Ana SayfaYazarlarTürkiye yeni BRİCS, Saint Petersburg yeni Rapallo mu?

Türkiye yeni BRİCS, Saint Petersburg yeni Rapallo mu?

 

15 Temmuzda halkın tepkisiyle başarısız kalan darbe girişimine değerlerine uygun bir karşılık veremeyerek kurucu babalarının kemiklerini sızlatan Avrupa medyasının şimdi Türkiye’deki gelişmeleri yeterli olmasa da daha rasyonel biçimde okumaya çalıştığını söylemek mümkün. Mayıs 2013’te yayın hayatına başlayan “liberal ve AB yanlısı” Fransız L’Opinion’da önceki günlerde yayımlanan aşağıda özetle aktaracağım iki yazı buna örnek oluşturuyor.

 

Laurence Daziano’nun imzasını taşıyan yazı, “Türkiye: Batı dominasyonuna karşı çıkan yeni BRİCS” başlığını taşıyor. (http://www.lopinion.fr/edition/international/laurence-daziano-turquie-nouveau-brics-en-opposition-a-domination-108057) . BRİCS, bilindiği gibi, küresel ekonominin yeni büyük güçleri olarak Batı dominasyonuna karşı çıkan ve çok kutuplu dünyayı savunan beş ülkenin (Brezilya, Rusya, Hindistan, Çin, Güney Afrika) İngilizce baş harflerinden oluşuyor. Daziano’nun bu gruba Türkiye’yi de dâhil etmesi doğru bir saptama kuşkusuz.

 

Daziano, Türkiye ile Rusya arasındaki son Saint Petersburg buluşmasını, kendilerine göre emperyal hayalleri olan iki büyük gücün “stratejik yakınlaşması” olarak değerlendiriyor. Türkiye’nin Rusya gibi emperyal geçmişinin özlemi içinde olduğu tartışılır elbette ama iki devlet adamının Batılılarınkinden farklı kendi siyasi ajandaları olduğu doğru ve böyle olması da son derece doğal.

 

Daziano’nun doğru olan bir diğer saptaması, başarısız darbe girişimi ertesindeki Türk-Rus yakınlaşmasının, Avrupalılar için, sadece Suriye ve göçmen politikalarının iflası olarak değil, ayrıca Türkiye’nin NATO üyeliği ve AB müzakereleriyle bağlı olduğu Batı kampından tümden uzaklaşma olasılığı temelinde değerlendirilmesi gerektiği hususu. Ama Daziano bu bağlamda Türkiye’nin güvenliğini göz önüne almadığı için Batı’ya gösterdiği tepkiyi de tam olarak anlayabilmiş değil.

 

Daziano Türkiye ile ilgili “Avrupa’nın yeni hasta adamı” alt başlığını açabiliyor. AKP’nin milli geliri üç kat arttırmış olan ekonomik politikasının derin bir krizde olduğunu yazabiliyor. Bu yalanı temel alarak uluslararası iş âleminin “Erdoğan’ın otoriterliğine” artık güvenmediği, şehirli orta sınıfların artık daha çok özgürlük talep ettiği ve Türkiye’nin Avrupa’nın yeni hasta adamı olduğu gibi yanlış klişeleri yinelemekten de çekinmiyor.

 

Bir sonraki paragrafta yukarıdaki beklentilerin doğru çıkmamış olduğunu fark etmiş olmalı ki bu görüşün aslında kısmen doğru olduğunu belirterek düzeltme yapma ihtiyacı duyuyor. Her şeye karşın Türkiye’nin Suriye krizine iyi dayandığını, 3 milyon göçmene halen ev sahipliği yaptığını, devletin işlediğini, ayrıntılarını verdiği büyük projelerin ilerlediğini teslim ediyor. Bu noktadan hareketle altı çizilmesi gereken şu saptamayı yapıyor: “konjonktürel krizler bir yana,  Türkiye artık ekonomik ağırlığına paralel olarak, Batı ile çatışmadan geçiyor olsa da, kendi siyasi hedefleri olan BRİCS’e katılmış bulunuyor. “ 

 

L’Opinion’un Türkiye-Rusya yakınlaşması hakkında yayımladığı Luc de Barochez’in “Erdoğan ve Putin arasında yeni Rapallo” başlıklı yazısı da oldukça dikkat çekiyor.  (http://www.lopinion.fr/edition/international/entre-erdogan-poutine-nouveau-rapallo-108047?utm_source=outbrain&utm_medium=cpc&utm_campaign=lopinion_flux). Bu yazı, başlığından da anlaşılacağı gibi, Saint Petersburg buluşmasını,  I. Dünya Savaşı sırasında gerçekleşen Bolşevik devrimiyle SSCB’ye dönüşerek müttefiklerini terk eden Rusya ile savaşın mağlubu Almanya arasında 1922’de imzalanan Rapallo Antlaşması’na benzetiyor.

 

Özet olarak belirtmek gerekirse, Batılı galip ülkeler tarafından dışlanan SSCB ve Almanya Rapallo Anlaşması ile birbirlerine karşı savaş tazminatlarından vazgeçme ve diplomatik ve konsüler, ekonomik ve ticari ilişkilerini geliştirme kararı almışlardı. Bu anlaşmanın iki ülke arasında askeri işbirliğini öngören bazı gizli hükümleri de vardı. Buna göre, Almanya SSCB topraklarında askeri kamplar edinmişti. Bu kamplar Almanya’ya Versailles anlaşması ile yasaklanan Ordusu’nu (Reichswehr) yeniden yapılandırma imkânı vermişti. Bu nedenle Paris ve Londra başta olmak üzere savaş galiplerinin başkentlerinde kaygıyla karşılanmıştı.

 

Luc de Barochez, uluslararası siyasetin “parya” yerine koyduğu iki ülkenin Rapallo ile kendilerine dayatılan yalnızlığı kırdıklarını, Erdoğan ile Putin’i 15 Temmuzdan sonra bir araya getiren Saint Petersburg buluşmasının da aynı gerekçeyle yeni bir Rapallo olduğunu söylüyor. Birinin Çarlık Rusya’sı, diğerinin de Osmanlı İmparatorluğu özleminin önünde Batı’yı engel gördüklerini ve Batı’nın komplosuna uğradıklarını düşündüklerini öne süren Luc de Barochez, belki tarihi olarak doğru bir tespit yapıyor ama Erdoğan hakkında bugüne kadar yazılıp çizilen yanlış tezleri tekrarlamaktan da geri kalmıyor.

 

Bu bağlamda Luc de Barochez, AB’nin mültecilerle ilgili anlaşmanın bozulmasından kaygı duyduğunu ama Erdoğan’ın Brüksel’i tüm taleplerini yerine getirmeyerek çok zor duruma soktuğunu söylüyor. Tartışma konusu Terörle Mücadele Yasası’nda (TMY) yapılması istenen değişikliklerin 15 Temmuzdan sonra FETÖ’cülere yönelik yargılamaları da olumsuz yönde etkileyeceğine hiç değinmiyor. Ona göre böyle bir gündem yok; TMY bugün “hemen, hemen herkesin tutuklanmasına elveriyor; bu da Erdoğan’ın otoriterliğini” gösteriyor. Kabul etmek gerekir ki darbe girişimi hakkında bir şey söylemeyip bu “sorunları” dile getirmek öncelikle demokratik bir duruş değil.    

 

Yazarın son paragrafta dile getirdikleri de bazı doğruların yanı sıra kökten bir yanlışı içeriyor.  Avrupa’nın Türkiye’ye karşı izlediği umut verme politikası gerçekten bir çıkmazda; aynı açıdan bakmıyor olsa da AB üyeliği ve kısa dönemde serbest dolaşım hakkı (vizesiz seyahat) hayalleriyle bir ülkenin daha fazla oyalaması mümkün değil elbette.

 

Luc de Barochez, Avrupa’nın sınırlarını, kendi değerlerini ancak kısmen paylaşan bir ülkeye bırakabileceğini düşünmesinin de bir hayal olduğunu söylüyor. Bu cümlede bir doğru, bir de çok büyük bir yanlış var. Doğru olan, AB ülkelerinin sınırlarını koşulsuz olarak – değerlerini paylaşmadığı değil ama kendi güvenliğini bir yana bırakamayacağı için- kontrol etmeyeceği.  Yanlış olan da, bugün Türkiye’nin değil asıl AB’nin kendi değerlerinden uzaklaşmış olması. Türkiye’nin tüm siyasi partileri ve halkının çoğunluğuyla Avrupa değerlerinin başında gelen demokrasinin bir askeri darbeyle yıkılması girişimine karşı çıkmasına yazar övgüde bulunmak bir yana değinmiyor bile.   

 

Evet, Türkiye yeni bir BRİCS ve grubun isminin bundan böyle BRİCST olarak değişmesi isabetli olur. Evet, Saint Petersburg, yeni bir Rapallo. Yalnızlaştırılan iki ülkenin bir araya gelmesini simgeliyor. Ama hayır, AB’nin Türkiye’ye yönelik politikası doğru da, demokratik de değil. AB artık kurucu babalarının temel ölçütü olan farklılıklar içinde demokratik birliği temsil etmiyor. Bu tutumuyla sadece ABD’nin başlattığı, büyük üyelerinin desteklediği yeni küresel savaşın tarafı oluyor. Bu acı gerçekle yüzleşene kadar da, siyasetçileri ve medyasıyla saçmalamaya devam edecek gibi görünüyor ne yazık ki.    

 

- Advertisment -