14 Mayıs seçimlerinde partiler üç ittifak etrafında toplandı. Bu üç ittifak içinde en ilginç ve karmaşık olanı Millet İttifakı’dır. Cumhuriyet’in kurucu partisi CHP, devletin uzun yıllar “irtica” ve “bölücülük” tehlikesi olarak tanımladığı bazı siyasi topluluklarla kader ortaklığı yaptı. Birlikte bir cephe kurdu. Kalıpları kıran bir adım atıldı. Muhafazakar kesimden siyasi partiler CHP ile ortak bir siyasi hedef etrafında birleşti.
Kılıçdaroğlu’nun partiyi soktuğu rota, CHP’yi halka yakınlaştırdı. Elbette oy düzeyinde umulan sıçramayı gerçekleştiremedi CHP ama tarihsel yükünün en azından bir kısmından kurtuldu: Az buz bir iş değil bu; o nedenle bunun göz ardı edilmemesi ve bu siyasetin mimarı olduğu için Kılıçdaroğlu’na hakkının verilmesi gerekir. Ancak kaybetti. Tabiatıyla bu netice, onu da siyasetini de sorgulanır kıldı. Seçmende büyük çaplı bir değişiklik talebi var. Kılıçdaroğlu bu talebi kabullenmeli ve değişimi kolaylaştıran bir aktör olarak rol üstlenmeli. Gerek kendisi gerek partisi için doğru olan bu!
Darbeden 1 yıl kadar sonra, CHP içindeki yarışta 88 yaşındaki İsmet İnönü kurucusu bulunduğu CHP’den istifa etti. 14 Mayıs 1972 tarihinde özel bir “Başkanlık seçimi kurultayı”yla, Ecevit CHP’nin lideri oldu. Bugün de CHP’de başkanlık hesapları yapılıyor. Bülent Ecevit örneğine bakarak bugünleri anlayabilir miyiz?
Büyükşehir Belediyesi Adalar’da harika bir caz festivali düzenledi.
Evet, bu tür kültür ve sanat etkinliklerinden hoşlanıyorum. Ama ne zamanki bir kamu kuruluşu bana "bak, işte ben senin istediğini yapıyorum, sana sevdiğin müziği dinletiyorum" diyor, o zaman biraz kafam karışıyor. Hatta tüylerim diken diken oluyor. Bu nedenle olsa gerek, “yalnızca içerik değil yöntem, yapılış şekli de önemli” deyiverdim. Deneyimli dostlarım, sağ olsunlar, gene de bana yardımcı olmaya çalıştılar. “Eğer dışlanmamak istiyorsan, hoşuna gidenlere katıl ve sus.“ Haklı değiller mi? İşte dedim, tam da benim kafamı kurcalayan da bu. Yönetime kim gelirse, kamusal alanda sanat ve düşünce üretimi onun zihniyetine göre şekilleniyor ve bu da "normal" karşılanıyor. Yalnızca sanat değil. Her konuda böyle.
Türkiye muhtemelen henüz adı konmamış bir ‘İkinci Cumhuriyet’e geçecek ve siyaset o çerçeve içinde yeniden oluşacak. Bunu değiştirebilecek olan tek durum muhalefetin alternatif bir hikaye oluşturması, bunu bir ‘dava siyaseti’ kıvamına getirmesi, gerçekçi ve inandırıcı bir ideolojik söylemle halkın karşısına çıkmasıdır. Farklı ve dinamik bir dünya analizi, Türkiye’nin bunun içindeki yeri ve doğrultusu, geçmişin ve geleceğin bu çerçeve içinde yeniden yorumlanması, buradan hareketle ‘sürdürülebilir’ kimlik ve vatandaşlık tanımlarının yeniden yapılması…Bunları yapmak yine de seçimi kazandırmayabilir. Ama en azından İttihatçı tasavvur başıboş bırakılmamış olur.