Normal bir ülkede insanların uykuları, “deprem olursa ne yapacağız?” sorularıyla kaçmaz, hayatları boyunca vergi ödedikleri, kurallarına uydukları devletleri onlara çoktan çözüm önerilerini sunmuş, önlemlerini almış, geçmişte yaptığı hataları telafi etmiş, bu hataların sorumluluğunu üstlenmiş, hesabını vermiştir zaten. Yaşadığımız kötülükleri, acıları normalleştirdikçe anormallik normalimiz oldu. Nasıl bir normal sorusunu yanıtlamadan normalleşirsek, tedbirsizlikler, alınmayan önlemler, öngörülemeyen felaketler nedeniyle hayatlarımızın tehlikede olduğu bir “anormalliğe” geri döneceğiz.
Evet, İslam’da koruyucu ailelik, evlat edinme, namahremlik, nikâh gibi konular Kuran ve sünnete bağlı olarak belirlenmiş. Diyanet fetvalar uydurmuş gibi yapmanın bir alemi yok ancak Diyanet’in de dinin kurallar bütünü olmadığını, İslami ilimlerin sadece fıkıh ilminden ibaret olmadığını öğrenmeye ihtiyacı var. Diyanet’in eski başkanlarından Ali Bardakoğlu’nun da işaret ettiği gibi aslında fıkıh ve ahlak arasında ayrılmaz bir ilişki vardır ancak fıkhın ahlaktan azade bir şekilde kurallar bütünü olarak ele alınması sonrası ahlak yönü geri plana itilmiştir.
Sistemi inşaatçıların eline veremeyiz. Yoksa çok hata yaparız. Önceliğimiz sağlam binalar inşa etmek olmalı” diyor. Dünyanın dört bir yanında büyük inşaatlar yapan inşaat şirketlerimiz var. Dünyanın her ülkesinde, o ülkenin gelişmişlik katsayısına paralel olarak denetim yapıldığını biliyoruz. Almanya’da müteahhitlik yapan Türkiye kökenli firmalar, oradaki kurallara harfiyen uyuyor. Başka şansları yok. Ülkemizde ise durum farklı.
Bugünkü muhalefetin iki iri partisinin biri devleti kurmuş, öteki devlete tapınan iki damarı temsil ediyor. Dolayısıyla devletin olmadığını bilen ve yeni, daha makul bir gelecek inşası gerektiğini idrak etmemişse bile hissetmeye başlamış geniş yığınların sahibi yok.