Erdoğan'ın "Makyavel'in öğrencisi" olma süreci ne zaman başladı? Aslında hiç düşünmeden 2013'teki iki gelişmeyi gösterirdim: Gezi direnişi ve 17-25 Aralık soruşturmaları. Fakat onlardan önce yaşanan "MİT Müsteşarı Hakan Fidan'ın ifadeye çağrılması" hakkında Erdoğan'ın sonradan yaptığı değerlendirme, onun bu olayı ilk iktidar kaybı tehlikesi olarak algıladığını gösteriyor: "MİT müsteşarının ifadeye çağırılması, eğer ifadeyi verseydi, tutuklansaydı, arkasından hedefin kim olduğunu gayet iyi biliyorum.” (43. muhtarlar toplantısı, 11 Ocak 2018).Bu sözler, Erdoğan'ın hukukla sınırlanmadan, sertlikle ve korkutarak yönetme arzusunu ateşleyen ilk olayın 2012 tarihli MİT krizi olabileceğini düşündürtüyor.
İtalyan mimar Gae Aulenti'nin Paris’in merkezindeki devasa tren garını şehrin en büyük sanat müzesine dönüştüren projesi (Orsay Müzesi) açıldığı 1986 yılından beri her yıl milyonlarca ziyaretçinin akınına uğruyor. Aynı mimarın bir çağdaş sanatlar müzesine dönüştürülmesi için projelendirdiği Feshane dokuma binası ise bu süreçte tam dört kere yeniden projelendirildi ve inşa edildi. Bu işte bir tuhaflık yok mu?
Laik kesim kendi tarihsel üstünlüğünden o denli emin ki ‘Yerlileri’ anlamamak bir yana, onları kendi rasyonalitesi ışığında, yapaylaştırarak kategorize ediyor ve böylece anlama imkanını hepten elden kaçırıyor. Ne yazık ki bu ‘rüya’ kısa zamanda bitecek ve laik kesim akut bir ‘yabancılaşma’ sorunu ile karşı karşıya olduğunu hissedecek. Çünkü laiklerin ‘öteki’ dedikleri artık ‘yerli’… Ve laikler de artık ‘yabancı’. Aralarından yerlileşmek isteyenler varsa bunun yolu ‘millileşmeden’ geçiyor. Diğer deyişle yabancılıktan kurtulmak için önce (yeni) devlete biat etmeniz gerek. Bu sayede yerliliğe (kimlik olarak olmasa da) siyaseten yaklaşmanız mümkün.
Paris’te aşk gibi özgür gazetecilik de bir başka yaşanıyor. Aslında gerçek bir tatil bu. Birkaç günlüğüne de olsa ülkeden uzaklaşıp Paris’te muhalifliğin, ifade hürriyetinin, gazeteciliğin, protesto hakkının keyfini çıkarıyorsun. Ne de olsa Paris’te Fransız polisini eleştirmek, protestocuları tutmak, “iç savaş”, “savaş gibi”, “turistler şehri terk ediyor” demek, Fransa’nın sömürgeci geçmişinden girip, Fransızların kibrinden, Macron’un ırkçılığından çıkmak serbest. Bunları bilmek ne büyük konfor ve güvence.
Kılıçdaroğlu sağcıysa Deniz Baykal CHP’si bu durumda daha solcu mu sayılacak? Kürtçe TV’ye kim karşı çıktı? Dersim katliamını kim uygarlık eylemi olarak kabul etti? Azınlıkların mallarının iadesine kim en sert ırkçı tepkiyi gösterdi? Bunları söyleyen Baykalcıların hangisi daha solda? Kılıçdaroğlu elbette eleştirilsin ama eleştiriler daha sağlıklı bir zeminde gelişse keşke.