A. Erkan Koca

Belki de siyaset yapmayan siyasetçi seviyoruzdur!

Siyaset namzetleri için aldatmasın, yolsuzluğa batmasın, kurnazca oy avcılığı yapmasın yeterli diye düşünülüyor. Halk söyledikleriyle en az çelişecek insanların kim olacağını bulmaya ve hissetmeye çalışıyor. Söylenenleri duymasa da olur bir kayıtsızlıkla uzun uzun izliyor ve içinde bir ışığın yanmasını, kalbine bir hissin yayılmasını, ilahi bir işaretin ortaya çıkmasını bekliyor. Kendine en benzeyeni seçiyor bu yüzden. En az zararı kendi kendisine verebileceğini düşünüyor. En fazla kendisine güveniyor.

Çarşambalı Başgil ve babamın tavsiye ettiği tek kitap

Sürekli olarak gericilikle suçlanan bir insanın dinle ilişkisinin böyle olmaması beklenir! Başgil’i önemli kılan şey de belki tam da bu satırlarda gizlidir. İnsanların hakkını hukukunu, inancını ve özgürlüklerini savunmak için illa onlar gibi yaşaması, onlar kadar inançlı ve onlardan biri olması gerekmemektedir. Memleket çocuğu olmak ve dürüst bir vicdan yeterlidir.

Yasama Demokrasisi-Yürütme Demokrasisi

Partiler iktidara gelirken ne kadar samimi ya da istekli olurlarsa olsunlar yürütme işlevini yerine getirirken yasama alanındaki sergiledikleri demokratik tavırları sergileyemezler çünkü ikisinin mantığı farklıdır ve yürütme, bağlı yetki olduğu için demokratik açıdan her zaman problemli bir durum yaratmaya çok daha açıktır.

Balzac’ın kalemi özel kaleme karşı

Özel kalem tipi, kendine ait olmayan bir güce yaslanan her insanda olduğu gibi dalaverelere bel bağlamak zorundadır. Saygınlık ve prestij için yapamayacağı çok az şey vardır. Gücün her zaman içinde, yanında ve yakınındadır, gerektiğinde kullanım hakkına da sahiptir ama hiçbir zaman gerçek bir iktidar duygusuna sahip değildir. Bu yakıcı hâl, iktidarın asıl kaynağına gün geçtikçe daha fazla bağlanma ve onu yüceltme ihtiyacı doğurur.

Doğunun trenleri

Bu ülkeyi tanımak için onun içine karışmak gerektiğini ve bunun yolunun da doğunun trenlerinden geçtiğini düşündüm hep. Anadolu’nun insan felsefesi bu trenlerde kağıda geçirilebilir diye düşündüm. Adını koyamdığımız, açığa çıkaramadığımız ne varsa burada kendini belli edebilir hissine kapıldım. Bir anadolu etnografisi yapılmalı, başlık olarak da ‘Anadolu’nun yolculuğu’ konmalıydı belki.

Ahlak, düşünebilmektir!

Bu insanlar, ne itaat etmişler ne de rıza göstermişlerdi ama bunun nedeni bu kişilerin diğerlerinden daha yüksek bir ahlaka sahip oluşları ya da düşünsel olarak daha gelişmiş insanlar olmaları değildi. Oldukça sıradandılar yani. Dışarıdan bakıldığında sorgusuzca itaat edenlerden çok bir farkları varmış gibi gözükmüyordu. Ama çok önemli bir meziyete sahiptiler. Ahlakları dışarıda bir yerlerde, yazılı metinlerde ya da kanaat önderlerinin düşüncelerinde değil kendi içlerindeydi. Ve kriterleri farklıydı.

Kötülük gücünü kendinden almaz

Sıradanlığın sığlığı güçlü bir kesin inançla birleştiğinde bu kişiler ellerindeki gücü ve yetkiyi iyilik adına kullanırken yarattıkları kötülükler karşısında vicdani bir rahatsızlık duymakla kaynağındaki iyiye daha güçlü bir bağlılık göstermek arasında kısa bir git-gel yaşar ama günün sonunda çok daha maliyetsiz olan ikincisinde karar kılarlar. Kötülük, vicdani bir tepkiye yol açtığında iyiyle olan bağı kopar çünkü ve bu bağ koptuğunda kişi yalnızca yaptığı o kötülük için değil bütün hayatı temelden bir sarsıntıya uğrar.

İslamcılık sağ mı sol mu?

İslamcıların söyledikleri dindarlar için güzel ve gurur okşayıcı laflar olsa da bütün bunlar politika dışı bir alandır. Korkmadan adını koymakta bir sakınca yok ki bugünkü İslamcılık, ne sağdır ne de sol. Ne buralıdır ne de bizden. Siyaset dışı, kendini anticilikle var etmiş olduğundan iktidara temas ettiği an koca bir boşluğa düşen, sermayesi büyük ölçüde ötekine benzememek olan, insanı değersizleştiren ve bu toprakların tecrübesinden beslenemeyen öfkeli bir saplantıdır.

Sahtecilik Sendromu

İçimizdeki yalan, gazetede yalan habere, bürokraside liyakatsizliğe, mahkemede delil yetersizliğine dönüşüyor. Adalet, yerini hangi yalanın daha doğru olduğunu yargılayan bir hokkabazlık hünerine bağlı hale geliyor. Din, bir sonsuzluk arayışı olmaktan çıkıp karanlık cüppeli hocaların söz oyunlarıyla yaydıkları korkuların bataklığından kurtulma davasına evriliyor.

İYİ Parti’ye düşen büyük görev

Ve yine biliyoruz ki milliyetçilik yalnız kendini ve kendinden olanı sevmek, kendi menfaatini en başta görmek ve böylelikle ötekini herhangi bir nedene ihtiyaç duymaksızın değersizleştirici bir hiyerarşinin tepesinden dünyaya bakarak aleme nizam vermek olduğunda savaş ve peşi sıra büyük yıkımlar kaçınılmaz oluyor. Tarih bize hiçbir milliyetçiliğin “yıkarak-yakarak” herhangi bir yüce amaca ulaşamadığını bağırarak söylüyor.

‘Bu adam nasıl rektör oldu?’

Böyle yapıyorlar çünkü atanacak kişi yetersiz ya da liyakatsiz de olsa –ki böylesi bir sistemde böyle olması zorunlu- kendi ekibine tam bir bağlılık göstereceği açık olduğundan esas önemli olanın söz konusu o ekibin toplamdaki likayatinin esas olduğu gibi bir meşrulaştırma yolu bulunuyor.

Hasbelkader adamların ülkesi

Özgeçmişiniz değil özgeleceğinizdir esas olan. Ne vaat etmektesinizdir, bütünüyle söylenenleri yapıp tüm ruhunuzla biat edip emirlere itaat edecek misinizdir yani. Hasbelkader gelen biri için bunu yapmak çocuk oyuncağı bir iştir. Daha doğrusu elindeki yegane seçenektir. Sorunlar zaten kaderin belirleyiciliğinde çözüldüğü kadar çözülecektir. İnsana düşen, yapabildiklerini yapıp beklemektir. Hasbelkaderlik, yapılabileceklerle yapabildiklerinin aynı olduğunu zannettiren bir yanılsama içerir. Sizden daha iyisini yapabilecek birilerinin olduğuna inanmamanız gerekir.

Bir Liyâkatsizin Portresi

Liyakatsizliğin en uç hali olarak zübüklük her yere, en acıklısı da devletin içlerine doğru yayılırken liyâkat tartışmayı çaresiz bir hastanın çareyi içindeki virüsü herkese yaymakta görmesi gibi algılıyorum. Aile bakanlığına çağrıda bulunarak ‘aile’ kurumunu yeniden düşünmeye davet ediyorum. Yeni eğitim bakanının ‘zübüklük’ konusunu müfredata eklemesini bekliyorum.

‘Satisfied power’: AK Parti

Bütün bunlar hiç de olmaz şeyler değil. Fakat içinden çıkılması daha zor olan soru toplumsal ve siyasal düzeydeki bütün bu ümitvar beklentilere karşın devlet bürokrasisinde ve yargıdaki kadroların nasıl ve neye göre şeçileceği? Kendisini ‘devletin asıl sahibi’ olarak gören kitlelerin nasıl liyakata ve ehliyete davet edileceği, gerçek anlamda herkesi içine alacak sistemlerin işletilip işletilemeyeceği gibi duruyor.

Bir din aliminin Temel Karamollaoğlu analizi

“Neyse Hocam anlaşıldı sizin oyunuzun rengi” demeyi de ihmal etmedim yine de. Rahat durmuyordum. Hoca ağızını bozsun mu istiyordum? “Yok bu sefer oy vermiycem” dedi, ağzını bozmadan ağzını bozduğunu hissetirebilen adamların tavrıyla. O an anladım Temel Karamollaoğlu’na olan öfkesini. Oy vermeyeceği Parti her neyse ona veremeyecek oluşuna bir alternatif oluşu ona kötü geliyordu çünkü oy vermeme aslında bir alternatifsizlik davranışıydı oysa Karamollaoğlu giderek güçlü bir alternatif oluşturuyordu.

Birinci Meclis’i hatırlama zamanı

Meclis’i salt bir yasa yapıcı organa indirgemek ve bütün iktidarı bir kişi ya da zümreye terketmek tezatlarla dolu bir iradenin bütün çelişkileriyle uzlaşmaktan başka bir şey değildir. Kararsızlıklarımızı ortadan kaldırsa da ancak verilmiş kararlar almaktan ve canlı bir düşünsel ortamı terkedip donuk klişelere hapsolmaktan başka işe yaramayacaktır. Demokrasi, hızlı kararların alındığı değil doğru kararların alındığı ve alınan kararların en hızlı eyleme geçirilebildiği rejim oluşunu toplumun çelişki ve uyuşmazlıklarının üstünü örtmeyişine borçludur. Aksi halde, donuk bir kimlikten ve ancak büyük isyanlar halinde kendini dışavuran, seçimlere indirgenmiş basit bir oylamadan ibaret hale gelir.

Müslümanlık-İslamcılık çatışması

İslamcılık, sonsuz olandan güç alıp bu dünyayı değiştirmek isterken Müslümanlık, bu dünyadan güç alıp sonsuz olana kavuşmayı istiyor. Bu yüzden de gerçek iktidarı kitle hareketlerinde değil bireysel iradede arıyor. Bu anlamda sonuna kadar ferdiyetçiyken İslamcılık tam anlamıyla evrenselci –boşlukta yüzecek kadar hem de. Tam da bu yüzden, büyük hareketler doğurma kabiliyetine sahip olsa da büyük düşünce ve kültür adamları çıkaramıyor,

Eskişehir olayı: katilin öfkesi gerçekte kimeydi?

Eskişehir’deki katilin asıl öfkesi öldürdüğü insanlara değildi. Kendisine göstermelik bir soruşturma açılması, yönetimle arasındaki ilişkiye son verildiği mesajıydı. Oysa onca yalana ve iftiraya alet olmasına, her türlü pisliği yapmasına rağmen istediklerini bir türlü alamamıştı. Ve bir de soruşturmaya maruz kalmıştı ve bu nedenle, bir kişiyi, iki kişiyi değil bütün yönetimi ateşe atmak istedi. Bu yönetim sadece üniversite yönetimi de değildi belki bütün bir FETÖ’yle mücadele yönetimiydi.

Sivil-asker ilişkisi nereye gidiyor?

Türkiye’de sivil-asker ilişkisi, her zaman için objektif ve subjektif modelin her ikisinin de duruma göre devrede olduğu bir ara modeldir. Yeni askeri eğitimin ne asker ne sivil yapısı ve askerin hem Cumhurbaşkanlığı hem de Savunma Bakanlığı’na bağlanışı gibi yenilikler, bu aralık halinin sistemleştirilmesi çabalarıdır. Ve görünen o ki bu aralık hali yeni dönemde farklı bir biçimde siyaseti ulusal güvenlik ideolojisinin belirlemesine açık hale getirmektedir.

Danıştay Başkanı’nın kızı olmak

Hak etmenin ve hakkını alarak bir yerlere gelmenin bağımsızlaştırıcı ve şahsiyet kazandırıcı etkisini kırarak zamanla olan bitenleri ‘normalleştirici’ bir etki yaratıyor. Biat kültürü başlıyor. İnsanlar, bu türden olan bitenleri kabul etmekten başka çare bulamayarak aynı etik-dışı yolların arayışına düşüyor. Tam bir kısır döngü halinde haksızlıklar ve liyakatsizlikler bizatihi haklı ve liyakatlilerce yeniden üretiliyor ve meşrulaştırılıyor.

Bürokrasideki çürümenin mekaniği

Devlet bir kez daha içten içe çürüyor ve bürokrasideki temizleme harekatı büyük bir kirlenmeyle –ve tam bir çürüme ile- sonuçlanabilme tehlikesi taşıyor. Bürokratik vesayet gücünü kaybederken yerini mafyavari çalışan son derece karanlık bir takım vasat adamların devlet gücünü kullanarak kendi çıkarlarını siyasi tahakküme dönüştürmesine bırakıyor. Bu arada halkın haber alma ve olan biteni bilme özgürlüğü uluslarası standartlarda karşılığı olmayan ‘resmi’ gazeteciler eliyle hiç olmadığı kadar zehirleniyor.

Devlet güvensizliği

Devletlerin birbiriyle olan güvensizlik kısır döngüsünü kırmanın yegane yolu, toplumların güvenlik alanını bütünüyle devletin kapalı kurumlarına bırakmamalarından geçer. Çünkü devlet ancak toplumla gerçek bir ilişki halindeyse güven üreticisi haline gelebilir ve kendi güvenlik modelini ancak bundan sonra doğru kurgulayabilir.

AYOT

Ülke, olağanüstü bir zamanı yaşamaktadır ancak olağanüstülük giderek olağanlaşmış, sokaktan geçen tanklar ya da uzakta patlayan bombalar, gündelik hayatın sıradanlıklarına karışmaktadır. Korku her yanda kol gezmektedir ve yok olan asayişi tesis amacıyla Asayişi Yerleştirme Olağanüstü Teşkilatı Genel Direktörlüğü, yani kısa adıyla AYOT kurulmuştur.

Muhafazakârlık militerleşiyor mu?

Muhafazakâr camianın içinde demokrasiyle ve demokratik zihniyetle olan ilişkisi yüzeysel ve samimiyetten uzak olan kesimler böylesi bir militerleşmeye kapılmış gözüküyor. Aynı zamanda her türden cemaatçiliğe oldukça yatkın bu insanlar için kitlelerin aynı amaç uğruna birlikte hareket edip aynı şeyleri düşünüp söylemesi zayıf egolara belli ki çok iyi geliyor.

Babalarımızı anlama sorumluluğumuz var mı?

‘Babalarımızı anlama sorumluluğumuz var mı?’ diye sordum tekrar. ‘Hayır yok’ dedi içimdeki ses. ‘Baba evlerimiz aslında sürgün yerlerimizdir de. Sürgünlük iyidir. Ama uzun sürerse içimizdeki ses dışımızdaki sese dönüşür. Sussan da söylediklerin duyulur. Yeterince sürgünde kalmışsan kimseyi anlama sorumluluğun kalmaz ama. Sadece anlaşılmaz olanı anlaman gerekir, o kadar. Bu televizyondan konuşan adamlar sürgün nedir bilmeyen kişiler belki de. Onların çıkardıkları sesler çocukluğun birbirine karışan bağırtıları gibi. Hepsi birleştiğinde uzaktan anlamlı bir gürültü ama tekil olarak sadece boşluğa sesleniş. Bu yüzden çok bağırmaları gerekli. Sen iyisi mi bana kulak ver. Sessizliğin içindeki seslerin, bağırtılardan daha gerçek olduğunu bil…

Demokrasiyi savunmak gerekir

Demokrasiyi savunmak gerekir ama sadece olağanüstü koşullarda ya da kriz zamanlarında değil. Belki, öncelikle ve daha çok normal zamanlarda, adaletsizliğe, her türlü şiddetin şiddetsizlik ilkesine göre eyleme geçirilmemesine ve siyasal özgürlüklerin önündeki engellere karşı çıkarak savunmak gerekir. Ve nihayet, olağanüstü sorunların, olağan zamanlardaki günahlarımızın toplamı olduğunu unutmadan ‘büyük amaçlar’ için görmezden geldiğimiz ve içimize sindirmek için uğraş verdiğimiz küçük eksikliklerin, tutarsızlıkların ve korkunç çelişkilerin zihnimizi teslim almasına karşı çıkmak gerekir!

‘Yerli ve millici’ arkadaşlara Tanpınar’dan öğütler

Belki de gerçek yerlilik kim değil ne sorusunun cevabında gizlidir ve aynı toprağın üzerindeki herkesi eşitleyen bir geniş yüreklilik gerektirir. O nedenle, kim yerli ve milli kim değil sorusu Tanpınar’ın genç yazarının yazdıklarındaki gibi bir olmamışlık ve cansızlık taşır. Dışarıdan bakıldığında güzel ve çekici görünür, söylemek istediğiniz her şeyi aksi sorgulanamaz bir şekilde söylediğinizi zannettirir ama esasında söylenenler insansız sözlerden ibarettir._x000D_ _x000D_

İnsan hakları sorunumuz

Bizim insan hakları sorunlarımızdan önce anlamamız gereken bir ‘insan hakları sorunumuz’ var. Önce bunu iyi anlamak ve üstesinden gelmemiz gerekir. İnsan hakları savunucularının, devlet tarafında bariz şekilde ortada olan sorunları keskin bir ‘anti-devletçi’ bir duruş ve söylemle ortadan kaldıramayacaklarını, bu şekilde doğası gereği siyasal olan insan haklarını, karşıtlık ilişkisi içerisinde politize ederek ‘öteki’nin haklarından ibaret hale getireceklerini görmeleri gerekir.

Türkiye Köylü Partisi

Türkiye Köylü Partisi’nin 1950’lerde yaptığını şimdilerde yapabilecek denemelere ve siyaset yaparak siyaset yapmanın ne demek olduğunu gerçek anlamda gösterecek partilere ihtiyacımız var. Siyaseti, bir kör dövüşü ya da ötekini alt etme oyunu olmaktan çıkaracak, demogojilerle işi idare etmekten kurtulup her kesimle işbirliği yapıp kendi siyasetini her an derinleştirebilecek yeni partilere.

İslamda demokrasi var mı?

Dünyanın pek çok yerinde, yakın zamandaki popülist eğilimlerden hareketle de gayet iyi biliyoruz ki halkın iradesi her zaman –insanüstü yüce bir düzen anlamında- Hakk’ın iradesiyle uyumlu sonuçlar ortaya koymaz ama demokrasi bunu sağlama yolunda en geçerli ve güvenilir yol ve yöntemdir. O nedenle, demokrasi –ve de siyaset- yaygın görüşün ötesinde araç olmaktan daha fazla olarak bizatihi amacın kendisidir._x000D_ _x000D_