Halil Berktay
FETÖ ex machina
Aristo’dan bu yana “deus ex machina” (Yunanca orijinaliyle “apo mekhanes theos”) yöntemiyle kaostan şıp diye düzen çıkarmak, insanları olmayacak şeylere ve şüpheli kurtarıcılara inanmaya zorlayan, dolayısıyla yazarın yaratıcılık yoksunluğunu açığa vuran bir yazım ve anlatım tekniği olarak, yani hayli eleştirel biçimde yorumlanıyor.
Beethoven’la bir akşam
Batt’ın buraya aldığım tablosunda, sonuna yaklaşırkenki hali. İşitme âletleri ve ziyaretçileriyle haberleşmek için kullandığı küçük yazışma defterleri dahil, darmadağın masası. Arkada, kendi çalışını duyabilme çabası içinde, vura vura dağıttığı piyanosundan fırlamış teller. Kadere meydan okuyan öfkeli yaşlılığı. Ama annem hep daha yumuşak bir lirizm arardı. Dördüncü Piyano Konçertosu gibi. Ya da en çok sevdiği Beşinci (İlkbahar) Keman Sonatı.
ANALİZ- ‘Bahçeli şimdi de Batı’yla yakınlaşma ihtimalini Kürt sorunu üzerinden sabote etmeye çalışıyor’
11-13 Aralık’ta şahinler bir kere daha öne çıktı. Önce MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, ardından yardımcısı Semih Yalçın, tehdit ve hakaret dolu tweet’ler attı. Onları Süleyman Soylu’nun aynı doğrultudaki, son derece sert ve saldırgan Meclis konuşması izledi. Gene Halil Berktay’a sorduk. Neden? Şimdi ne oluyor?
Şark kurnazlığının sonu
Bürokrasi kendini nasıl ele verir? Nasıl çarşafa dolanır? Sağlık Bakanlığı’nın altı ay gerçekleri halktan gizledikten sonra şimdi biraz daha dürüst ve şeffaf bir konuma geçme çabaları, yer yer eğlenceli sonuçlar doğuruyor. Örneğin “vaka”ların pekâlâ “hasta” olduğu da, halen en az 200,000 covid’linin aramızda dolaşmakta olduğu da, hayli garip ve dolambaçlı biçimde itiraf edilmiş bulunuyor.
Bir bilimsel haysiyet sorunu
Sağlık Bakanlığı, ilk defa şu satırları yazmakta olduğum 11 Aralık 2020 gecesi, Türkiye’nin toplam vaka sayısının 10 Aralık’ta verilen resmî 564,435 rakamı değil, hattâ gene 10 Aralık’ta Dünya Sağlık Örgütü’nün ve dolayısıyla worldometer sitesinin verdiği 955,766 rakamı da değil, 1,780,673 olduğunu açıkladı. Buna göre Türkiye dünyada en tepelerde, en kötü 8. ülke konumunda yer alıyor.
Metin Kunt (1942-2020)
Ne kadar iyisin. Ne kadar nâzik. Ne kadar düşünceli. Ne kadar cömert. Ne kadar centilmen. İlmin ölçüleri, ahlâkı, davranış biçimi, her şeyine sinmiş. Bir Eski Dünya insanı. Bende hep böyle yaşayacaksın.
ANALİZ – ‘Bahçeli her türlü gevşeme olasılığını baştan bloke etmeye çalışıyor’
RTÜK’ün Habertürk’e verdiği cezaya tepkiler yükselirken, Devlet Bahçeli bir kere daha öne çıktı ve kararı eleştirenlere şimşekler yağdırdı. Son günlerde yazdıklarıyla Sovyetlerde Eski Bolşeviklerin tasfiyesini çevreleyen düşmanlık kültürü ve nefret nöbetlerine dair bazı tarihsel hatırlatmalarda bulunan Halil Berktay’a sorduk.
Orwell’de düşmanlık, nefret, isteri ve diktatörlük
Demokrasi de, bilim de, genişçe bir ara zeminin varlığına muhtaçtır. Rasyonalite, sükûnetle ve alçak sesle mümkün olabilir. Yıllar önce bir arkadaşım, “küçük harflerle konuşmak” demişti buna. Buna karşılık otoritarizmler son tahlilde hep kollektivisttir. Ara zemini yokedip toplumu uçlara, kutuplara çekmeye çalışırlar. Bunun için de insanları irrasyonalite ihtilâçları içinde kıvrandırmak esaslı bir yöntemdir.
Ah, o nefret dilini de unutmayalım
Solda, Eski Bolşeviklerin imhasının yargı ayağı, kendisi eski Menşevik, dağdan gelip bağdakini kovan, Moskova Duruşmalarının başsavcısı Andrey Vyshinsky. Sağdakini herkes tanıyor.
Eski Bolşevikler
Unutulmuş birer birer / Eski dostlar, eski dostlar / Ne bir selâm, ne bir haber / Eski dostlar, eski dostlar / Hayâl meyâl düşler gibi / Uçup giden kuşlar gibi / Yosun tutan taşlar gibi / Eski dostlar, eski dostlar / Unutulmuş isimlerde / Bilinmez ki nasıl, nerde / Şimdi yalnız resimlerde / Eski dostlar, eski dostlar
Niçin, sayın Koca, niçin?
Bugün 7000 civarındaki “hasta” sayısının üzerine 28,000 de “vaka” sayısı eklemek gerekiyorsa, Eylül-Ekim aylarındaki fark ne olmuş olabilir? WHO’ya bildirdiğimiz toplam sayı 467,000 mi, yoksa en az 1 milyon mu olmalı? Sayın Bakan, siz doktorsunuz. Bir bilim insanısınız. Hipokrat Yemini ediyorsunuz. Öncelikle hakikate bağlı olmanız gerekir. Yakıştı mı?
ANALİZ – Bu tanker dönebilir de, dönmeyebilir de
Erdoğan başaracak diye bir kanaatim yok. Üstelik, hayli zor görüyorum. Ama bu son salvo, hemen vazgeçtiğinin işareti olmayabilir. Politikada viraj almak hiçbir zaman kolay değildir. Savunma reflekslerini; ileri geri, zigzaglı süreçleri; inkârı, iman tazelemeyi ve aidiyet tahkimini; sağa sola kâh ihtar, kâh baraj ateşi açmayı; bir tür mehter yürüyüşünü gerektirebilir.
“Sosyalist sistemin daha da mükemmelleştirilmesi için” (ek notlar)
Dindar-muhafazakârlar için de önem taşıyan bazı çok ciddî hukukî ve siyasî meseleler olduğu kanısındayım. (1) Şehir Üniversitesi’nin yok edilmesi ve (2) ardındaki Bilim ve Sanat Vakfı’na da el konması. (3) İstanbul seçimlerinin tanınmaması ve zorla tekrarlatılıp beter biçimde kaybedilmesi (böylece hile iddialarının kof çıkması). (4) İstanbul Sözleşmesi’nin feshi girişimine karşı hemen bütün Müslüman kadınlardan yükselen protesto. (5) KHK’larla gerçekleştirilen Gülenci temizliğinin çok geniş ve çok amansız tutulması sonucu, belki milyonlarla sayılabilecek bir “mülksüzleştirilmiş yoksulluk Gulagı” yaratılması.
Bir İsrail ambülans görevlisi ve Metin Karabaşoğlu
Tükürürüm. Hazreti İsa resimleri putperestliktir. Bizim Tevrat’ımızda, yabancı inanç ve ibadetlerden uzak durmak yazılıdır.
Bir panelde, konuşma notları
15 Kasım Pazar akşamı Habertürk’te, Kübra Par’ın “Açık ve Net” programına davetliydim. Ali Çarkoğlu, Binnaz Toprak, Özden Zeynep Oktav ve Serap Yazıcı da dahil, toplam beş kişiydik. Berat Albayrak’ın istifasından sonra, şu veya bu ölçüde bir reform ve değişim penceresinin açılıyor gibi olmasını konuştuk. 12 Eylül’den çıkış sürecinde, 1986’da katıldığım bir panel geldi aklıma. Bu da bir çıkış süreci mi olacaktı? İnsanın fazla yaşayınca bu tür benzerlikler geliyor aklına.
Koronaya karşı “destan yazmak” (herhalde bu da bir fikrî iktidar sorunu)
Fakat ne ilginç değil mi; 80 küsur milyon nüfusuyla Türkiye’de, salgının genel profili bu dört ülkeyle hemen aynı ama, mutlak rakamlar itibariyle günlük yeni “hasta” sayıları aynı dönemde 1000-2000-3000 seviyesini aşmıyor ve dolayısıyla, herhalde diğerleri gibi günde en az 20-30,000 yeni vakası olduğu halde bunları açıklamamak sayesinde, “ilk 20”de tırmanacağına Belçika, Çekya ve Hollanda gibi nüfusu çok daha küçük ülkelerin de altında 25. sıraya düşmüş gözüküyor.
ABD seçimleri (4) Biden’ın liderliği tartışması
Farklılık ile önleyicilik aynı şey mi? Bir seçimin, 3 Kasım 2020 seçimlerinin ötesinde, bugünkü adıyla Trumpçılığı, biraz daha açarsak Amerikan popülist otoritarizmini, daha daha açarsak düpedüz Amerika’nın ana akım neo-faşizmini önleyip geri püskürtebilmek, kapının dışında tutabilmek aynı şey mi acaba?
ABD seçimleri (3) Türkiye’nin Trumpçıları
Ağır yazıya hafif başlangıç. 1999 Türkiye Kupası’nın 3. turunda Fenerbahçe Pendikspor’la eşleşmiş ve 2-1 mağlup olmuştu. Kendisi de hasta Fenerli olan rahmetli Tosun (Terzioğlu), daha beni kapıda görür görmez gardını almıştı: “Hiç üstüme gelme, Anayasa Mahkemesine gidiyoruz.” Son günlerin aynı absürd havadaki iki güzel esprisi: (1) Trump seçimleri iptal ettirmek için Amerikan mahkemelerini bırakıp YSK’ya başvuracakmış. (2) Gene de yeniletmese iyiymiş, çünkü bu sefer fark 800,000 olurmuş.
ABD seçimleri (2) Trumpçı faşizm üzerine bir not
Hiper-milliyetçiliği, “millî dâvâ”sı, narsistliği, performansçılığı, demagogluğu, kişi kültüne yatkınlığı, militarizmi, orduyla ve kiliseyle kurduğu oportünist ilişki, devleti çeteleştirmesi, taraftarlarının bağnazlığı ve fanatizmiyle Donald Trump ve Trumpçılık, 1930’lar Faşizmi ve Nazizminin pek çok temel özelliğini şahsında ve kitlesinde barındırıyor.
ABD seçimleri (1) Nihayet yenildi; mendebur faşistliği (şimdilik) durdurulmuş oldu
Ve şimdi üçüncü böyle “vaka”yı yaşıyoruz, Türkiye’de değil binlerce kilometre uzakta, Amerika’da. Fakat Amerika diye geçmeyelim; bütün dünyanın kaderi biraz buna bağlı.
Dünyada azıcık olsun iyilik olabilmesi, hiç olmazsa bu sefer, bu kötünün yenilmesine bağlı.
Ayrı bir “İslâmî bilim” olabilir mi (3) Ekonomide faiz fobisi ve bölüşümcü politika arayışları
Var mı, teorik düzeyde herhangi bir itirazı, gerek mikroekonominin, gerekse makroekonominin temel prensiplerine? Örneğin marjinalci değer ve bölüşüm teorisinin yerine farklı bir değer ve bölüşüm teorisi koyabiliyor mu? Piyasasız, “marjda düşünme” rasyonalitesinin olmadığı bir İslâm toplumu (ümmeti) inşa edebiliyor mu? Ya da makro dengeleri, temel Keynesçi teoriye dayanmadan kurmaya kalkabiliyor mu?
Ayrı bir “İslâmî bilim” olabilir mi (2) Fizik, Astrofizik, Kimya – ve Biyolojinin özel durumu
Aşağıda, 1925’te Tennessee’nin küçük Dayton kasabasında görülen, ama bütün dünyada yankılanan “Maymun Dâvâsı”nın rakip avukatları. Solda, iddia makamının evrim teorisini mahkûm ettirmek için yardıma çağırdığı William Jennings Bryan. Sağda, ACLU’nun önde gelen isimlerinden Clarence Darrow. Neredeyse yüz yıl sonra bugün, aynı çatışma İslâm âleminin bazı köşelerinde hâlâ yaşanıyor.
Ayrı bir “İslâmî bilim” olabilir mi (1) Üç temel soru cevap arıyor
Aşağıda, İslâm medeniyetinin “altın çağı”ndan iki büyük âlim. Solda, matematikçi, astronom, fiziğin optik dalının öncüsü kabul edilen İbn Heysem, Latinize adıyla Alhazen (y.965 - y.1040). Sağda, hekim, fizikçi, astronom ve filozof İbn Sina, Latinize adıyla Avicenna (y.980 - 1037). 11. yüzyılda İslâm âlemi, henüz mevcut olmayan bir “Batı”dan geri değilmiş, buna bakılırsa. Madalyonun diğer yüzünde, bilim tarihinde İslâm âlimlerinin yeri ve payının restore edilmesi, bizi “Batı bilimi”nden ayrı bir “İslâm bilimi”ne götürmüyor. Tersine, İbn Heysem, İbn Sina ve daha niceleri, insanlığın ortak bilim hazinesine katkıları ölçüsünde değer kazanıyor.
Mahcupyan’a hem destek ve ilâve, hem kısmî eleştiri
Serbestiyet sayfalarında, adı konmamış ama çok önemli bir tartışma gelişmekte. Son katkı Etyen Mahcupyan’dan geldi. Esas doğrultusu çok haklı. Tam zamanında bir müdahale. Fakat belki kızgınlığı içinde yer yer kantarın topuzunu kaçırıyor. Batı’nın farklılaşması ve yükselişini o kadar gerilere götürüyor ki, Oryantalizan bir özcülük tehlikesi başgösteriyor.
Doğa yasaları ve insan yasaları
Dün gece okuduğumda, iki şey geçti aklımdan. Birincisi, Cumhurbaşkanı Erdoğan bir bakıma kendi kendisiyle de konuşuyor gibi geldi. Dört yıl önceki sorusu veya tavsiyesine şimdi kendisi cevap veriyor. 2016 Şubat sonlarında “Onlarla ilgili kararı veren mahkeme kararında direnebilirdi. Direnseydi AYM’nin verdiği karar boşa çıkabilirdi” demişti. 14 Ekim 2020’deki yankısı “demek ki [yerel mahkeme] atabiliyor böyle bir adımı” şeklini alıyor.
14. Ağır Ceza’ya, kararında direnmesini dört yıl önce Cumhurbaşkanı Erdoğan söylemişti
AYM’nin yıpratılıp itibarsızlaştırılması süreci, daha 2016’da, hem de darbe öncesinde başladı.
Günlük test sayısı ile yeni hasta sayısı arasındaki ilişki
Son iki üç haftada günlük yeni hasta sayılarının 1500-1800 arasında gezinmesi, acaba istatistik dilindeki adıyla “rastgele” (random) bir dalgalanma mı? Yoksa bağımlı bir değişken mi? Tesadüfî olmayan bir belirleyicisi mi var?
12 Eylül’ün muhasebesi olmaz; bundan sonra sadece tarihi yazılabilir
Artık görelim ki sakatlık onlarda değil; sol kökenden gelen bizler gibi yorumcu ve eleştirmenlerde. Onları ve kendimizi aynı madde, aynı uzam gibi düşünmekten bir türlü kurtulamıyoruz ki, hâlâ en azından şiddet ve sol-içi şiddet, belki barış, demokrasi ve yasal mücadele (yani bunları reddetmişlik) konularında iki çift namuslu lâf bekliyoruz. Bu tam bir optik yanılsama.
Mustafa Kemal ne kadar Türkse, Napolyon da o kadar Fransızdır
Ne Fransızcıyım, ne Napolyoncu, ne Atatürkçü, hattâ ne de Türk milliyetçisi. Sade bir vatandaş ve vatandaş-tarihçiyim. Sırf bu sıfatla sormak istiyorum: Bir, geçmişe bu tür göndermeler, mevcut sorunları çözmeye mi, keskinleştirmeye mi yarar? İki, başkalarının tarihini küçümseyip aşağılamanın sonu nedir? Kendi tarihinin Batı-merkezcilik çerçevesinde küçümsendiği ve aşağılandığından şikâyet eden Türkiye, dengeyi bu yolla mı kurmaya çalışmalı?
Hayat ve temsil; reel ve sanal tarih
“Bütün iktidar siyasetçileri, sanki Ertuğrul ve Abdülhamid dizilerinin senaristi gibi” yazıp konuşmaya başlamış bulunuyor.