Türkiye’yi 22 yıldır yöneten AKP hükümeti, bedavadan hürriyet kahramanlığı dağıtmaya devam ediyor. Türkiye ve dünyada TV’lerin yerini YouTube alırken, hayatlarının büyük bölümünü medya patronlarının yatlarında uşaklıkla geçirmiş; yatlarda hakiki bir uşak gibi hissetmemek için beyaz giyinen gazeteciler, kendilerine yeni efendiler buldular: “Like ve abone” tıklayıcısı kızgın muhalifler.
Ümitsiz kitlelerle tam karşılarına koydukları kamera vasıtasıyla göz göze gelen bu gazeteciler, her sabah HD kalitede hükümete ve politikalarına çemkirdikleri ölçüde likeve abonelik kazanıyor, en fazla tahkir ve tahrik eden ise mangırın büyüğünü kapıyor. Mutsuz bu ülkede insanlar, eşlerinden, patronlarından, çocuklarından duymak isteyip de duyamadıkları her şeyi bedavadan dinleme olanağı veren bu YouTube kanallarında sansasyonel başlangıçlar yapmak istiyorsanız ana muhalefetin resmi kanalından bile,
“görüp ahkâm-ı asrı münharif sıdk u selâmetten
çekildik izzet ü ikbâl ile bâb-ı hükûmet’ten”
havasıyla istifa etmek gibi revaçta kurnazlıklardan birini seçebilirsiniz.

Talat Paşa, Kürt düşmanlığı, göçmen nefreti, iktidar karşıtlığı, depreşen tehcir aşkı… Her şeyin birbirine karıştığı, kesiştiği bu kafası karışık millet, YouTube’da ferahlık arıyor. Cumhuriyetin en rijit dönemlerinde bile kimsenin aklına gelmemiş İttihatçı övgüleri, vatan ve hürriyet şehitleri payeleri havada uçuşuyor.
Memlekette liyakatsizlikten dert yanan muhalefet, kim neye layık düşünmeden, son kurbanı Hrant Dink olan, milyonların sürgün edilip katledildiği meseleleri sorumsuzca ağzına doluyor, bir koca imparatorluğu altüst eden, görülmemiş katliamlara imza atan bir avuç beceriksiz hayalperestten ibaret İttihatçı takıma, bugünlerde Sivas’ın ötesine pasaportsuz geçiş imkanı sağladıkları için minnet duyulması gerektiğini vaaz ediyor.
Bunları görünce insanın Erdoğan bu ülkeyi ölene kadar yönetmeli hatta öldükten sonra yönetsin diyesi geliyor.
İttihatçılar, aşırı vatanperverlikten yaban ellerde saklanmaya başlamışlar; hiç de öyle vatanlarında kalıp son kurşunlarına kadar savaşmak cesaretini göstermemişlerdi. Kaçıp saklandıkları yerde, soykırımda ailelerini kaybeden Ermeni suikastçılar eliyle, adını Yunanlıların intikam tanrısı Nemesis’ten alan operasyonda can verdiler. 110 yıl önce hiçbirimiz yoktuk, neydi bu hadise, kimdi bu adamlar, arkalarından o günlerde ne yazıldı diye merakı celbolunanbirkaç akıl sahibi kalmışsa aramızda, Refik Halit’in şu şiiri sanırım o günlerde İttihatçılara Osmanlıların neler duyduklarını öğrenmek için kafi:
EFENDİLER NEREYE ?
“ziyafet bitti,
fakat ağzınızı silmeden,
elinizi yıkamadan,
bir acı kahvemizi içmeden;
efendiler nereye?
yaz başlarında sırtı karnına yapışmış,
sarı, sıska, cansız bir takım tahtakurular çıkar,
iğne gibi vücudumuza batar,
derimizi haşlarlar, kanımızı emerler,
sonra sabaha karşı etli,
canlı, iri yarı, şuraya buraya kaçarlar…
galiba şafak attı, güneş doğuyor;
tahta kuruları nereye?
ücra dağ başlarında,
gözleri ateşli, dişleri keskin,
tüyleri dimdik aç kurtlar vardır.
köpeksiz sürülere dalarlar,
etrafa kan kemik saçıp,
mideleri dolu inlerine koşarlar…
galiba çoban göründü, köpekler havlıyor:
tok kurtlar nereye?
kedisiz evlerde fareler vardır.
kilerlere girerler, dolaplara dalarlar,
şunu bunu kemirip
sağa sola koşuşup baş köşede gezerler,
bir patırtı olunca deliklere girerler.
galiba koku aldınız. kedi geziyor:
koca fareler nereye?
dul annelerin haylaz çocukları vardır?
sandıkları kırarlar, paraları çalarlar,
bohçaları aşırıp tefeciye satarlar
ve sonra korkup sokak sokak kaçarlar…
galiba foyanız meydana çıktı.
yakanız ele geçecek:
ziyankâr evlatlar nereye?
vurdular, kırdılar, yaktılar, yıktılar,
astılar, kestiler, kızdılar, kavurdular;
nihayet leşimizi meydanlara sererek yılan gibi kaçtılar.
memlekete düşmanları sokarak üstümüzden aştılar.
eli sopalı, beli palalı, gözü kapalı paşalar
damdan dama nereye?
o zamanlar kalemler kırık,
gözler yumuk, boyunlar eğri, ağızlar kilitliydi.
gel diyordunuz,
halk karnını yerde sürüye sürüye ezile büzüle koşuyor,
ayaklarınızın altına sokulup tir tir titriyordu.
git diyordunuz kapıya kendini dar atıyor,
merdivenleri dörder dörder atlayarak canını güç kurtarıyordu.
siz âmir olmadınız,
sergerdelik ettiniz…
siz valilik yapmadınız, asesbaşılık ettiniz…
efelere, taş çıkardınız; zorbalara parmak ısırttınız…
as deyince sıra sıra dar ağaçları kurulur,
yak deyince alev alev meşaleler tutuşur,
bas deyince tabur tabur jandarmalar üşüşürdü
. elinizde zindan anahtarları,
belinizde idam ipleri,
sırtınızda dar ağaçları vilayet vilayet dolaştınız.
ali’ye çattınız, veli’yi bastınız,
ahmed’i kazıdınız, mehmed’i kavurdunuz,
beş senedir her tarafta kargalara
insan leşinden ziyafet çektiniz.
muhalif mi? al aşağı.
muharrir mi? vur başına…
türk mü? sür ölüme…
rum mu? iste parasını…
ermeni mi? kes kafasını…
arap mı? çek ipe…
kadın mı? gönder eve…
haydut mu? buyurun köşeye..
. külhanbeyi mi? gelsin yanıma…
yahudi mi? sor fikrini…
kalan kimseye at sopayı…
paraları koy cebine…
işte sizin programınız bu!
palalarla sopalarla işe giriştiniz;
sürülerle insanları dağ başlarına götürüp satırlardan geçirdiniz;
babaları, evlatları yoktan yere harcayarak
anadolu içerisinde dul kadından,
yoksul yetimden başkasını bırakmadınız.
ne oluyordunuz?
bu kanlı işgüzarlıklar,
bu canavar akını,
bu fitne ve fesat siyaseti ne fayda verecekti?
ne kazanacaktık?
dünyayı mı alacaktık,
mısır’a sultan mı olacak, hind’e şah mı gidecektik?
sizin sadrazamlıkla, seraskerlikle, nâzırlıkla
gözleriniz doymamıştı, a padişah heveslileri..
şam’da, halep’te az daha namınıza hutbe okutup,
isminize sikke kestirecektiniz.
yenilik sizde, kahramanlık sizde,
avurt zavurt sizde, caka tavır hepsi sizdeydi.
şimdi böyle sinsi sansar gibi
tavandan tavana nereye?
evet, nereye gidiyorlar?
mahalle kahvesinden bir adımda sadarete,
meyhaneye iskemlesinden bir basışta nezarete,
tulumbacı koğuşundan bir hamlede valiliğe eren bu türediler:
nereye gidiyorlar?
kendileri kürklere büründüler,
milletin derisini soydular.
kasalarına altın doldurdular,
bizim ceplerimize kağıt tıktılar.
halk sersefil cami avlularında yatarken
çiftlikler aldılar, kâşâneler yaptılar.
açlıktan ölenlerin lokmasını ağzından çalarak
haspalara ziyafet çektiler.
susuzluktan kavrulanların testisini aşırıp havuzlarını doldurdular…
halk sokaklarda pösteki kemirirken,
onlar konaklarda ebabil beyni yediler,
kuş sütü içtiler. anamıza sövdüler,
babamızı dövdüler, tırnaklarımızı söktüler.
işte milleti artık büsbütün öldürdüklerinden emin olsunlar.
zira damarlarımızda bir damla kan,
kollarımızda bir zerre kuvvet kalmış olsaydı
yakalarına yapışır, öcümüzü alırdık.
halbuki kollarını sallaya sallaya
yüzümüze tüküre tüküre gittiler!..
aşk olsun, at da size yaraşır, meydan da!..
bizde bu ölü kan,
sizde o yaman surat olduktan sonra
bir gün olur yine gelirsiniz.
eteklerinizi öptürüp ciğerlerimizi söndürürsünüz.
biz size “kırk katır mı, kırk satır mı?” diye sormadık.
yarın sizin bize: ölümlerden ölüm beğen” demek
artık hakkınızdır.
lâyığımız olan paşalar!
topumuzun kellesini kesmeden nereye?”
Ta 110 yıl önce, arkalarından şu güzel sitem edilmiş, şu lanet okunmuş bu efendileri tekrar hayatımıza sokanlardan biri, işte geçen yıl aldığı tıklardan 100 milyon liradan fazla kâr elde etmiş. Kârını artırmak için, tarihte aslı astarı olmayan, milletin boğduğu padişah palavralarından tıklanmak peşindeyken, baskıcı hükümet tarafından içeriye tıkılan bu yeni hürriyet kahramanımız… Son yirmi yıldır, çoğu ipe sapa gelmez saçmalıkları, yanına “Atatürk olmasa ben ve ailem açlıktan geberirdik” diyen bir kaç şişko prof da oturtarak, tıkına tıkına anlatıp tıklanırlar. Efendim, o gazetecinin 100 milyon liraya ihtiyacı yokmuş; zaten dedesine Talat’ın kestirdiği Ermenilerden kiliseler, hanlar, hamamlar kalmış, öyle şey yapmazmış, yüreği bu memleket için yanarmış dediler. Muhakkak öyledir; bol tapulu, bol mal mülk içinde doğduğunuz bir vatan sevilmez mi, bu memleket Somali olsa bile sevilir elbet. Talat’a vefa ve minnet, kadirşinaslık takdir edilesi.

Sizler öyle bir milletin efradısınız ki padişahlar boğar, sadrazamlar asardınız… Hangi padişah, hangi millet diye alaya alınması gereken bir palavradan, bu herif “sarayımızı, saltanatımızı tehdit ediyor” mesajı çıkarıp, şu demokrasi düşmanını Af Örgütlerinin o kıymettar tutuklu gazeteci listelerine adını yazdırmasına fırsat veren AKP’ye ne desek müstahaktır.
Memleketteki bir avuç insan hakkı savunucusundan bir kadın aktiviste, arkasına militer Kemalist devletin gücünü alarak cinsel taciz tehdidinde bulunan ve bunun için en ufak bir nedamet bile getirmemiş bu ırkçı adam, sayenizde torunlarına anlatacağı müşerref hikâyelerin bedavadan maliki oldu. Ey beceriksiz AKP, bırak da tarih bazılarını rezil rüsva etsin, bari tarihin akışına, sessizce kestiği cezalara karışma. (Bu arada Patrona Halil derseniz, o da yeniçeri ağalarıylaydı ve ancak sadrazam asabildiler.)
Bütün bu keşmekeşte kimse bu tarihsel bilgi yanlışını düzeltme gereği duymadı. Şu an bir memleket, dedesinin saray basıp padişah asacak kadar cüretkâr olduğu, ninesinin ise memesi açılmış, elinde bayrak, kapıkulu cesetlerine basa basa hareme girip oradaki aşuftelere haddini bildirdiği zannıyla yaşıyor. Gerçekte bu topraklarda demokrasi treni, tesadüflerle, bazen bir kısım askeri elitin tercihiyle, vazgeçişleriyle, çoğunlukla da ekonomik kaygıların zoruyla ilerledi. Son kez Osmanlı döneminde sandığa giden ahali, neyse ki Mustafa Kemal ağzının tadını biliyordu da 1970’lere kadar beklemek zorunda kalmadı.
Milli Şef’in de yüzünün Mustafa Kemal güzelliğinden mahrumiyeti ve karizmasının zayıflığından, ancak 10 yıllık bir diktayı götürebilmesinden çok partili hayata daha erken geçildi (evet, İsmet İnönü eğer daha yakışıklı biri olsaydı, devri daha uzun sürerdi). Kenan Evren’de o karizma vardı ama insaflı adammış da, “Kahvehanelerde üniformalı fotoğrafım bir 30 yıl daha asılı kalsın,” demedi; yoksa bu milletin öyle sandık için can verdiği görülmüş şey değil. 15 Temmuz hadisesi derseniz, resmi sayılara göre 7-8 bin asker ve onlara mukabele eden birkaç bin insanın çatışmasını müsabaka izler gibi bekleyen 85 milyon vardı, darbeciler bir cemaate bağlıydı onlara direnenler de cihad ettiklerine inandı ortada demokrasi için ölen ya da öldüren kimse yoktu hepsi “Allah rızası “ içindi. Şu aralar unutturulmaya çalışılsa da,darbenin ilk dakikalarında darbeyi Kemalist sanıp sokağa fırlayanların sayısı, darbeye direnenlerden çok daha fazlaydı. Neyse ki unutuldu; yanlış alarma koşan Kemalist teyze ve dayıların başına yok yere iş açmayalım, fazla kurcalamayalım.

Hülasa, vaziyet pek parlak olmasa da fazla bedbinlik de ruhî hastalık semptomlarındandır derler. Her şeye rağmen umalım da, şu manipülasyona fazla meyyal millete dislike’ları göze alarak bazı değerlerden nasiplenmiş birkaç YouTuber gazeteci bir gün: “Talat Paşa gibi soykırımın baş müsebbibine vatan kahramanı dediğiniz için memlekette liyakatsizlik hüküm sürüyor; bu yüzden ormanları kesip yerlerine depremde mangal külüne dönecek binalar dikmek normal; yayalara yol vermeyen arabaların bulunduğu ülke denince akla burasının gelmesi de bundan ötürü; artan enflasyon da suç oranı da hepsi aynı sebepten… Çünkü bu hikâye yanlış başladı, çünkü her şeyi yalan üstüne kurduk, çünkü ağzımıza attığımız ilk lokma haramdı, ilk içtiğimiz su başkalarının kanıydı ve bunun laneti geçmeyecek, asla iflah olamayacağız… Ve maalesef bunların sebebi maalesef AKP değil.”
Evet, bunu diyecek YouTuber kardeşlerimiz muhtemelen aç kalacaksınız ama ne yapalım, yazının başından beri hakiki bir hürriyet kahramanı olmanın asaletini övüp durduk; herhalde şimdi size başka bir şey dememi beklemiyordunuz.