Bir ülke, bir halk, kendi iradesini ezmek için üzerine yürüyen bir kabadayıya karşı direniyor. Dünya hop oturup hop kalkıyor. Bir anlamda kader savaşı veriliyor. Bizler buna sessiz kalabilir miyiz? Ya da eşkıyayı haklı gösterenleri destekleyebilir miyiz? Bir düşünün isterseniz...
Bir ülke tanklarla ezilirken, bir halk direnirken, “Ama onlar da NATO’ya yönelmeselerdi” diyerek işgalciyi mazur göremeyiz. Direnişçilerin siyasi görüşleri, istilacıların bahanesi olamaz. Putin, işgal konuşmasında Ukrayna’yı Çarlık Rusyası’nın bir bakiyesi gibi sayıyor. “Öyle bir millet, öyle bir devlet yok” diyor. Kendi “hakimiyet alanı” içinde gördüğü devlete, “Ya silahı bırakırsın, ya da seni tepelerim” diye saldırıyor.
Parlamenter sistem önerisini bir “eskiye dönüş” olarak değil, “yeni bir sistem inşa etme kararlılığı” olarak ifade ediyor. Amacın, geçmişteki eksiklerden ve hatalardan gerekli dersleri çıkartarak, ülkenin köklü devlet tecrübesini “demokrasi ile taçlandırmak” olduğunu belirtiyor. Nitekim önerinin sunuş toplantısında bütün konuşmacıların “Yarının Türkiyesi” ifadesinin altını çizmesi, muhalefetin düne değil yarına referansla konuşmak istediğini gösteriyor.
Savaşın sadece televizyondan izlenen bir oyun olduğunu sananlar, Ukraynalı kadınlar için iğrenç espriler yapan mide bulandırıcı insanlar, ‘Savaşa hayır’ cümlesini başa alıp, sonra Putin’in bu işgal için haklı nedenleri olduğunu sıralayanlar; hepsini gördük.