İzmirli bir vatandaş bir sokak röportajında “Ben muz yiyemiyorum, onlar kilolarca muz alıyor” dedi ve o tuhaf hikâye başladı.
Bu vatandaşın tepkisi ânında sosyal medyada nefret dili soslu bir mülteci düşmanlığına dönüştü. Burada mültecilerin kilolarca muz alıp almamasının hiçbir önemi yoktu (tabii ki alamıyorlardı). Ayrıca bunu söyleyen vatandaş da dahil hiç kimsenin elinde böyle bir veri yoktu. Zaten bunun bir önemi de yoktu, mültecileri düşmanlaştırmak için en ufak bir olayın bile etinden, yününden, sütünden faydalanmak artık bir spor haline gelmişti. Bu olayın ana kahramanı da muz oldu.
Kampanyayı başlatanların muz yemekle, muza ulaşmakla ilgili bir tasası yoktu. Türklerle yapılan sokak röportajlarında kimse “muz alamıyoruz” demiyordu; onların tasası ayçiçek yağıydı, soğandı, patatesti… Muzla dertleri yoktu ama mültecilerle vardı. Onlara göre iç savaştan kaçıp ülkemize sığınan mülteciler hiçbir şeyi hak etmediği gibi muzu da hak etmiyordu. Hatta yaşamayı da…
Ülkede yaşanan olumsuzlukları, artan hayat pahalılığını o mültecilerin varlığına bağlayan, onun üzerinden açıklamaya çalışan büyük bir çoğunluk var ülkemizde. Sanki mülteciler bir şekilde ülkelerine geri dönseler, memleket bostan ve gülistan kesilecek. Hedefini ıskalayan bu tepki iktidarın da işine geliyor bir şekilde. Ülkede hayat pahalılaştıkça, alım gücü azaldıkça sorumluluğun bir bölümünün yüklendiği mültecilere karşı sivriltilen nefret dili aynı ölçüde artıyor. Bu nedenledir ki mültecilerin ev ve iş yerleri basılıyor, tutunmaya çalıştıkları yerlerden kovuluyorlar, Ankara’da 11 yaşındaki bir mülteci çocuk metruk bir gecekonduda ölü bulunuyor, Edirne’de Türk askerleri mültecileri Meriç nehrine atıyor ve geri dönmemeleri için üzerlerine silah doğrultulabiliyor.
Mültecilere karşı kötülüğün giderek sıradanlaştığı memlekette, ülkemizde yaşayan Suriyeli gençler son yıllarda gördüğüm en yaratıcı, en muzip, en barışçıl eylem nedeniyle gözaltına alınıp ülkelerine gönderilme tehdidiyle karşı karşıya.
Gençlerin çoğunun yaşı 18’den küçüktü ama suçları büyüktü: Provokasyon amacıyla muz yemişlerdi. Hadi muzu yedin, bunu gizli saklı yapsana. Muz videolarını paylaşarak neden kışkırtıcılık yapıyorsun?
Bir dönem memleket siyasetinde iktidarıyla muhalefetiyle olur olmaz kullanıldığı için anlamını yitiren ‘muz cumhuriyeti’ diye bir kavram vardı. Tek ürüne (çoğunlukla muz üretimine) bağlı, ekonomisini böyle sürdüren, sabah erken kalkanın darbe yaptığı Karayip ülkelerinden bahsedilerek ülkedeki sallapatiliklere vurgu yapılırdı. Adalet üzerinden yapılan siyasi tartışmalar, “Muz cumhuriyetine döndük, muz cumhuriyeti değiliz…” minvalinde sürüp giderdi.
Bir de “muz ithalatına karşı olanlar” cephesi vardı, onlar da “muz ithalatı Türkiye gibi bir ülkenin neyine…” derdi. Bunu gerçeğe dönüştüren ilk iktidar Özal hükümeti olmuş, Karayip ülkelerinden ilk muzu o ithal ettirmişti. Çikita muz, o yıllarda baya gürültü koparmış, gündeme oturmuştu. O zamana kadar muzu sofrasında görmemiş büyük kitleler için muz lüks olmaktan çıkıp alınabilir olmuştu. İlk muzu ne zaman yediğimi hatırlamasam da Almanya’dan, İstanbul’dan amcalar geldiğinde özenle soyularak biz çocuklara takdim edildiğini hatırlıyorum. Tıpkı şarkıdaki gibi, “Ankara’dan abim gelmiş, evde bir bayram havası, annem babam beni çok severmiş…” O duyguyla yerdik muzlarımızı…
Değişik meyve ağaçlarının olduğu büyüdüğüm köyde, meyvenin en güzelini ağaca tırmananın yediğini öğrenmiştim. Muz hariç, meyvenin parayla alınıp satılan bir ürün olduğunu çok sonra öğrendim.
Şimdilerde Karayip ülkelerinden ithal edilen muz kolilerinde muzdan çok kokain çıkıyor. Adam başına düşen muz tüketiminin makul olmadığı söyleniyor. Yakalanan tonlarca kokaini görünce yakalanmayanları düşünmek lazım.
Dün burada (Bodrum, Güllük) kurulan semt pazarına çıkmıştım. Muz yedikleri videoları yayımladıkları için gözaltına alınan ve ailelerinden kopartılarak ülkelerine gönderilme tehdidi ile karşı karşıya olan gençler nedeniyle muzları daha bir dikkatle inceledim. Kilosu 10 liraya satılıyordu. Domates ise beş liranın altına nedense düşmemişti.
Suriyeli gençler, ülkelerine gönderilmek üzere ‘Geri Gönderme Merkezilerinde’ toplanıyor. Mültecilere karşı her türlü provokasyona, nefret suçuna göz yuman, adli kovuşturmaya gerek görmeyen devlet, bu gençlerin yaptığı barışçı eylemi nedense kendi gücüne karşı yapılan bir hareket olarak gördü. Bu gençlerin muz yiyerek geniş kitleleri nasıl tahrik ettiklerini pek anlamasam da bunun onların ölümüne bile neden olabileceğini anlıyorum. Suriye’deki rejimin ülkelerine gönderilecek bu çocukları cezalandırmayacağını kim garanti edebilir?
Uzunca bir süre olur olmaz kullanıldığı için anlamını yitiren ‘muz cumhuriyeti’ kavramının hayata geçip geçmeyeceğini önümüzdeki günlerde göreceğiz. Türkiye Cumhuriyeti kendisine sığınanlara karşı adaleti uygulayan bir hukuk devleti midir yoksa gücünü mülteci gençler üzerinden test eden bir ‘muz cumhuriyeti’ mi?