Atilla Aytemur

Reina katliamı ve hayat tarzı tartışmaları

Hiç şüphesiz IŞİD’in bu saldırısına hayat tarzına müdahalenin yol açtığını söylemek çok zorlama olur. Türkiye’deki yaşam tarzı tartışmaları, yönetici konumundakilerin diğer yurttaş kesimlerinin inançları ve hayat tarzını hesaba katmayan dikkatsiz, saygısız ve savruk konuşmalarından; büyük ölçüde yerel yönetimlerin ve işgüzar yöneticilerin keyfi uygulamalarından besleniyor. Reina sonrasında özellikle cumhurbaşkanı ve başbakan bu konuya dikkat çeken, farklı yaşam tarzlarına demokratik ve insan hakları bakımından saygıyı ifade eden cümleler sarfetti.

Umutlandıran üç olay

Terazinin bir kefesinde, Şener Şen’in ödülü, Suriye’de ateşkes, iki aydın ve yazarın ilk duruşmada serbest bırakılması. Diğer kefesinde, FETÖ’cü yayın organlarında yazıp çizdiler diye diğer bazı aydınların mallarına mülklerine, emekli maaşlarına, banka hesaplarına el konması.

Kaos günlerinde referandum

Mevcut parlamenter sistemimizin de tarihsel rolünü ve yarattığı birikimi elbette değerli buluyorum, ama şimdiki durumuyla çok matah bir şey olmadığı da ortada. Bu haliyle kelimenin tam anlamıyla bir demokratik işleyiş sunduğu asla söylenemez. Yıllardır beklediğimiz köklü reform umutlarımız da hep boşa çıktı. Doğrusu, arkasından gözyaşı dökülecek bir durumu pek yok. Ama hazırlanışı ve içeriğiyle birlikte epey sorunlarla yüklü olduğunu gördüğüm AK Parti-MHP ikilisinin değişiklik teklifinin sindirilmesinin, bu bakımdan kolay olmadığını düşünüyorum.

Ne günlerden geçiyoruz!

Avrasya yöneliminden bir AB çıkmayacağı görülüyor olmalı ki, bunların birbirinin alternatifi olamayacağı gerçekçiliğine dönülmeye başlandı. Hükümet çevrelerinde şimdi daha dikkatli bir dil kendini gösteriyor. Başbakan Yıldırım, Dışişleri Bakanı Mevlut Çavuşoğlu ve AB Bakanı Ömer Çelik, AB’nin Türkiye’ye muhtaç olduğunu, Şanghay benzeri örgütlere Türkiye’nin zaten üye olduğunu, bunun AB’nin yerine ikame edilemeyeceğini söyledi. Bu tavrın benzeri AB çevrelerinde de görüldü. Avusturya dışişleri bakanının sivriltilmiş dışlayıcılığına itibar eden pek olmadı.

AB’nin yolu kendisinden önemli

Türkiye’nin halletmesi gereken çok sorunu var. OHAL’i daha fazla uzatmadan noktalayalım. Bütün haksız ve alakasız gözaltı ve tutuklamalara son verelim. Medyayı rahat bırakalım. Gazetecileri rahat bırakalım işlerini yapsınlar. Tutuklu milletvekillerini serbest bırakalım, varsa bir problem dönem sonu yargılansınlar. AB’nin bunların sözünü etmesine fırsat vermemek bizim elimizde değil mi?

Başkanlık sistemi ve düello

Adına düello dediğimiz, sonu ölüm veya yaralanmayla biten bu tuhaf insan eylemi, tarihsel kaynaklara göre İslâmî toplumlarda ve Osmanlılarda pek rağbet görmüyor. Müslüman âleminde böyle bir âdet olmasa bile, biz siyaseti düelloya çevirmeyi beceren ender milletlerdeniz galiba.Geçtiğimiz 16 Kasım Çarşamba gecesi, CNN Türk’te Ahmet Hakan’ın Tarafsız Bölge programı neredeyse dört dörtlük bir düelloya sahne oluyordu.

CHP bildirisi ve iki cephe

Sorunların makul ve demokratik çözümlerine böyle cepheleşmeler yoluyla ulaşılabileceğini düşünmemiz, üç adım ötesini görememenin işareti gibi. “Direnme hakkı” çağrılarının ve “kökünü kurutma” gürlemelerinin uçuştuğu bugünlerde, sağduyuyu ara ki bulasın. Yakın tarihimiz böyle cepheleşmeler arasından ideal çözüm çıkarma operasyonlarının istisnasız herkesi ve her kesimi duvara toslattığını gösteriyor.

Kışanak ve Anlı’yı hapsetmekle ne kazanılacak? (2)

Yazımızın ana konusu, HDP’li Kışanak ve Anlı’nın tutuklanmaları ve yerlerine yine bir kaymakamın kayyum atanmasıydı. İster istemez Cumhuriyet gazetesine yapılan operasyon konusu da araya girdi. Aslında tam da anlatmak istediğimiz olumsuz gelişmelerin dört dörtlük bir örneği olarak gündemimizde yer aldı. Etnik sorun yaşayan her ülkede, yasal zeminde HDP benzeri partiler bulunur. Bütün eleştiri ve tepkilerle birlikte, varlıkları gene de sorunun çözümünde bir imkân olarak görülür. Onların siyaset zemininden aşağı itilmesinin, sorunu daha da ağırlaştıracağı kabul edilir.

Kışanak ve Anlı’yı hapsetmekle ne kazanılacak (1)

Konu tek taraflı değil elbette. Dolayısıyla sorumlu aranırken bir tarafa bakmakla yetinilemez. Ama barış ve çözüme epey yaklaşmışken gelişmelerin bu noktaya gelmesinde anlamlı bir haklılık görmek, bir arada ve eşit koşullarda kardeşçe yaşamayı arzulayanlar için imkânsız ölçüde zor. Olan biten çoğumuzun hafızasında henüz çok taze. Üzerine çok şey yazıldı ama bir kere daha, bu noktaya nasıl gelindiğini kısaca hatırlayalım.

Bahçeli bunu hep yapıyor

Konu mevcut siyasal rejim içinde bir sistem tartışması olacaksa, bunun hiç şüphesiz tarafları da olacak. Bu taraflardan biri veya birkaçının “gayri milli” olarak nitelenmesi gündeme gelecek mi? Bu sorunun ortaya atılmasının sebebi, son dönemde özellikle iktidara yakın olduklarını ima eden bazı kesimlerin ve medya kuruluşlarının, farklı düşünenlere bu sıfatları yapıştırmada çok rahat davranmaları. Bu dilin, zaten çok yatkın olduğumuz kutuplaşma ve ötekileştirme eğilimlerimizi beslediği belli. Yine öyle mi olacak?

CHP sempozyumu ve Ankara katliamı

1) Solcuların da, dindar-muhafazakâr kesimlerin de CHP’nin Kartal sempozyumuna karşı çıkmaları veya burun kıvırmaları çok yanlış. (2) IŞİD’le mücadele için ta Rakka ve Musul gibi uzak diyarlara gitmek üzere ABD’yle bunca münakaşayı yapıyoruz, ama o örgütün öldürdüklerini anmak için Ankara Garı’nın önüne kadar gitmek isteyen insanlarımıza neden izin vermiyoruz?

JİTEM’ci albay ve Cumartesi Anneleri

Yani demek istiyor ki “FETÖ’cülerden boşalan yerlere bizim gibileri yerleştirin. Biz biraz ulusalcıyız. Biraz da Avrasyacıyız. Siz de Rusya’ya olumlu bakıyorsunuz, biz de! Batı konusunda, yani ABD, AB, NATO konusunda, gelinen nokta itibariyle hükümetle anlaşabileceğimizi düşünüyoruz. Kürt meselesinde ise, geçmişimize bakın, ne demek istediğimizi daha iyi anlarsınız. Gelin, şu devletin yeniden inşası birlikte yapalım.”

Atışma değil tartışma ve reformun tam zamanı

Yaşanan şaşkınlığı görünce, “bizden” diye bakılan, dillerinden kutsal kelâmları düşürmeyen Gülen Cemaati ve mensuplarının nasıl olup da bu kadar batağa gömüldüklerinin merak edilmesi normaldir. Konunun inanç ve itikat düzleminde de bir izaha ve bu bağlamda vuzuha kavuşturulmak istenmesini doğal karşılamak icap eder. Ama Hanefi olmayan, Maturidi teolojisine yakın durmayan, hattâ onu eleştiren geniş bir yurttaş kesimi ne olacak? Onların da mustarip olduğu bu konuda, sorunlar nasıl tartışılacak ve demokratik çıkış yolları nasıl üretilecek?

Tartışma ihtiyacı

Bir yandan cemaatlerin de siyaseti etkilemeye çalışmasını olağan görürken, diğer yandan, başka sivil toplum yapılanmaları gibi onların da, devletle ve siyasetle kurdukları ilişkinin hem saydam olmasını, hem de ortak değerlere, yasalara ve demokratik işleyişe aykırı olmamasını savunabiliriz. Devlette ve siyasette aradığımız hukuka uygunluk ve saydamlık kadar, sivil alandaki STK’lar, cemaatler, vakıflar, dernekler ve benzeri yapılanmaların da, mensuplarıyla kurdukları ilişkide aynı özellikleri aramalıyız. Bu hukuk uygunluk ve saydamlık arayışını yalnızca iyi niyet ve keyfi tercihe bırakmak yerine, sürdürülebilir ve denetlenebilir bir sisteme oturtulmasını isteyebiliriz.

Hatâlı uygulamalar havayı iyice bozuyor

Üstelik bu konuda bazı dikkat çekici uyarı ve şikayetler Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Başbakan Yıldırım’dan da geliyor. Bazı olumlu adımlar da var: 140 derneğin faaliyetine yeniden izin verilmesi, 51 kurumun yeniden açılacağının ifade edilmesi, muhtelif illerde yapılan itirazlar üzerine kimi kamu personelinin görevine geri dönmesi, gözaltında olan ya da tutuklu bulunan bazı gazeteci, iş adamı, ve diğer bazı meslek mensuplarının serbest bırakılması, Öcalan’ın kardeşi ile görüşmesine izin verilmesi, Diyanet İşleri Başkanı’nın cemaat-siyaset-ticaret ilişkisine dair önemli açıklamalarda bulunması... Ama genele yayılma temayülü gösteren olumsuz gidişat algısının önüne geçmekte, henüz yeterli olmuyor.

Açlık grevi ve ahval

Barış ve Çözüm Süreci’nin yeniden başlaması için ortaya bir öneri getirilmesinde, Öcalan Kürt Hareketi tarafından yegâne merci olarak görülüyor. Kürt Hareketi Öcalan’ın bir kere daha devreye girmesine ihtiyaç duyuyor. Hükümet ise, geçmişte sürecin Öcalan’a rağmen PKK tarafından bitirildiğini ileri sürerek, farklı bir yol izleyeceğine dair sert işaretler veriyor.

Sol TSK’daki değişikliğe nereden bakıyor?

Değişikliklere yönelik her olumlamanın Cumhurbaşkanı Erdoğan’a ve AKP hükümetine yarayacağı şeklinde bir bakış var. Bu bakış siyaseti kavrayış açısından epey sorunlu. Olumlu adım atan iktidarın bundan dolayı güçlenmemesini ummak mantık sınırlarını zorluyor. Demokratik rejime ve vatandaşa yarayanın, bu politikayı uygulayan iktidara yaramamasını istemek tuhaf oluyor. Bu yaklaşımın olgularla başının büyük ölçüde dertte olduğunu düşünüyorum. Çünkü, sade vatandaşın gördüğünü görmekten uzak durma, hissettiğini anlamama hali yaratıyor.

HDP’nin teklifi ve KCK’nin açıklaması

Galiba 2000’lerin başıydı; Ahmet Türk ve diğer bazı Kürt siyasetçiler, o zamanın ÖDP yöneticileri olarak bizleri bir sohbete davet etmiş ve partileri birleştirmeyi önermişlerdi. Gerekçeleri “Kürtlerin silahlı mücadeleden ve bağımsız ayrı devlet fikrinden artık vazgeçtiği, bunu doğru ve gerçekçi bulmadığı” şeklindeydi.

15 Temmuz’da Üsküdar Meydanı’nda ne oldu?

1969’dan beri Üsküdar’da oturuyorum. Hep sol dünyanın içinde yer aldım. Siyasal süreçleri yakından takip etmeye halen devam ediyorum. Ama darbeye karşı sokağa dökülen bu kadar büyük bir kalabalığın içinde aşina olduğum tek bir yüze rastlamadım. Bu da bana çok tuhaf geldi. Halbuki Üsküdar sol eğilimli milletvekili, belediye başkanı da çıkarabilen bir ilçeydi. Birçok aydın insan yaşardı. Radikal demokratik solun güçlü olduğu mahalleler az değildi. Diyorum ki, belki gece karanlığında benim gözlerim iyi seçemedi.