Raporda bir tuhaflık var. 25 sayfalık raporun 20 sayfası anlaşılmaz bir nedenle, Kobane davasında yer alan suçlamalara ayrılmış. İddianame olsa ancak bu kadar olur. Kalan beş sayfanın ikisi Kocaeli Üniversitesi’nin raporuna, son üç sayfası da İstanbul Adli Tıp Kurumu’nun kendi raporundaki tespit ve değerlendirmelere ayrılmış.
Sahil kenarında liseden arkadaşımın işlettiği kafeteryaya gidiyorum. Denize sıfır olarak yapılan bu yerin önü şimdilerde dolduruluyor. Karada kalmış kafeterya… “Ne olacak böyle, karada mı kalacaksınız” diye soruyorum. Dolgu bitince bu ve benzeri yerleri yine deniz kıyısına yapılacak yeni yapılara taşıyacaklarmış. “Sen 10 yılda bir taşınacak şekilde yap planlarını” diyorum, karşılıklı gülüyoruz…
HDP Eş Genel Başkanı Mithat Sancar’ın söyleşisi de altı partinin tutumuna ilişkin itirazları olmakla birlikte olumlu yaklaşım sergiliyordu. Millet İttifakı’na katılmak gibi bir beklentileri yoktu. Onların önemle üzerinde durdukları iki konu vardı. Geçiş sürecinin planlanmasına ve cumhurbaşkanı adayının belirlenmesine katılmak.
28 Şubat 1997’de tankları Sincan’da kim, neden yürüttü? 28 Şubat davasında yargılanan generallerin mahkemedeki savunma örgüsüne göre o gün tankların oradan geçişi tümüyle tesadüftü; herhangi bir siyasi mesaj kaygısı da kesinlikle yoktu. Bu zahiri görünüşe karşın, birincil tanık ve aktörler olarak Güven Erkaya ve İzzettin İyigün’ün 2001 ve 2004’ün baskısız siyasi atmosferinde verdikleri ifadelerin yansıttığı gerçekler karşısında, zekice olduğu sahiplerince varsayılan bu buluş, bence öyle olmamasının yanı sıra, toplumun aklına karşı yapılmış aleni bir “nezaketsizlik”.
Cipolla’nın aptallığa dair beş yasası belirli bir insanlık durumu içinde işlev görür. Bir şeyleri yaptığımızda da yapmadığımızda da başkalarıyla etkileşim içinde oluruz. Dolayısıyla hiçbir şey yapmazken bile başkalarını etkileriz. Sonuçta biz de karşımızdaki kişiler de bu etkileşim sayesinde kazanır ya da kaybeder. Ancak söz konusu kazanç ya da kaybı herkes kendi değerleri çerçevesinde tanımlar.