Türkiye, SDG’ye “Git Suriye ordusuna katıl” diyor ve bunu derken de topluma bir resim sunuyor. Sanki Suriye’deki bütün güçler silahlarını geçici hükümete vermiş, Şara yönetimi Suriye’nin her tarafını kontrolü altına almış ve Şam bütün vatandaşları için emniyeti temin etmiş de bir tek SDG buna çomak sokuyormuş gibi bir intiba yaratıyor.
Halktan da buna inanmasını bekliyor ve SDG’ye karşı zorlayıcı siyasetini de bunun üzerinden meşrulaştırmaya çalışıyor. Ama ortada cevabını bekleyen hayati bir soru var: Suriye’de gerçekten bir ordudan bahsetmek mümkün mü? SDG’nin gidip katılabileceği merkezi bir yapıya sahip, disiplini sağlam ve kuralları belli bir ordu var mı?
Evet, iktidar Suriye’ye dair bir tablo çiziyor. Ancak SDG’nin Şam’a dönük itiraz ve istemlerinin önünü kesmek ve kamuoyu nezdinde SDG’yi mahkûm etmek için çizilen bu tablo, sahada yaşananlarla örtüşmüyor. Detaylandırmak mümkün ama işin renginin son derece farklı olduğunu anlamak için başlıca üç noktaya bakmak yeter:
1. Esed diktatörlüğü 8 Aralık’ta tarihe karıştı. Ancak iktidarı ele geçiren Şara, aradan geçen süre zarfında, ne insanların fizik güvenliğini sağlayabildi ne de –daha mühimi- insanlara geleceğe yönelik bir güven telkin edebildi. Şam’a ilişkin derin kuşkular besleyenler de salt Kürtler, Aleviler, Dürziler ya da gayri-Müslimler gibi azınlıklar değil. Suriye’nin seküler Sünnilerinin de bu geçici yönetim derin endişeleri var. Ve herhalde hiç kimse onlara, bunun yersiz bir kaygı olduğunu söyleyemez.
İktidarı elinde tutanların haricinde hiçbir grup kendini rahat hissetmiyor. Bilhassa Alevilere ve Dürzilere reva görülenlerden sonra her grup sıranın bir gün kendisine geleceği korkusunu yüreğinde taşıyor. Bundan ötürü tamamen korunaksız kalmamak için elindeki kuvveti korumak istiyor. Dürzilerin silah bırakmamalarının nedeni de bu; nispi de olsa emniyetlerini sağlamak için bölgelerinde güvenliğin kendilerine ait güçlerce sağlanmasını talep ediyorlar.
2. Sadece Dürzilerin ya da Kürtlerin değil Arap aşiretlerinin de silahlı yapıları var. Bunlar, bazen kendi başlarına bazen de Şam’ın ittirmesiyle sivillere karşı harekete geçebiliyorlar. Mesela, Şam ile Kamışlo arasında tansiyon yükseldiğinde, bu aşiretlerden bazıları SDG’ye karşı seferberlik ilan ediyorlar.
Hülasa hâlihazırda herkesin silahını Şam’a vermeyi kabul ettiği ama sadece SDG’nin buna karşı çıktığı şeklinde bir vaziyet yok. Farklı gruplar silahlarını ellerinde tutmaya devam ediyorlar.
“Sürekli şiddet kalıpları”
3. Şam kendi içindeki radikal yapıları bile bir kontrol altına alabilmiş değil. Mart ayında Suriye’nin kıyı kesimlerinde Aleviler ve Temmuz ayında da Süveyda’da Dürziler katledildi. Bu katliamlar HTŞ’deki aşırı unsurların “düşman” belledikleri kimliklerin mensuplarına karşı hemen raydan çıktıklarını ve sivillere dönük kıyıcı eylemler gerçekleştirdiklerini gösterdi. BM tarafından Mart’taki katliamları araştırmak için hazırlanan rapor da bunu doğruluyor.
66 sayfalık raporda Suriye’nin Lazkiye ve Tartus kentlerinde meydana gelen ve üç gün süren katliamlarda yaklaşık 1479 Alevi sivilin öldürüldüğü ve onlarcasının da kayıp olduğu ifade ediliyor. Öldürülenler arasında yaklaşık 100 kadın, yaşlı, engelli ve çocuklar da var.
Alevileri hedef alan şiddet olaylarının “yaygın ve sistematik olduğu ve muhtemelen savaş suçu” teşkil ettiğini belirten rapor, bu ihlallerden yeni Suriye ordusu ve HTŞ militanlarının yanı sıra Şam yönetimine bağlı diğer silahlı gruplar ile eski rejim yanlısı savaşçıların sorumlu olduğunu bildiriyor.
Mağdurlar ve tanıklarla yapılan 200’den fazla görüşmeye ve detaylı araştırmalara dayanan rapor, geçici yönetimin Alevileri katletmeye yönelik bir devlet politikasının olduğuna dair bir kanıtın olmadığını belirtiyor. Mamafih, Şam’ın yekpare bir orduya sahip olmadığını da kanıtlarıyla ortaya koyuyor. Rapora göre, geçici hükümet güçleri bazı durumlarda ihlalleri durdurmaya, sivilleri tahliye etmeye ve korumaya çalışmışlar. Ama bunun yanında sivil halkı hedef alan “sürekli şiddet kalıpları” da uygulamışlar.
“Geçici hükümetin güvenlik güçlerine yakın zamanda dâhil edilen bazı grupların üyeleri, Alevi çoğunluklu birçok köy ve mahallede sivilleri hem yaygın hem de sistematik bir şekilde yargısız infaz etti, işkence etti ve kötü muamele etti. Komisyon, dini inanç, yaş ve cinsiyete dayalı hedef alma ve toplu infazlar da dâhil olmak üzere, birçok yerde sivil halka yönelik sürekli şiddet kalıplarını belgeledi.”
Eski ezberleri terennüm
Yani “ordu” diye tesmiye edilen parçalı, dağınık ve disiplinden yoksun yapının kimi unsurları, kendilerinden görmedikleri gruplara dönük hak ihlallerinde sınır tanımıyor. Ve bugüne kadar halka eziyet eden bu unsurları sorgulayacak, dizginleyecek, cezalandıracak ve bir daha yaşanmasını engelleyecek bir mekanizma da oluşturulabilmiş değil.
“Endişe verici bir şekilde, Komisyon, etkilenen bölgelerin çoğunda devam eden ihlaller hakkında bilgi almaya devam ediyor. Bunlar arasında kadın kaçırma, keyfi tutuklamalar ve zorla kaybetmeler, ayrıca yağma ve mülk işgalleri yer alıyor. Yaşanan aşırı şiddet, topluluklar arasındaki mevcut uçurumları derinleştirerek ülke genelindeki birçok Suriyeli arasında korku ve güvensizlik ortamının oluşmasına katkıda bulunuyor.”
Ezcümle, Şam henüz şiddet tekelini sağlayamadı. Sözüm ona “merkezi” olduğu varsayılan orduda düzeni oturtamadı. Kendisini bütün vatandaşların can ve mal güvenliğini teminat altına almakla yükümlü sayan bir silahlı güç inşa edemedi. Her ne kadar resmi üniforma giyseler de bazı grupların, vatandaşlarının bir kısmına intikam duygularıyla saldırmasını ve onlara karşı hunharca suçlar işlemesini önleyemedi.
Hal bu!
Şimdi, eğri oturalım doğru konuşalım. Mevcut şartlar altında bugün SDG’ye Şam’a uymasını söyleyenler, eğer kendileri SDG’nin yerinde olsalardı bütün ipleri Şam’ın eline verirler miydi? Daha dün kendilerine karşı savaşan, bugün de Alevi ve Dürzilere saldıranlara silahlarını teslim ederler miydi? Gerekli güvenceler oluşturulmadan, hukuki ve idari kurumsallaşmalar tanzim edilmeden, boyunlarını Şara’nın önüne uzatırlar mıydı?
Velhasıl, SDG’yi bir an önce orduya katılmaya zorlamak alanın şartlarına uymaz ve bu politika ister istemez havada kalır. Zira meydanda SDG’nin dahil olabileceği hakiki manada bir ordu yoktur. Elbette Suriye’de bir ordu kurulabilir ve kurulmalıdır da. Nitekim SDG, Suriye’nin tek bir ordusunun olmasında Şam ile hemfikirdir. Fakat böyle bir ordunun kurulması, birtakım yasal düzenlemeleri ve kurumsal mekanizmaları gerektirir ve bu da zaman alır.
Türkiye içi doğru olan, bu zamanı kısaltmak için çaba göstermektir. İki taraf arasında dengeleyici ve yapıcı bir rol oynamaktır. Yoksa bunun yerine Şam’a sonsuz bir kredi açmak ve Şam’ın namına SDG’ye kılıç çekmek değil. Bunun ne Türkiye’ye ne de Suriye’ye bir hayrı dokunur.
1 Ekim’den bu yana köprünün altında çok sular aktı. Hala hiçbir şey değişmemiş gibi eski ezberleri terennüm etmenin ne bir manası ne de kimseye bir faydası var.