Aynı güneşe bakıp karanlık şiirler yazmak bu coğrafyaya özgü bir ruh halidir diye düşünmekten kendimi alamıyorum.
Günlerdir konuşulan, yazılıp çizilen her ne kadar adı konmasa da bir girişim ile ilgili öylesine uçuk ve olup bitenlerden bihaber yorumlarla karşı karşıya kaldık ki
neyi nasıl anlatacağımız bile birbirine karıştı.
En şaşırdığım ise bu konuda fikir sahibi ve biraz da uzman olduğunu düşündüğüm insanların süreci ve olup bitenleri bir iç politika hamlesi olarak görüp sorunu veya sorunları inanılmaz derecede küçümsemeleri olmuştur.
Gerçekten bu olup bitenler bir iç politika adımı mı?
Yani onların tabiri ile bir gündem değiştirme hamlesi mi?
Bütün dünyanın diken üzerinden izlediği ve güçlerine göre daha da olumsuzlaşmaması için müdahale ettiği hatta savaşan iki tarafın İran ve İsrail’in siviller ölmesin diye füzelerini yerleşim yerlerine atmadığı ve kontrolsüz bir gelişmenin bütün bölgeyi bir ateşe atacağı bir durumdan söz ediyorum.
Öyle ki ABD seçimlerini direkt etkileyecek kadar önemli bir gelişmeden söz ediyorum.
Ve büyük bir ihtimalle ile 5 Kasım ABD seçimlerinden sonra seyrinin değişeceği hem de bölgede yeni siyasi haritaları doğuracağı öngörülen bir bölgesel etnik ve mezhepsel fay hatlarını kıracak.
Böylesine hayati derecedeki olaylar zinciri sadece bir iç politika malzemesi veya adımı olarak nasıl okunur buna şaşmamak elde değil.
Gelin bunu biraz daha açalım isterseniz.
Bölgede iki güçlü devlet var; İran ve Türkiye.
Bu iki güçlü devletten biri olan İran ciddi müdahalelerle karşı karşıya ve İran derken aynı zaman İran’ın inanılmaz etkisinde olan üç devleti de daha saymak gerekiyor: Irak, Suriye, Lübnan.
Bu üç devlette İran’dan kaynaklı herhangi bir olumlu veya olumsuz gelişmelerden direkt etkilenen ve hem etnik hem de farklı mezhep fay hatları üzerinde oturan devletler.
Düne kadar İran’ın özelikle de 2012 yılında ABD Libya elçisinin öldürülmesinden sonra bölgede hem oyun kurucu hem de oyun bozucu kabiliyetine sahip olduğunu hep beraber yaşadık.
İran devleti adına her türlü adımı ve girişimi yapma yetkisine sahip. Kasım Süleymani’nin öldürülmesi ile İran devletinin oyun kurucu kabiliyeti büyük ölçüde yok edildi.
Kasım Süleymani, Suriye iç savaşında Kürtlerin Türkiye ile birlik olmaması için Kuzey Suriye hamlesini yapan, Hizbullah’ı Suriye savaşına sokan ve sonradan 2015’de Putin’i Suriye savaşına ikna eden bir aktör olarak tanımladığımızda oyun kurma kabiliyetini de öğrenmiş oluruz.
Hamas’ın 7 Ekim saldırısından sonra İsrail’in tarihte eşi benzeri görülmemiş bir ölçekte saldırısından sonra hem Hamas’a ağır darbeler indirmesi hem de Lübnan’da Hizbulah’a yönelik vahşi saldırılarda bulunması sonucu vekalet savaşlarında oyun bozucu kabiliyetini bu iki örgüt üzerinde kullanan İran’ın bu oyun bozucu kabiliyeti de ağır bir yara aldı ve kendini savunma pozisyonuna çekildi.
Daha doğru bir ifade ile İran savaşın direk hedefi ve yürütücüsü olma ile karşı karşıya kaldı.
İşte bu durum herkesi özelikle de bölge ülkelerini derin bir endişe ve kaygıya itti.
Tabi ki en başta bölgenin ikinci büyük ülkesi olan Türkiye’yi bir şekilde harekete geçmeye zorladı.
Çünkü her an hem etnik hem de mezhepsel fay hatları tetiklenebilir.
Türkiye’nin bu durumda harekete geçmesi değil geçmemesi tuhaf olurdu.Çünkü birinci derecede etkilenecek ülkelerin başında Türkiye geliyor.
Siyasi fay hatları değişen bir bölgeye yaşıyorsanız buna yönelik bir duruş sergilememeniz mümkün değil. Birinci Körfez Savaşı’nda Irak’ta Kürtler siyasi haritanın değişmesi sonucu bir bölgesel Kürt yönetimine kavuştular.
ABD’nin Irak işgali PKK’yı tekrar silaha sarılmaya teşvik etti. Ve 3 ülkede daha parti kurdu
Irak’ta yıllardır egemen olan Sünni yönetim gitti yerine Şii iktidarlar geldi. IŞİD gibi bir zebani örgüt kuruldu ve Avrupa’daki pek çok ülkeden büyük toprak parçasını 2 yıl yönetti.
Suriye iç savaşı kuzey Suriye yi (Rojava) yarattı.
Türkiye ise Kıbrıs’tan sonra ilk defa başka bir ülkenin topraklarında yönetime kavuştu ve ilk defa onlarca silahlı örgüte Suriye’de hamilik yapmaya başladı. Tüm bunlar İran gücünün zirvesinde iken oldu.
Ve şu anda kendisinin dahil olacağı bir savaş ile karşı karşıya. Ve bu olasılık hiç de uzak değil. Hal böyle iken Türkiye de olup bitenleri bir iç politika malzemesi ya da gündem değiştirme olarak okumak ne derece sahici bir durum olur.
Hele ki Kürt meselesi gibi 45 yıldır şiddet sarmalı ile anılan bir meseleyi bir numaralı gündem haline getirmek kadar riskli bir şey yokken ve bu riskin sonuçlarını kestirmek mümkün değilken.
Nasıl bir akıl ki böylesi bir kaynayan coğrafyada bunu gündem değiştirmek için ortaya atsın.