Depremde yıkılan bir bina ile ilgili kusur nasıl belirlenecek? Tabii bilirkişiler devrede olacak. Fakat kusurun kimde olduğunu veya kusurlu olduğunu düşündüğü kişilerin kusur oranlarını, asli veya tali kusurlu olup olmadığını bilirkişi belirleyemez. Bilirkişiler bunu yaparsa hâkimin yerine geçmiş olurlar. Bilirkişilerin hakim yerine geçemeyeceği ve hakimin de bilirkişilerin belirlediği kusur ve/veya kusur oranları üzerinden karar veremeyeceğine yönelik çok sayıda Yargıtay kararı var. Maraş depremlerinden sonra ne mi oldu? Bilirkişiler sorumlu kişiler veya birimlerin asli mi tali mi kusurlu oldukları raporlarına yazdılar. Hakim bu raporlara dayanarak karar vermese de konunun uzmanı olmayan yargı mensubunun vicdani kanaati etkilenmeyecek mi?
Mutlak bir adalet yoktur. Zira insan aklı yalnızca göreceli değerleri kavrayabilir ve bir şeyin adil olup olmadığını tayin ederken kendi değerlerine göre bir yargıda bulunur. Ama bu yargı, zıt bir değer yargısı olasılığını dışlayamaz. “Mutlak adalet, irrasyonel bir idealdir.”
Netflix uyarlaması birkaç gün içinde rekor kıran manga uyarlaması One Piece, evreninde köleliğin 200 yüzyıl önce yasaklanmış olmasına rağmen aristokratik bir grup tarafından hâlâ uygulanması ve yasal güçlerin bu aristokratları koruyor olması, bu suçların yasalar tarafından meşruiyet altına alındığında nasıl bir yapıya büründüğünü anlatıyor. Hikâyede kötülüğün sembolizmini, “Dünya Hükümeti”nin meşruiyet kaynağı ve silahlı gücü olan “Donanma”nın alması; kendisini yasal ve meşru bir koruma kalkanı altına almış ırkçılıkla ve kölecilikle mücadelenin önemine işaret ediyor.
Süreyya Ağaoğlu'nun karakterinde beni en etkileyen kısım galiba, olan bitenler ne kadar umut kırıcı olursa olsun iyimser bir isyanla karşı koyabilme gücü oldu. Bunu, kırıp döken yok edici bir ezme ezilme savaşı gibi değil yaratıcı ve yeniden yaratıcı bir ruh gücü ve insana inanmışlıkla yapabilmesi ne büyük bir duruştu! Hümanizm bu olsa gerek dedim! İçindeki isyan hisleri her nasılsa hep çok güçlü kalabilmişti. Tıpkı, Fuat Köprülü’nün dönemlere göre değişen karakterinden bahsederken, “Türkiye’nin ezeli derdi opportunizmi çevremde çok izlediğim için bu tutumla davrananlara karşı içimden gelen isyan hisleri çok kuvvetli.” (s.86) derken olduğu gibi.
Tasarımcıların ve moda evlerinin koleksiyonlarını sundukları etkinlikler bütününe moda haftası deniyor. Dört büyükler denen New York, Londra, Milano ve Paris moda haftaları bu sezon da birbiri ardı sıra defilelere ve etkinliklere ev sahipliği yapmaya başladı. Tasarımın zirvesi olması beklenen bu etkinliklerde son yıllarda sıklıkla sanatın ve mananın sansasyona kurban edilişini seyrediyoruz. Ve bunun dozu ve yoğunluğu da giderek artıyor. Başarıya giden yolun birincil koşulunun dikkat çekmek olduğu bir çağdayız ve kreativiteyle çığırtkanlık arasında pek de ince olmayan bir çizgi var. Bunun farkında olsak da her gün o kuyuya yeni kurbanlar vermekten kurtulamıyoruz. Birçok köklü moda evi tanınmayacak hale geldi. Çizginin berisinde kalıp sansasyona bulaşmamakta ısrar edenler de maalesef sıkça ziyan olmuşluk ve gündem dışı kalma hissiyle cebelleşmek zorunda kalıyorlar.