İran ile İsrail arasında süren savaşta geçmişte yanlış güç tanımından hareketle taraflara ilişkin değerlendirme yapanlar tam manasıyla yanıldı. Ortaya çıkan gerçek şu ki, İsrail propaganda edildiği kadar güçlü değil, İran da zannedildiği kadar zayıf değil. Askeri kapasite, donanım, harici destek ve halkla ilişkiler açısından iki güç arasında mukayese yapılamaz, bu alanlarda İsrail öndedir ama sadece füzelerle savaşı başarıyla sürdüren İran, İsrail mitini yerle bir etti, eğer Hıristiyan-Yahudi Siyonistlerin acil koduyla İsrail “Suriye oksijen çadırı”na alınmasaydı, İsrail yıkılan mitiyle değil, varlığıyla Kenan ilinde toprağa gömülecekti.
Bir daha entübe olmasın diye batı İsrail’in arkasında son bir hamleye hazırlanıyor olabilir. Savaşın sonucunu Alman Başbakanı Merz’in “Batı’nın bölgede kirli işlerini görüyor, bunun için desteklemeliyiz” dediği İsrail ve arkasındaki batılı güçler tayin etmeyecektir. Savaşların sonucunu meşruiyet ve ahlaki üstünlük tayin eder, bütün gücüyle Amerika dahi savaşa girecek olsa da, kara savaşında İran galip gelecektir ki, devrimden hemen sonra Amerika tarafından yoğun hava bombardımanına maruz kalacağı söylendiğinde İmam Humeyni, “Bize yukarıdan bomba yağdıranlar eninde sonunda yere ineceklerdir” demişti. Amerika’nın savaşa girmesi katliamın katsayısını arttırmaktan başka işe yaramayacak ama Vietnam’da, Irak’ta ve Afganistan’da olduğu gibi eninde sonunda askerlerini çekip gidecektir.
Filistinlileri İntifada doktriniyle bir savaş makinası olan İsrail’e karşı zafere götürecek olan yeni taktiği geliştiren Şeyh Ahmet Yasin, doktrinin esasını ahlaki üstünlük ilkesine dayandırmıştı. Buna göre bugünün Golyat’ı İsrail, Davud’u Filistinlilerdi. Gözleri ve alnı dışında yüksek kapasitede zırhla kaplı iki metre boyundaki Golyat’ı daha çocuk yaştaki Davud sapanla tam alnının ortasından vurarak yere devirmişti. Bu yeni mücadele yönteminden fazlasıyla etkilenen Yaser Arafat, taş ve sopayla tanklara karşı çıkan çocuklara “Benim generallerim” diyordu.
Ahlaki üstünlük ilkesi açısından kıyamete kadar bütün mazlumların kurtarıcı sembolü 12 yaşındaki Davud /ki sonraları İsrailoğullarının Kral peygamberi olacak ve İsrailoğulları beklenen Mesih olacaktı-, bütün zalimlerin, işgalci, soykırımcı ve zorbaların sembol ismi –aslı Filistinli olsa da- Golyat olacaktı. Modern zamanların Filistin mücadelesinde Golyat Siyonist İsrail ve arkasındaki batı (ABD-Avrupa), Davud mazlum Filistinliler ve özellikle Gazze’dir.
İşte İran’ı, 1979’dan bu yana bölgede ve küresel düzeyde ahlaki bakımdan üstün konuma geçiren faktörlerin başında vekilleriyle birlikte İsrail’le mücadelesinin temelinde “Filistin meselesi”nin yatıyor olması, yani Golyat yerine Davud’un safında yer alması, varını yoğunu ortaya koymasıdır. Sünni alem Filistin’i İsrail’in işgaline ve tehcirine terk etmiş olsa bile İran bunu kabullenmiyor; askeriyeden ekonomiye ağır bedeller ödeyerek Filistin’i özgürleştirme mücadelesini sürdürüyor. 45 senedir ambargo altında bu ülke İsrail’e kök söktürüyor.
İran açısından Filistin konusu aynı zamanda İslam devriminin sürüp sürmeyeceğinin kriterlerinden biridir. Zira İran diğer sözde “İslam ülkeleri” gibi Filistin’i kendi haline terk edecek veya iki yüzlü bir politika takip edip Hüseyin için ağlayıp Yezid’e iş tutacak olsa, İmam Humeyni’nin “İslam için İran (fedadır), bunun kıstası Filistin davasına sahip çıkmaktır” doktrininden vazgeçtiği anlamına gelecektir. Hameney ve hakim devrimci kadronun böyle bir niyeti yok. Artık İsrail’in İran’a saldırmasının asıl sebeplerinden biri nükleer silah meselesi yanında asıl İran’ı bu doktrinden vazgeçmeye zorlamak olduğu yeterince anlaşılmış olması gerekir. İran, bu doktrinden vazgeçecek olsa İsrail rahatlayacak, Filistin ve Türkiye dahil diğer bölge ülkelerini birer birer yutacaktır, Suriye’nin Siyonist sofrada kolayca mideye indirildiği gibi.
İran’da muhalifler, Azeri ve Kürt milliyetçileri, zevk-u sefa peşinde olan laikler, Şahçılar vd. Hatt-ı İmam’a hasımdırlar, umutlarını İsrail’in ve Amerikan’ın desteğine bağlamışlardır ki, geçen hafta Netanyahu, Tavaifu’l amiliyn’e seslenerek İran’ı yerle bir ettikten sonra onları özgürleştireceklerini açıkladı. Bu rejim karşıtı koalisyonun bileşenlerinin belirgin bir şekilde İsrail’in iç uzantısı olması, haklı sebepleri olsa bile –ki elbette haklı sebepleri vardır- Amerika ve İsrail saldırganlarının yanında yer alması onların muhalefetlerini meşruiyet krizine düşürdüğü gibi, bir düzine yanlışı olan mevcut yönetime hem yeni meşruiyet kazandırdı hem ahlaki üstünlüğü pekiştirdi.
İran yönetimine meşruiyet ve ahlaki üstünlük kazandıran bir diğer faktör, İran’da ırka/etnisiteye dayalı bir milliyetçiliğin mevcut olmamasıdır. İran yakın tarihe kadar Türk hanedanları tarafından yönetilmiştir, kavga ve savaşlar Türk beyleri, boyları arasında cereyan etmiştir; 1923’te Pehlevi hanedanı yönetime geçmiş olsa bile, bugün İran ekonomisinde, bürokrasisi ve askeriyesinde hakim unsur yine Türkleridir; Kürtler de –haklı talepleri olsa bile- diğer ülkelerde olduğu kadar sorun yaşamıyorlar.
Sözde temsilci örgüt olan PJAK, 13 Haziran saldırısının hemen ardından İsrail’in yanında yer aldıklarını açıkladı, Azerbaycan’ın İsrail’in safında hem de hasmane bir tavırla yer alması gibi, Kürt veya Azeri milliyetçiliğin ahlaki seçimde insanları nerelere sürükleyebileceğinin ibret verici örneği oldu, Yeryüzündeki bütün milliyetçilikler aynı dölyatağında vücut bulmuşlardır, hangi renk, ırk veya bölgeden olurlarsa olsunlar “aynı millettendir”ler. .
Ahlaki üstünlüğünü tesis eden üçüncü faktör, Şii (İran-Hizbullah), Zeydi ve Sünni Filistin’in bir cephede toplanıyor olmasıdır; bu aynı zamanda Fars-Azeri-Türk, Kürt ve Araplardan müteşekkil İran’ın Yemenli ve Filistinli Araplarla kavimler ittifakının anlamlı göstergesidir. Bu “bir-iyilik ve takva üzere dayanışmadır; mezhepçilerin ve milliyetçilerin ittifakı cürüm ve düşmanlık üzerinedir” (5/Maide, 2).
Bu çerçevede Sünni dünyanın geneline baktığımızda, bu kanlı savaşta Sünni dünyanın saraylara tabi olmayan uleması, aydınları, kanaat önderleri ve halkının kalbi İran’dan yana çarpmaktadır. Son hafta içinde Mısır camilerinde imam, vaiz, hatip sıkıntısı yaşanmaya başladı; camilerde İran için dua eden ve Sisi yönetimini yerden yere vuranlar anında tutuklanıyor. Daha az düzeyde olsa da diğer Araplar arasında da aynı durum söz konusu. Türkiye’de Cuma hutbelerinde, vaizlerin vaazlarında İsrail’e karşı en sert konuşmalar yapılıyor, hamdolsun bu hutbe ve vaazlardan dolayı kimseye dokunulmadı. Birkaçı hariç Türk televizyonları tercihlerini açıkça İran’dan yana koymaktadırlar. Hükümet dahil, Türkiye kamuoyu İsrail’in nasıl bin canavar olduğunu ayan beyan gördü, belki de tarihinde ilk defa devlet İsrail’i artık tehdit olarak algılamaya başladı ki, İran’dan sonra sıranın Türkiye’ye geleceği artık yaygın kanaat halini almış bulmaktadır.
Bu hengamede, bu Davut ile Golyat arasında süren savaşta en dramatik ve acınacak durumda olan mezhepçi-tekfirci Selefilerdir. Haftaya Selefi konusunu ele almaya çalışacağım, inşallah.