vermemiş olanlarla bir araya geliyor. Her konuyu bir rejim meselesi haline getirmiyor. Laikliği bir kırbaç gibi kullanmıyor. Dini taleplere karşı hassas bir dile başvuruyor. Hem mütedeyyinleri hem de ulusalcıları/milliyetçileri aynı hedefe yöneltebilecek ittifaklar deniyor. Geçmişte farklı siyasi adreslerde bulunmuş olanlara partisinin kapısını açıyor. Velhasıl bir kitle partisinden beklenenleri gerçekleştirmeye çalışıyor.

 

Hedef ve netice

 

Baykal’ın dışlayıcı siyaseti, CHP’ye bir gelecek kazandırmadı. Defalarca tecrübe edildi ama her seferinde gidip duvara çarptı. İktidar mücadelesinde partiyi sürekli geride bıraktı. Baykal’ın tarzından ne dün bir şey çıktı, ne de yarın bir şey çıkabilir. Eğer CHP ileri gidebilecekse, bu ancak Kılıçdaroğlu’nun geliştirmeye çalıştığı kapsayıcı siyaset ile olabilir.

 

Ancak Kılıçdaroğlu’nun kapsama alanının genişletmesinin de önünde, biri iç diğeri dış olmak üzere iki mühim güçlük var. Her seçimde öne konulan hedef ile varılan netice arasında devâsâ bir farkın olmasının nedeni, bu güçlüklerin üstesinden gelinememiş olmasıdır.

 

Bir sonraki yazıda, İmamoğlu’nun kampanyasından hareketle bu güçlükleri tartışacağım.

- Advertisment -