Ana SayfaYazarlarSekülarizmin aşırılaşması ve cendere ortamı

Sekülarizmin aşırılaşması ve cendere ortamı

 

Osmanlı İmparatorluğu’na karşı bir konumlanış olarak, Türkiye’de Cumhuriyetin kuruluşundan bu yana seçkin zümreler tarafından laikliğin aşırı yorumu benimsendi. Bu aşırılığın sebeplerinden biri, her nasılsa 20. yüzyıla değin ayakta kalabilmiş ve modern çağa ayak uydurmaya çabasındaki bir ortaçağ tipi imparatorlukla boy ölçüşme, onun manevi büyüklüğünü ve asırlara dayalı etkisini değiştirme/karşılama ihtiyacıydı. Kemalizm bir yandan, bir yoruma göre Avrupa’daki en aşırı laiklik modelini, Fransız tipi laikliği model aldı. Öte yandan, bunu tepeden inme tedbirlerle topluma dayatırken, ilga ettiği hilafetin fonksiyonlarını karikatürize edecek kertedeki, devlet denetimli Diyanet İşleri kurumuyla, Osmanlı kalıntısı olarak gördüğü Sünni Müslümanları kontrol altında tutma siyasasını güttü.

 

Bugün aşırı laikliğin savunucularının öncelikle, bu sistemden bir çağa yakın ayrıcalık elde etmiş ve modernleşmeyi bir bakıma toplumun kültürel değerler mirasına yabancılaşma olarak algılamış bir seçkinler grubu olduğunu görebiliyoruz.  Buna farklı yönlerden gelen iki akımı da ekleyebiliriz: İlki, halkın eşitsizliklere karşı isyan etmemesini İslam dinine bağlayan ve “sağ”ı İslam’la bağdaştıran Sol.  İkincisi, Sünniler eliyle uğradıkları ağır sosyal baskıları haklı olarak unutmayan ve onları varlıklarına bir tehdit olarak gören Alevilerin bazı kesimleri.

 

Ama bu aşırılık aynı zamanda boğucu bir ortam, bir cendere yaratıyor. Farklı fikirlere tahammülsüzlük, saflaşma, kutuplaşma, bastırıcı ve hegemonik bir dil, bir nefret söylemi ve herkesi kendi kurdukları cephede “savaş”maya çağırmak, aşırı laikliğin belirtileri. Arada ve tarafsız kalmanın imkânsız olduğunu sürekli tekrarlayarak, hepimizi Müslümanlarla, mütedeyyinlerle, onların siyasi temsilcisi AKP ile savaşmaya çağırıyorlar. Ben bu çağrının aslında “laiklik” için olduğundan da emin değilim. Anlaşılan bu bir iktidar kavgası. Ancak bu yöntemin başarılı olduğunu düşünüyorum. Gri hiçbir alan bırakmadan totallik, içleme ve iktidarı ele geçirme savaşı. Bu başarının kanımca iki nedeni var. İlki tarihsel. Bu tür bir cendere/boğma siyaseti Cumhuriyetin kuruluş yıllarında hâkimdi ve başarılı oldu. Tüm fikir ve tutumalışları ezerek, şiddetle bastırabildiler. Daha sonra DP’nin son yıllarında tekrar ortaya çıktı. Ve sonu idamlar oldu.  Erbakan olayını anımsıyoruz ve son olarak geliyoruz, AKP ile yürütülen soğuk/entelektüel savaşa. Evet, ben bu yöntemi entelektüel şiddet olarak görüyorum ve bu şiddet türü, bunu yukarda saydığım daha önceki tecrübelere dayanarak çok iyi bilenler tarafından yürütülüyor.  Ayrıca entelektüellik yarışı olduğunda, barizdir ki kimse aşırı-laik kesimlerin eline su dökemez.

 

Bu başarının ikinci ayağı, karşısında yer aldıkları insanları, kişileri, siyasetleri, partileri, artık kim ve ne varsa, bu saldırganlık siyasetine çekebilme gücü. Evet, yavaş yavaş saldırgan dil karşı kesimlerde de hâkim oluyor ve esas yenilgi noktası da burada bence.  Bu örneği DP’de gördük, Erbakan’da gördük, kısmen Özal’da da. Şimdi sıra, zaten aşırı bir üslûba yatkın olan Erdoğan’da. O da hiç boş durmayıp bu daveti seve seve kabul ediyor (bunu mütedeyyinlerin onur meselesi olarak algıladığına eminim), onu destekleyen bazı yazarlar keza…

 

Aşırı-sekülarizmden de kaynaklansa, başka alanlardan da neşet etse, ben bu boğucu ortamı tüm benliğimle reddediyorum; fikir, felsefe ve siyaset üzerindeki bu cenderenin kalkması için bir şeyler yapmamız gerektiğini düşünüyorum.  Düşünce üzerindeki her baskıya, kimden geldiğinden bağımsız olarak karşıyım. Diyalog ortamını yeniden ve sabırla inşa etmeliyiz.  Var olan güçlü akıntıya karşı kürek çekerek, direnerek ve saldırgan üsluba pabuç bırakmayarak.

- Advertisment -