GÜNÜN YAZILARI

“Cehennemde İki Devre”

Diktatörlük, faşizm ve futbol, tarihe de, sinemaya da yerleşen bir mesele. 1961 yapımı “Cehennemde iki devre” filmi de futbolun “taraftarlık-karşıtlık”tan kolayca “biz-siz”e bağdaş kuran, oradan her türden ayrımcılığı bağrına basan “dostluk-düşmanlık”a yönlendirilebilen rekabet büyüsünü, böyle duyguları resmen, alenen keskinleştiren “dünya savaşı”nın cadı kazanında anlatıyor.

Devlet Kılıçdaroğlu’nu istemiyor mu? İstemiyorsa nedenleri ne olabilir?

Kılıçdaroğlu hakikaten “Devlet (güç ve rant), kimlik (vatandaşlık ve Kürt meselesi) ve Batı karşıtlığı (uluslararası hukuktan kurtulmuş bir bağımsızlık hevesi)” alanlarında devleti kaygılandıracak bir performans sergileyebilir mi? Benim bu sorulara cevabım, ‘hayır…’ Kılıçdaroğlu’nun Türkiye’ye yön değiştirtecek bir radikalliğin adamı olduğunu düşünmüyorum. Fakat onun gerçekte benim düşündüğüm gibi bir siyasetçi olmaması, devletin ondan paranoya boyutlarında kuşku duymasına engel değil. Ve bence duyuyor.

Mısır gezisi ve izlenimleri (1)

Galiba Ortadoğu’nun en “dil yoksulu” halkı Türklerdir. Osmanlı döneminde, ortalama bir Osmanlı vatandaşı en az üç lisan konuşurdu. İttihatçı ve Kemalist politikalar Modern Türkiye’yi dilsel farklılık ve zenginlik açısından çorak bir ülkeye dönüştürdü. Doğrusu Arap ülkelerinin baskıcı rejimleri de “ötekileştirme” politikaları açısından Kemalistleri taklit etmeye çalıştılar, ama onlar kadar başarılı olamadılar. Tüm dezavantajlarına rağmen, şu anda Ortadoğu’nun en “dil zengini” halkı Kürtlerdir; ortalama bir Kürt en az iki lisan konuşur.

Aklıma takılanlar

Uğultulu bir ayı geride bıraktık. Önce deprem geldi. İdrakimizi aşan acılara yol açtı. Geride, henüz kaldırılmamış, kaldırılması ve telâfisinin maliyeti ölçülemeyen, dolayısıyla kimin, ne zaman kaldıracağı yaklaşan seçimde başlı başına bir faktör haline gelen (ama bu boyutu belki henüz farkedilmeyen) muazzam bir enkaz bıraktı. Üzerine Akşener krizi bindi. Patladı ve aşıldı. Çözümü, Türkiye’de pek alışık olmadığımız bir anlayış ve üslûpla gerçekleşti. 14 Mayıs’ın kaderi galiba hakikaten 7 Mart’ta belirlendi. Bunun da siyaset sahnesinde nasıl bir dönüm noktası demek olduğunu, herhalde ancak zamanla anlayacağız.
- Advertisement -

Diktatör, komplo ve ölüm

Stalin’in son gecesi… Güvenlik protokolü uyarınca çağrılmadan içeri girmeleri kesinlikle yasak olan Nöbetçiler Sibirya’ya sürülmek korkusu yaşamayıp kahvaltı saatinde yanına girseydi; “Yoldaş”ları Beria, Malenkov ve Kruşçev doktor nefretini bildikleri Stalin’den korkmayıp zamanında doktor çağırsaydı ölümden kurtulur muydu Stalin? Belki. Şu kadarı kesin: Diktatör olmanın pek çok faydası var kuşkusuz, ama sona gelindiğinde pek çok zararı da olabiliyor.

En Son Çıkanlar