Rana Cabbar, ülkemizin tanınmış bir sinema ve tiyatro oyuncusuydu. Arkadaşımdı. Son iki yıldır üzerinde çalıştığımız ortak bir projemiz vardı. Kaldığı öğretmenevinin kirası iki katına...
Bahçeli seçime kendi listesiyle girme kararını nasıl aldı? Hangi dinamik nedeniyle kendi partisinden (kamuoyuna yansıyan) hiçbir çatlak ses çıkmadı? Bu süre zarfında iktidarı destekleyen bürokrasi ve çevresinden niçin ‘saçmalamayın, Meclis çoğunluğu kaybedilir’ uyarısı gelmedi? AK Partililer ve bakanlar seçime darbe girişimi derken acaba Bahçeli bunlara niçin destek vermiyor? Mart ayındaki bir grup konuşmasında Bahçeli acaba niye ‘sokak olayı istemiyoruz’ mesajı verme ihtiyacı duymuştu? Önceleri her fırsatta Cumhur İttifakı’nı savunan görüşlerini esirgemeyen Çakıcı (ve benzerleri) acaba bugünlerde niçin suskun?
“Erdoğan, çok rahat!..” En fazla bir kahve sohbetinde söylenebilecek bu laf, kanaat önderi postunda oturanlar tarafından rahatlıkla ve büyük bir iddiayla ifade edilebiliyor. Oysa gerçek hayat, onların kerameti kendinden menkul bir özgüvenle dillendirdikleri istikamette akmıyor, hatta tam tersi bir seyir izliyor: Erdoğan hiç rahat gözükmüyor!
Tarihi unutmadan onun bize bıraktığı bazı yüklerden kurtulmak gerek. Ne gözü kapalı Batı hayranı olalım ne de sanki kan uyuşmazlığı varmış gibi Batı düşmanı. ”Kedi uzanamadığı ciğere pis dermiş” dedirtmeyelim.
Bu yazımda Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne aday ülke ilan edildiği 1999 yılı ile üyelik müzakerelerine başladığı 2005 yılı arasında -ki bu dönem 2004 yılında Kıbrıs’ın AB üyeliğiyle eş zamanlıdır- geçen yıl kaybettiğimiz Dışişleri eski Bakanı İlter Türkmen’in bu konulara ayırdığı 140 kadar yazının ana fikirlerini, mümkün olduğu kadarıyla kendisini konuşturmak suretiyle özetlemeye çalışacağım. Ne yazıktır ki yüzlerce yazı ile ülkemizin o zamanlar en çok okunan gazetelerinin birinde bıkmadan usanmadan yaptığı uyarıları dinlemek iktidar ve muhalefet, sivil ve askeri bürokrasi dahil pek kimsenin işine gelmemişti.