İlerlemeden, erkenden ve zamansız uğurladığımız Sami’nin sosyal pozisyonu gereği, Mimarlar Odası gibi kurumların siyaset yapmasına da değinmeliyim. Siyaset yapmak mevcut mevcut partilerden birini tutmak değil de okullardaki akademik adı gibi “kamu yönetimi ” ise, faaliyet alanı doğrudan kamuyu ilgilendiren bizim Oda gibi kurumların mimari proje yapmaya kalkışıp da üyelerinden rol çalamayacaklarına göre, siyasetle ilgilenmekten, hatta fiilen yapmaktan öte misyon ve faaliyetleri olamaz. Sosyal, kültürel, hatta eğitsel faaliyetleri de onun parçasıdır.
Çok erken kaybettiğimiz Sami, akranım değildi. 81’de İTÜ’den ben çıkarken o giriyormuş. Geçici işbirlikleri dışında Oda’da birlikte uzun vadeli işler yapmamış, sorumluluk paylaşmamıştık. Bilgi’de mimarın hukuki hakları odaklı “İnşaat Hukuku” konferansı gibi Oda bakımından özellikle hayati bir konuya odaklanan etkinliği birlikte yapma teklifimizi Oda’ya götüren akranım Zeynep Sözen’in, yeni tanıştığı başkan olarak Sami’nin hızlı kavrayışı ve harekete geçişinden nasıl etkilendiğini anlatışını hatırlarım.
Teklifsizliği, sadece akademisyen büyüğüne saygıdan değildi. Mizacının yanı sıra tecrübesini zor koşullarda kazanmanın olgunluğuna da borçluydu bu örnek tutumunu. Mimarlar Odası gibi yarım yüzyıllık tarihini aralıksız muhalefet yaparak geçirmiş bir kuruma 50 yılın ardından başkan olmak zaten başlı başına ağır bir vicdani sorumluluk gerektirir. Üstüne bir de Gezi gibi öznelerinin de muhataplarının da hazırlıksız yakalanıp nice çamlar devirdiği modernleşme tarihinin ilki bir eylemi başkanı pozisyonuyla Oda yöneticisi olarak karşılamakla kalmayıp, “Kentsel Dönüşüm” adıyla Oda’nın hep yanlarında durduğu emekçi sınıfların yaşam çevrelerine yakın tarihin en kapsamlı ve empati yoksunu müdahalesinin yapıldığı bir dönemle de başkan koltuğunda yüzleşmek sorumluluk sahibi pozisyondakileri “vezir de rezil de etmeye” yatkın sosyal/siyasal ortamlar.
Muhalif siyaset insanın suratını astıracak nice engellerle doludur. Sami, tavizsiz bir muhalefetin surat asmadan da yapılabileceğinin istikrarlı ve zarif bir temsilcisi olarak sürdürdü Oda’nın merkez ve İstanbul-şubede en üst seviyeden yöneticilik rolünü. İstanbul şubesini faaliyet ve misyon zenginliğini taşıyacak Karaköy’deki binaya kavuşturmak gibi kalıcı işlerle de anılacak başkanı olduğu dönem.
Oda başkanlığını, populist politikacıların sık yinelediği “Efendiniz değil, hizmetkarınızım.” klişesinin fiili temsilcisi gibi sürdürdüğünü veda töreninde konuşan bir üyenin “O odanın evsahibiydi” tanımı iyi anlattı. Odasında oturarak değil, gelip-gideni adeta kapılarda karşılayıp uğurlayarak yönetirdi Oda’yı…
Veda töreninde empatik ve özverili kişiliğinin altı çizilirken; genç bir mimarlık öğrencisinin ağzından mimarlığa Oda’ya kurumsal angajmanının da ötesindeki muhayyel noksan-sevmeyeninin “işgüzarlık” diyebileceği tutkusunun altını çizen şu ilginç hikaye anlatıldı:
Genç öğrenci henüz lisedeyken bir metro çıkışında yanındakine mimarlık sözcüğü sarfetmesi üzerine “Mimarlık mı okuyorsun?” diye yanaşan biri, henüz niyet olan tercihi pekiştirecek şeyler söylüyor. Tüm güler yüzü ve samimiyetiyle Sami bu. Genç kız Oda başkanı olduğunu tabii ki çok sonra okula girip, anısını canlandırınca anlıyor.