Kıbrıslı Türklerin önemli çoğunluğu, üzerlerinde Türkiye’nin vesayeti olduğunu düşünüyor. “İtfaiyemiz bile Türk Silahlı Kuvvetlerine bağlı” diyerek kendi kaderlerine kendileri karar vermek istiyor. Rumlarla bir anlaşma zemini yakalayarak Avrupa Birliği vatandaşı olmak istiyorlar. 6’lı masanın programının açıklanmasının ardından Kıbrıs’ta eleştiriler gelmeye başladı.
Devrim, aynen bir zamanlar Mao’nun överek belirttiği gibi, son derece otoriter bir olay. “Bir sosyal sınıfın başka bir sosyal sınıfı devirdiği” bir şiddet eylemi. Marksizm bu şekilde teorileştiriyor. Parti, 19. yüzyılda parti olarak başlamışsa da, 20. yüzyılda bu şekilde askerîleşiyor; “savaş örgütü” oluyor. Buna da bir “baş komutan” gerekiyor. Böylece daha ilk andan itibaren, iktidarın aşırı merkezîleşmesi, son derece hiyerarşileşmesi ve bir “kişi kültü”ne dönüşmesinin zemini oluşuyor. Komünist rejimler bir kere kuruldu mu, daha sonra liderin neredeyse sınırsız otoritesini biraz olsun törpülemek çok zor oluyor.
48 bin 400 kelimeden oluşan toplam 244 sayfalık metinde Kıbrıs sorunu sadece 1 yerde küçük 1 paragraf olarak geçiyor. Onda da Kıbrıs sorunuyla ilgili “gelirsek bakarız” şeklinde bir tavır ortaya konarak Erdoğan ve Bahçeli’nin gaz vererek coşturduğu tribünleri yatıştırmak maksadıyla top taca atılıyor.
Bir arkadaşım telefon etti. “6’lı Masa’nın açıklanan programı güzel, demokrasi konusunda net, anlaşılan o ki Kürt meselesini şimdilik metne koymamışlar” dedi.
“Bitti bitecek, dağıldı dağılacak”...