İnsanlar değişir ve bunu birbirlerine söylemeyi unuturlar. Sen söylemiştin bana, gitmeden önce. Yolun uzundu. Kendini bulmaya gidiyordun, öyle demiştin bana. Benimleyken aramadığını, aramayı unuttuğunu, kendine bakmaktan vaz geçtiğini, kendini göremediğini filan. Karşılıklı durmuştuk küçük odada, sen bana bakıyordun ben arkandaki açık camda uçuşan perdeye. Perdenin yarısı içerde yarısı dışarda. Rüzgâr apartmanların arasında kalmış küçücük bahçede hışırtılarla esiyordu. Senin sesini dinlerken rüzgâr içimi kasıp kavuruyordu. Toplanmış eşyalarına baktım sonra. Bir bavul, bir sırt çantası. Hepsi bu.
Anahtarı kapıcıya bırakırsın, dedin çıkarken. Ayaklarına kapanıp gitme, beni bırakma! demek istiyordum sana. Dişlerimi sıktım, çenemi. Tuttum kendimi. Pencereden baktım sen giderken. Belki son bir defa dönüp bakarsın diye bekledim, bakmadın. Yirmi üç yaşındaydım. Sen yirmi dokuz. Bir daha dönmeyeceğini anlamıştım.
Mutfağa gittim kendime çay yaptım. Bardak bardak çay içtim. Duşa girdim sonra. Akan suyun altında oturdum. Eşyalarımı topladım. Bir sırt çantası da ben hazırladım. Kitaplarıma baktım, içlerinden sadece birkaç şiir kitabını aldım, gerisini bıraktım. Diş fırçamı çöpe attım. Evi son bir kez kontrol ettim. Pencereler kapalı, şofbenin şalteri inik, çayın altını söndürdüm. Terliklerimi ayakkabılığa koydum. Çıktım.
Vali Konağı caddesi boyunca yürümeye başladım. Metroya ulaşıp oradan Bakırköy’e gitmekti niyetim. Füsun’a gidecektim. Başka hiçbir yer gelmemişti aklıma. Tam köşeye geldiğimde Ahmet’i gördüm. Şirketten Alev’in eski sevgilisi, birkaç ay önce ayrılmıştı Alev işyerinden. İğne ipliğe dönmüş oğlan. Puslu bakan gözlerimle bile çocuktaki değişikliği görebiliyordum. Bir an yolumu değiştirmeyi düşündüm, görmezden gelip geçmeyi. Ben daha bunları düşünürken o koşar adım yanıma geldi. Nasılsın Bahar, dedi. Kırgın görünmemeye çalışıyordum. Göz yaşlarım aktı akacak. Yutkundum, iyiyim, dedim.
Vaktin varsa gel sana kahve ısmarlayayım, çay da olur, şarap da dedi.
Ahmet hiç uygun değilim şu anda, bir yere yetişmem lazım, başka zaman ısmarlasan olur mu, dedim kısık bir sesle.
Aldırmadı. Kolumdan tutup Kahve Dünyası’nın bahçesine doğru çekelemeye başladı. Bu oğlanın derdi de buydu işte. Israr ettiğini fark etmeyen ısrarkârlardan. Çektim kolumu.
Acelem var Ahmet, metroya yetişeceğim, dedim.
Sinirli bir şekilde güldü. Metro bu, durmadan yenisi geliyor merak etme, dedi.
Sinirlenmeye başlamıştım.
Yok, oturmayalım, sen bana şimdi söyle önemli bir şeyse, dedim.
Boyu benden anca bir karış uzundu. Zayıflayınca daha boylu görünen oğlan ellerini ovuşturdu. Nereden başlaması gerektiğini hatırlamıyormuş gibi baktı bana.
Çok zayıflamışsın Ahmet, dedim laf olsun diye.
Çok zayıfım, Bahar, doğru söylüyorsun. Alev beni bırakınca neye uğradığımı şaşırdım. Yalvardım geri dönsün, diye. Kapısında bekledim. Olmadı. Telefonlarıma çıkmaz oldu. Her yerden engelledi beni. Annesine yalvardım, o da vazgeç oğlum, kız seni istemiyor, dedi. Bir gün evde otururken bileklerimi kestim… Annemler telefonum cevap vermeyince merak edip gelmişler, iyi bok yemişler. Hastaneye yetiştirilince hayatım kurtuldu sandılar. Sonra da özel bir psikiyatri kliniğine yatırdılar beni.
Derin bir nefes aldı. Uyduruyor mu bu diye dikkatle Ahmet’e baktım. İnsan böyle kolayca intiharını anlatır mıydı? Ben daha ağzımı bile açmadan o devam etti.
İki ay kaldım klinikte. Haber gönderin, duyar mutlaka gelir beni görmeye dedim, gelmedi. İyileşmekten başka çarem kalmadığını anladım. Bir hafta oldu çıkalı, sabah çıkıyorum evden akşama kadar yürüyorum. Yürürken belki Alev’i görürüm diye bakınıyorum. Seni görünce onu görmüş gibi oldum. Arasana gelsin buraya, kahveye, dedi. Gözleri ıslak ıslaktı. Korktum.
Ahmet, dedim Alev bizden ayrıldı. Nerede çalıştığını bilmiyorum, çok da yakın değildik zaten. Aramam, arasam da gelmez hatta telefonu bile açmaz. Arada bir selamlaştığım biriydi, bak tekrar söylüyorum.
Ahmet birden ellerimi tuttu. Birazcık otur benimle ne olur, dedi. Çok yorgunum.
Ellerimi silkinerek kurtardım. Bir adım geri çekildim.
Gözlerinin altındaki morluklara baktım. Tam acımaya başlayacaktım ki küfretmeye başladı.
Allah topunuzun belasını versin, hepiniz aynısınız…
Sunturlu küfürler peş peşe gelmeye başladı arkasından. Korkmuştum ama aynı zamanda sinirlenmiştim.
Etrafımızdan gelip geçenler bize bakmaya başlamıştı. Birkaç kadın bize doğru geldi. Birkaç genç sonra. Kadınlardan biri koluma girdi. Korkma, dedi biz buradayız. Yürüyelim, yanında kalmaya gerek yok, dedi bir başkası. Üçümüz birlikte yürümeye başladık. Ahmet peşimiz sıra yürüyecek gibi olduğunda esnaftan birileri önünü kesti. Köşede çiçek satan abilerden biri,
Hadi oğlum hadi, yoluna git sen. Ahmet bir anda sessizleşti. Dönüp arkama baktığımda gerisin geriye camiye doğru yürüdüğünü gördüm.
Koluma giren kadınlar tehlikenin geçtiğine emin olunca durdular.
Eski sevgilin mi, diye sordu biri.
Yok benim değil bir arkadaşımın eski sevgilisi, dedim. İnanmayan gözlerle baktılar bana. Yemin etmek geçti içimden, vazgeçtim.
Bulaşma bu tip adamlara kızım, dedi daha yaşlı olan, tipine bakıp insan zannediyoruz ama değiller, dedi. Engelle her yerden. Görüşme de. Senden kıymetlisi yok şu dünyada.
Gözlerimden yaşlar boşandı birden. Ağlıyorum ama nasıl. Sırt çantamın sapına cankurtarana yapışır gibi yapışmışım. Bırak şunu bir nefes al diyorlar, ellerim kaskatı kesilmiş, bırakamıyorum. Anne bırak, dedi genç olanı. Sarıldı bana. Geçti, tamam, geçti gitti üzülme, dedi.
Ben bir türlü olanı biteni anlatamayacağımı anlayınca iyice bıraktım kendimi. Bir sebepten bu kadınların gelip bana sarıldıklarını düşünmeye başladım. Ahmet sebep olmuştu doğru ama o kadar ihtiyacım vardı ki geçti, üzülme, diyecek birine. İşte yanı başımdaydılar. Nerdeyse Ahmet’e teşekkür edeceğim. O kadar güvende hissettim kendimi. Benim toparlandığımı görünce ayrıldılar yanımdan. Kim bilir nasıl bir hikâye bıraktım onlara. Tarihe nasıl geçtim.
Yürümeye başlarken dönüp bir daha baktım arkama, kalabalık her yanı sarmış, göremedim. Aklımdan Alev’i arasam mı acaba, geçti. Yok şimdi hiç uygun değilim, düşünce geldiği gibi kayboldu gitti. Yürümeye başladım. Halaskâr Gazi’ye çıktığımda ilk metro durağını pas geçtim. Taksim’e doğru ilerledim. Bitmiş bir aşk için kendini öldürmeye kalkan birini hiç tanımamıştım, duymamıştım da. Böyle şeyler filmlerde olur sanıyordum. Huzursuz oldum. Sabah sen evden çıktıktan sonra duşun altında oturduğum geldi aklıma. İçimde bir şey ölmüş gibi gelmemiş miydi, bir dal kırılmış, bir ayna parçalanmış gibi gelmemiş miydi? İnsanlar değişirler ve bunu birbirlerine söylemeyi unuturlar, demiştin. Ne değişmişti de ben anlamamıştım, ne tarafa doğru değişmiştin. Ne zaman. İçimde bir başarısızlık duygusu serpilip büyüyordu. Başaramamıştım kendimi sevdirmeyi. Gözyaşları hücum etti birden. Telaşla yutkundum. Etrafıma baktım. Zaten bana bakan da yoktu. Bir tek Ahmet görmüştü bugün beni. Bunun bir işaret olduğunu düşünmeye başladım. Delirme. Kendini kapıp koy verme. Bak üç yıllık ilişkin bir anda bitti. O bitirdi. Onun içindeki aşk bitti. Haklı. Biten bir şeyi sürdürmemek lazım. Sonra bak nasıl hastalıklı bir şeye dönüşüyor. İnsanı ayan beyan öldürecek hale geliyor. Tut kendini, tut. Arasa peki, hata ettim gel yeniden deneyelim, dese. Yok olmaz artık. Niye olmasın ki, birbirinizi kırmadınız, üzmediniz, parçalamadınız, öldürmediniz. Yeni başlangıçlar iyidir hem. Yeniden sev, bir daha sev, çok sev. Saçmalama, mesele benim sevmem değil ki, benim değişmeyi unutmam. Onun değişmesi. Başka biri var mutlaka. Başka biri.
Kafamda kocaman bir ampul yanmış ışıldıyordu. Başka birini seviyordu, başka bir kadını. Beni artık sevmiyordu. Değişmek dediği buydu. Salak kafam salak ben.
Geçti, gitti, diyordu kulağımdaki ses, bitti. Sebebi ne olursa olsun. Başımı kaldırıp gökyüzüne baktım. Hava ağır ve rüzgârlıydı. Bulutlar neredeyse şehrin yüksek binalarına değecek kadar yakın. Uzak ama yakın. Artistik lafların zihnimde birbiri ardına belirmesine güldüm. Ayrılıklar ağır dram yüklüdür ne de olsa. İşte o an kafama dank etti. Ayrılık gündelik bir olaydı aslında. Çevir yoldan birini, sor; hiç ayrılık yaşadın mı, kahroldun mu diye sor. Çoğu giden birine dargındır hâlâ. Kaç tanesi ben bıraktım der ki. Demez.
Taksim metrosuna inerken, gittikçe daha derinlere yani, geri gelmeyecek bir şeyi arkamda bıraktığımdan emindim artık. Kendime söz verdim. Alev’i arayacaktım. Değiştiğini ne zaman anladın, diyecektim. Bittiğini. Ölse bile geri dönmeyeceğini. İkinci vagona bindim. Sırt çantamı bacaklarımın arasına alıp oturdum. Alev’e mesaj attım.