Ana SayfaYazarlarRıdvan Hoca siyaset yapamaz mı?

Rıdvan Hoca siyaset yapamaz mı?

 

Kamuoyu, eski futbolcu Rıdvan Dilmen’in referandum için sosyal medyada başlattığı “evet” kampanyasını konuşuyor. Kampanyaya ünlü futbolculardan Arda Turan ve Burak Yılmaz ile sanatçı Murat Boz da destek verince, Hayır cephesi daha maç başlar başlamaz topu ağlarında görmenin şokunu yaşadı.

 

Hayır’cıların kızılca kıyamet koparmalarını erken ve ani golün şokuna bağlayarak, kampanyaya dair kendi kişisel görüşümü açıklayayım. Dilmen’in başlattığı kampanya çok sempatik sınırlarda seyreden; kesinlikle hakaret ve aşağılama içermeyen; pozitif mesajlar içeren etkileyici bir çalışma. Kampanya bu haliyle referanduma çok büyük bir enerji ve yaratıcılık getirdi. Hepimizi kutuplaştıran soğuk ve gri iklime renk kazandırdı. Daha güler yüzlü yaratıcı çabalar için rol modeli oldu.

 

Son yazımda Nisan’daki anayasa referandumunun eşit şartlarda start aldığını yazmıştım. Ancak Evet’çiler Rıdvan Dilmen’in yaratıcı kampanyasıyla psikolojik üstünlüğü ele geçirdi.

Artık Hayır’cılardan da golün şokunu erken atlatıp moral bozmadan böyle yaratıcı ve sempatik bir karşı kampanya bekliyoruz. Özellikle de 2015 seçimlerinde sempatik ve yaratıcı tavırlarıyla dikkat çeken HDP’nin üniversite gençliğinden… 

 

Siyaseti spora Özal soktu

 

Türkiye’de spor-siyaset ilişkisi Özal dönemine kadar yok denecek kadar azdı. Sistem sporu daha çok depolitizasyonun bir aracı olarak kullanıyordu. 1980’li yıllarda Özal ile birlikte durum değişti. Kulüp taraftarları üzerinden oy toplamak moda haline geldi. Belediyeler spor kulübü kurmaya, belediye başkanları da kulüp başkanı olmaya başladı. Partiler kentin takımlarına yakın durarak seçim kazanıyor, kulüpler de iktidarın kararıyla liglerde tutuluyordu. Futbol artık bir endüstri haline gelmişti. Özal, sık sık takımların yurt dışı maçlarına giderek yerinde duramayan fanatik bir taraftar gibi maç izliyordu.

 

1990’lı yıllarda 80’lerin spor-siyaset ilişkisi daha da yoğunlaşmaya başladı. 21. yüzyılın ilk on yılında ise siyasetçiler, daha çok spor kulüplerine yardımlarla gündeme geliyorlardı. Ancak spor-siyaset ilişkisinde asıl kırılma yılı 2011 oldu. Bu tarihte Türkiye’nin en büyük takımının başındaki isim olarak Aziz Yıldırım cezaevine girince FB taraftarları protesto için meydanlara çıktı. 2013 ise Türkiye’de spor-siyaset ilişkisinin zirveye çıktığı yıl olarak kayda geçti. Futbolcu Emre Belözoğlu, Rabia selamı yaparak maçlara çıkıyor; Drogba ve Emmanuel Eboue sahada ellerini kalplerine koyarak Mandela’yı anıyor; özellikle Gezi sürecinden sonra tribünler iktidar karşıtı gösterilere sahne oluyordu.

 

Spor-siyasetçi ilişkisi değişiyor

 

Geçmiş yıllarda, genelde siyaset spora karışırdı. Gerçi 2011 ve 2013’te spor da siyasete karışmadı değil. Ancak bu karışmanın formu, genelde siyasilerin spora yaptığı etkinin bir sonucuydu. Şimdi ilk kez Rıdvan Dilmen’in başlattığı Evet kampanyası ile, sporun siyasi görüş açıklamayan bir ergen alanı olmaktan çıkıp görüş beyanlarına açıldığına şahitlik ediyoruz. Bu, spor-siyaset ilişkisinde farklı ve yeni bir dönemi anlatıyor.  

 

Siyaset, spor üzerinden kitlelerle ilişki kurmak, kitleleri etkilemek ister. Ancak bir siyasetçi için geçerli olan bu durum, bir sporcu için pekâlâ geçerli olmayabilir. Bir sporcu kolay kolay siyasetin bir parçası olmak istemez. Çünkü sevenleri arasında her siyasi renkten insan vardır. Bu tercih onları üzebilir. Sporcunun siyasete uzak durmasının altında bu neden vardır. Bu anlaşılabilir bir duygudur.

 

Ancak anlaşılabilir bu duygu ile de artık yüzleşme zamanı geldi. Sporcunun siyasi görüşü de, siyasi kanaati de olmalı. Bu görüşü ve kanaati dile getirmekten çekinmemeli. Nitekim İngiltere’de, İskoçya’da, İtalya’da bunun sayısız örneği var.

 

Siyaset Beşiktaşlılığımı etkiler mi?

 

Ben eğer Beşiktaşlıysam şunu bilerek Beşiktaş maçına giderim. Beşiktaş takımında ter döken oyuncular arasında AK Partili olan da, CHP’li olan da, MHP’li olan da var. Ama farklı siyasi görüşlerde olan tüm futbolcular, profesyonel bir şekilde Beşiktaş’ın başarısı için ter döker. Ben kulübümle aidiyeti, siyasi tercihimden dolayı değil, çeşitli sosyal, kültürel, psikolojik arkaplanlar barındıran kültürel kimlik arayışıma karşılık geldiği için kurarım.

 

Bir AK Partili futbolcu sırf kulüpte Çarşı Grubu var diye Beşiktaş için koşmazlık edemez. Ederse, futbol gibi rekabetin acımasız olduğu bir spor dalında ayakta kalamaz ve kariyerini bitirir.

 

Dolayısıyla ben sporda siyasetten uzak duran futbolcular, basketbolcular, voleybolcular, yüzücüler, halterciler değil, siyasi görüşünü medeni sınırlar içinde açıklayan ama işini de profesyonelce yapan kişiler istiyorum.

 

Sporcunun da siyaset hakkı vardır. Siyasi görüşlerin ifade etme tercihi vardır. Tıpkı biz gazeteciler, bilim insanları, kanaat önderleri, işadamları gibi.

 

“Siyasetçiler spora karışabilir ama sporcular siyasete karışamaz” düşüncesinden de artık sıyrılmamız gerekir.

 

Siyaset, spor ve şiddet

 

Spora siyasetin dahil olması şiddeti davet etmez mi? Bu, spora ne derece siyaset karıştırdığınıza bağlı. İşin cılkını çıkartır ve sporu siyasetin arka bahçesi haline getirirsek, tabii ki sporu da siyaset gibi kutuplaştırırız.

 

Ama bizde de spor ve siyaset dünyalarının artık birbirleriyle ilişki kurma ihtiyacı duyması, tıpkı İngiltere, Arjantin ve İspanya’da olduğu gibi, benzer sosyal sonuçlar doğuracak.

 

İngiltere ve Arjantin’de zengin-fakir, patron-işçi takımları gibi kodlamalar oldukça yaygın. Zenginlerin kurduğu Chelsea taraftarları, liman ve kömür işçilerinin kurmuş oldukları Liverpool gibi kulüpleri küçümser. Arjantin’de yoksul kitlenin takımı Boca Juniors taraftarları için futbol bir güç savaşıdır. İskoçya’da Glasgow Rangers – Glasgow Celtic rekabeti dillere destandır. Bu rekabetin nedeni dinseldir. Rangers Protestanların, Celtic de Katoliklerin takımı olarak bilinir. İspanya’da Barcelona Katalanların takımı, Real Madrid kralcıların ve zenginlerin takımı olarak tanınır. Yine İtalya’da Livorno takımının taraftarları en sert politik görüşlere sahiptir. Orak-çekiç sembolleri tribünlerden inmez, her maç öncesi Bandiera Rossa (Kızıl Bayrak) şarkısı faşizme karşı hep bir ağızdan söylenir.

 

Avrupa’da ve dünyanın diğer yerlerinde görülen sosyal, siyasal ayrışmalara benzer ayrışmaların işaretleri biz de görülmeye başladı. Algılarımız ve bilinçaltımız Amedspor ve Dersimspor’u kimlik aidiyetiyle, Fenerbahçe’yi endişeli modernlerle, Beşiktaş’ı da işçi ve varoşların takımı olmakla her geçen gün daha fazla özdeşleştiriyor.

 

Siyaset-spor ilişkisi olmalı. Bundan kaçınamayız da zaten. Ancak ilişkinin doğasını önemsemezlik edemeyiz. Siyaset-spor ilişkisi kültür ve kimlik şeklinde bir etkileşim yaratırsa daha renkli ve verimli sonuçlar doğar. Ancak kültür ve kimlik ilişkisi hoşgörü iklimini ortadan kaldıracak nefret atmosferine dönüşürse, sadece taraftarları karşı karşıya getirmekle kalmaz; ülkenin birlikte yaşama iradesinde de geri dönülmesi imkansız zararlara yol açar.

 

- Advertisment -