Oral Çalışlar

27 Mayıs’ın 61. yılında

Askeri darbelerin normal karşılandığı ülkelere baktığımızda, daha çok demokrasinin yerleşmediği, çok partili rejimlerin istikrar sağlayamadığı, ekonomisi geri ülkeleri görüyoruz. 15 Temmuz 2016’daki son darbe girişimi, yenilgiye uğrasa da darbe kavramını hayatımıza yeniden sokmuş oldu. 27 Mayıs’ı gerçekleştirenler, destekleyenler, hâlâ 'olumlu' bulanlar, onu 'gericiliğe karşı bir müdahale' olarak kabul ediyorlar.

Asıl büyük uzlaşma…

Muhalefetin değişik kimlikler, değişik kültürler, değişik beklentiler içindeki toplum katlarını temsil ediyor olması, yeni bir uzlaşmanın yolunu açabilir mi? Muhafazakar kökenli, merkez sağ tandanslı, sosyal demokrat söylemli partilerle, Kürtlerin, Alevilerin, dindarların, laik modernistlerin belli bazı asgari müştereklerde birleşmesi mümkün olabilir mi?

Batı’da kopuş mu?

Türkiye’nin NATO içindeki yeri bile sorgulanır hale geldi. Bu kez roller değişti, Cumhurbaşkanı Erdoğan muhalefeti Batı işbirlikçiliğiyle, ajanlığıyla suçlamaya başladı. Şimdi kritik bir dönemden geçiyoruz. Sakin olmalı duygularımıza değil aklımıza öncelik vermeliyiz.

Yalnızca kendi hakkınızı demokrasi sanırsanız…

Bu tıkanmanın sebebi yalnızca iktidar değildi. Cumhuriyetçi-laik kesimin yaklaşımları da ön açıcı olmadı. Uzun yıllar boyunca korkular üzerine inşa edilen bir muhalefet stratejisi görmüştük. Döndü dolaştı, iktidar aynı noktaya geldi. Muhalefetin AB süreci, Kürt meselesi, Ermeni meselesi, Aleviler gibi konularda iktidarın gerisinde kaldığı bir dönem var.

‘Asıl muhafazakar biziz’ diyebilen Kılıçdaroğlu…

Eskiye kıyasla çok farklı bir CHP zihniyetinin oluştuğunu görüyoruz. Partinin zaaflarını, geçmişini masaya yatırabilen, yeni bir CHP’ye gerek olduğunu anlayıp uygulamaya koymaya kararlı bir parti başkanı karşımızda. Şu sözler ona ait: “Toplumun gözünde statükocu, değişime kapalı, halkla ilişkileri kopuk bir algı vardı. Bu algının mutlaka kırılması gerekiyordu. Bunu kırmaya çalışıyoruz.”

Kudüs bir barış kenti olmalı

10 yıl öncesinden aklımda kalan, İsrail’de günlük yaşama hakim olan tedirginlikti. Filistin sınırlarına beton duvarlar inşa ediliyordu. Tel Aviv’de bir müze müdürü şöyle demişti: “Araplar, Yahudilerden daha fazla çoğalıyor. Böyle giderse, onlar İsrail’de çoğunluğu ele geçirecek...”

Adana Demirspor ve Adana’nın ruhu…

Demirspor kulüp olarak, taraftar profili olarak tam anlamıyla ‘Adanalı’dır… Çılgın, sempatik, agresif… “Adanalıyık ağam” diyen kültür... Türkiye’de pankart yasağı yemiş tek takım... ‘İzmir’in dağları’ marşını statlarda ilk söyleyen takım… Sosyal meselelerle fazlasıyla ilgili bir taraftar kitlesinden söz ediyoruz... Kaybedince kendini tutamayıp ağlayan, meydan okuyan kendine özgü bir taraftar.

Türk dizilerinden ders alalım

Pandemi sonrası sinema dünyası sarsıntı geçirirken Türk dizileri yeni örneklerle dünyanın ilgisini çekmeyi sürdürüyor. Geçenlerde, bir TV kanalında, muhafazakar kesimden yorumcular Türk dizilerinden bir başarı öyküsü olarak söz ediyorlardı. ‘Bir Başkadır’ dizisi hem muhafazakar hem modern çevrelerin beğenisini kazandı.

4 Mayıs 1937 Dersim

Seyit Rıza ve oğulları yakalanmış, 1937 harekâtı tamamlanmış, (onun ifadesiyle) “Dersim ele geçirilmişti.” İnönü, 25 Ekim’de görevden alınmış, Seyit Rıza ve arkadaşları ise 15 Kasım’da idam edilmiştir. İnönü’nün ‘gerek yok’ dediği asıl büyük imha hareketi bundan sonra yapılmıştır.

Tarihimizle hesaplaşmak

Uzun yıllardan sonra dönemin Başbakanı “Dersim katliamının belgelerini açıklayacağım” deyince yer yerinden oynamıştı. Dönemin ana muhalefet partisinin sözcüsü, katliamı bir uygarlık götürme operasyonu olarak gördüğünü ifade etmişti.

ABD ile bu kez iş ciddi görünüyor

Özellikle Joe Biden yönetime geldiğinden bu yana ABD’den çok alışık olmadığımız bir tavır sergileniyor. Trump dönemi inişli çıkışlı da olsa, en azından telefon diplomasisiyle gerginlikler aşılabiliyordu. Bu kez, S-400 kriziyle başlayan, 1915 Ermeni Tehciri’yle süren, resmi haber sitelerinin başlıklarına yansıyan bir durumla karşı karşıyayız.

‘Dış güçler’

Türkiye’nin son yıllarda uluslararası alanda ciddi sorunlarla yüz yüze gelmesi, bölgesel çatışmaların yaygınlaşması, dış politika konusunu da zaman zaman öncelikli mesele haline getirdi. Suriye, Libya, Doğu Akdeniz, Ege kıta sahanlığı, Azerbaycan- Ermenistan savaşı, S-400’ler vb. konular, gündemimizi belirledi.

‘Birlik beraberlik gerek’ derken…

‘Milli menfaatler’ sözcüğü araya sıkıştırılınca, muhalefet zorlanıyor. Çünkü toplumun ağırlıkta olan kesimi, milliyetçi söylemlerin cazibesine kolayca kapılabiliyor. Kitlesel karakterdeki geniş muhalefet cepheleri, ‘dış politikada yapılan yanlışları’ açık yüreklilikle söylemek yerine ‘milliyetçi pusu’ya yatmayı tercih edebiliyor, milliyetçilik yarışına çıkabiliyor. Gerçek, sisler arasında kaybolup gidiyor.

Hrant ve Etyen Meclis’te konuşmuştu

Etyen Mahçupyan, 16 sene sonra o buluşmayı şöyle özetledi: “Meclis’te bir oda. 25 kişi kadar. Önce Hrant ve ben konuştuk. Tarih anlattık ve Ermenilerin, Türkiye’de Ermenistan’da meseleye nasıl baktıklarını ilettik. Bizden sonra hatırladığıma göre iki kişi olayın farklı yönlerine, Türklerin duygularına işaret etti. Ancak söylediklerimize itiraz eden olmadı."

Yalım Eralp’ten demokrasi endişeleri…

Bir diplomat gibi değil de açık sözlü bir demokrat olarak lafı eğip bükmeden bu zaafımıza dikkat çekiyor. Bu belki yalnızca bize özgü bir zaaf da değildir. Ama bir zaaftır, gerçekleri anlamayı zorlaştıran bir zaaf. Ayrıca gelişmiş ülkelerde eleştiri imkanı daha geniştir. Bu nedenle o ülkelerin demokrasisi daha istikrarlı olabiliyor.

Türkiye kutuplardan ibaret değil

Uzun bir iktidar döneminin yarattığı yorgunluk, kaybetme riskinin ihtimal haline dönüşmesi bir tarafta; uzun bir muhalefet döneminin yarattığı yeni umutlar üzerinde oluşmuş bir ‘cephe’ öte tarafta… Taraflar içindeki bazı kesimler taraftarları militanlaştırmaya, kutuplara çekmeye gayret ediyor. Ancak, ne kadar gayret gösterilirse gösterilsin, toplum sivri kutuplara değil merkeze eğilim gösteriyor.

Hani Batı çürümüştü…

Kaçıp gidene fazla söyleyecek bir sözümüz olduğu öne sürülemez. İnsani bir dürtüyle, gitmek ve geleceklerini daha güvenilir hale getirmek için yollara dökülüyorlar. İlginç bir nokta da çeşitli organizasyonlarla belediyelerin bu işin içine girmiş olması. Bu belediyeler hangi amaçla siyasetin içine girmişlerdi? “Buraya nasıl geldik?” sorusunu zahmet edip kendi kendilerine soruyorlar mı acaba?

“ABD’den denge politikası bekliyoruz”

ABD’de Biden’ın yönetime gelmesiyle Avrupa Birliği’nin ABD ile ilişkileri yeniden normal rotasına oturunca, Türkiye de belli ki dış politikasında ayarlamalara gitmek gereğini hissetti. “Dış politika bir değişim geçiriyor mu?” sorusunu deneyimli diplomat, emekli büyükelçi Yalım Eralp’e sordum. “Bir yalpalama söz konusu. Ancak bazı geri adımlar attıkları bir gerçek. 2011 yılından bu yana Batı’yla yükselen gerilim, Şangay 5’lisi içinde yer alabiliriz noktasına kadar geldi. Bu siyasetin ağır bedelleri oldu” diye cevap verdi.

CHP seçmeni ve HDP ile ittifak…

Seçim kazanmak ancak ortak bir muhalefet hareketiyle, asgari müştereklerde birleşmekle mümkün... Kılıçdaroğlu da Meral Akşener de Mithat Sancar da bunu biliyor… Seçmen de biliyor. Başarı parçalanmaktan değil, ortak hareket noktalarını çoğaltmaktan geçiyor.

Kadir İnanır’ın ‘Kapı’sı, Yılmaz Güney’in ‘Duvar’ı

Yakup Usta, öldürülen oğlu Mikail’le birlikte nakış gibi işledikleri sokak kapısını yerinde bulamayınca peşine düşer. Kadir İnanır ve Vahide Perçin’in başrolde olduğu ‘Kapı’ filmi, gözlerimizden uzak tuttuğumuz bir gerçeği gündeme getiriyor: Bölgede yaşayan Hıristiyanlar, yani Süryaniler, Ermeniler, Ezidiler ne oldu?

Türkiye’de muhalefet etmek…

Tabii asıl önemli olan toplumun muhalefet etme temposu. Bir değişim gerçekleşecekse buna seçmen karar verecek. Seçmen gerilimi tırmandırmayı desteklemiyor. Son İstanbul seçimlerinde iktidarın izlediği ‘yıldırma’ siyaseti toplum tarafından benimsenmedi. Sakin bir şekilde sandığa giden seçmen istediği dersi verdi. İktidar da bunu anladı, muhalefet de…

Siyasetin yolunu kapatmayalım

Anayasa Mahkemesi kapatılsın, iktidarın emrinde olacak biçimde yeniden açılsın! Hapistekiler çıkmasın, diğerleri de onların yanlarına gönderilsin! Adeta yargıya ve idareye talimat veriyor. Ülkemiz, muhalif siyasi partilere, farklı düşünenlere siyaset yapma alanı bırakmayan bir otoriterleşmeye itiliyor. Bu kadar basınç, toplumda umutsuzluk, çaresizlik ve öfke birikimine yol açıyor. Siyaset yapmak, muhalefet etmek iyice zorlaşıyor.

‘Zevzeklik’ değil, ciddi bir durum var…

104 emekli amiral, 126 emekli büyükelçinin tepkileri, şu tablo içinde bir anlam kazanıyor: İyice alt üst olan ekonomik dengeler, ciddi sıkıntılar içindeki toplumu daha da zora sokuyor. İstanbul Sözleşmesi’nden imzanın çekilmesi, Montrö tartışması, dış dünyayla ilişkiler, MHP’nin “HDP yetmez Anayasa Mahkemesi de kapatılsın” çıkışı... Merkez Bankası meselesi... Pandeminin yönetim şekliyle ilgili tartışmalar...

Denetim mi? ‘Beş sene sonra gel…’

Dün sabah Haberglobal TV’de, Meclis’in hükümeti denetlemesi meselesini konuşurken MHP’li hukukçu Aydın İşkur, şu doğrultuda bir yorumda bulundu: “Cumhurbaşkanı 5 yıllığına halk tarafından seçiliyor. Bakanları atamak, görevden almak dahil her türlü tasarrufu yapabilir. Çünkü onu halk seçti, 5 yıl içinde halk dışında hesap vermesi gereken bir yer bulunmuyor. Başkanlık sisteminin mantığı bu. Siz parlamenter sistemde kalmışsınız.”

Güvenlik şeridinin ortak yolcuları…

Gerçek anlamıyla muhalif bakış açısı olanların medyada kolay kolay yer bulamadığı koşullardayız. Bu ortamda, yeni isimler ortaya çıkartılıyor. Muhalefeti (?) temsilen konuşan bazı kişiler, yasakçılığı, geçmişteki otoriterlikleri savunabiliyor. İyi darbekötü darbe ayrımı yaparak, muhalefete yönelik darbeci suçlamasını haklı çıkartan bir zihniyet sergileyebiliyorlar.

Kolonyalı mendilin geri dönüşü…

Toplumun bir kesimi, ‘inanç’ gerekçesiyle, kolonyayı unutmuş durumda. Kolonyadan uzak duran bu kesim, kendi yaklaşımını toplum geneline egemen kıldı. Alkolsüz -yani kolonyalı olmayan- ıslak mendiller, kapalı ortamda bakteri üretebiliyor. Bunların sağlıklı olduğunu söylemek kolay değil.

Ismarlama Kürt Partisi

Kürt meselesi bir kimlik meselesidir. Diliyle, kültürüyle, yerleştiği coğrafyayla ortaya çıkan bir kimlik. Bin yıllık deneylerin süzülmesiyle ve çıkarılmış derslerle dolu arka plana sahip bir kimlik. Kimin ve neyin kendisini temsil ettiğini bilen, derin bir birikime sahip bir kimlikten söz ediyoruz. Son 40 yıldır çok değişik siyasi örgütlenmeler, partiler kuruldu, denendi. Bunlar içinde bir çizgi, verdiği ağır kayıplara, yasaklara, engellere ve yaptığı hatalara rağmen giderek güçlendi, daha büyük destek sağlayarak temsil kabiliyeti kazandı.

İmam Türkiye’yi din devleti mi sanıyor?

Boynukalın, kanunlara uymama hakkına sahip midir? Geçerli yasalara mı uyacak yoksa Türkiye’nin din devleti olduğu varsayımıyla mı hareket edecek? İktidar partisi onun arkasında duracak mı? Türkiye, Kuran’ın hükümlerine göre mi yönetilecek, yürürlükteki Anayasa ve kanunlara göre mi?

Destek mi köstek mi?

Böyle kritik dönemlerde, toplumun kafasının karıştığı ortamlarda, yapılan analizler, siyasi aktörleri etkileyebilir, yanlış tepkiler vermelerine yol açabilir. İktidarın ne yapabileceğinin sınırını belirleyecek olan yine toplumdur. O nedenle, toplumun tepkileri tayin edicidir. Amerika ve Avrupa, insan hakları konusunda beklendiği gibi tepki gösterdiler, göstermeye devam ediyorlar.

Askerde bile eline silah almamıştı

Gergerlioğlu, 2017’de KHK ile devlet memurluğundan ihraç edildikten sonra, aynı yıl kurulan ‘Hak ve Adalet Platformu’nun sözcüsü oldu. İmam Hatip Lisesi mezunu, göğüs hastalıkları uzmanı ve dindar bir ailenin çocuğu. Kendisini şöyle tanımlıyor: “27 yıllık doktorum. Terör örgütünden ve şiddetten yana olmam mümkün değildir. Askerliğimi kısa dönem yaparken bile silah kullanmayı reddettim.”