Arkadaşım Behçet Algan ve Olaf Scholz, Hamburg belediyesinde, Hamburg yerel siyasetinde birlikte çalışmışlar. Anlatılanlara göre Olaf Scholz, Hamburg belediye başkanlığı döneminde, gözü daha çok ulusal politikada olan bir insanmış. Zaten Behçet Algan da kendi hayatını konu alan “Duvarlara Sorun Beni” adlı biyografik kitapçıkta, yıllar öncesinden, Olaf Scholz’un başbakan olacağına dair bir öngörüde bulunmuş. Ki kitabın önsözünün yazarı Olaf Scholz.
Herkes Don’t Look Up, “Yukarı Bakma” filmini konuşuyor. Filmin adı Arap ülkelerinde yaygın olan bir atasözünü hatırlattı bana: “Çok yukarılara bakarsan boynun kırılır…” Bu daha çok hırslı, hayatta daha yüksek yerlere varmak için çabalayan insanları frenlemek amacıyla söylenen bir sözdür. Aslı bilinmemektedir ama despot rejimlerin ağır gölgesinde geliştirilmiş bir savunma mekanizması, bilgelik süsüyle kamufle edilmiş bir hayal kırma metodu olarak da yorumlanabilir.
Ötekileştirici deyimleri, tabii öncelikle kamusal alanda, ama hele bilim dilinde hiç kullanmamak durumundayız. Kasten yapanlar da var, bilinçsizce de. Geçenlerde Alper Görmüş, Ümit Özdağ’ın kerameti kendinden menkul bir saldırganlık örneğinden hareketle, “onlar” ile “bunlar” arasındaki farka dikkat çekti. Yakın zamanda Serbestiyet’te, çok daha yumuşak, ama gene de yanlış bir örneğine rastladım. Çok yaygın; o kadar ki, bir zamanlar İngilizcede insan karşılığı “man,” insanlık karşılığı “mankind” dememizi andırıyor, sözcüklere yüklenmiş toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri hakkında hiç durup düşünmeden.
Birebir bilinç aktarımı üzerinde çalışıyoruz. Bunu başarırsak tarihi araçsallaştırarak bilinç aktarımı yapmaya, biz ölsek de en azından “milli”, “kabilesel”, “ailevi” kimliklerimizin çocuklarımızda yaşayacak olma avuntusuna ihtiyaç duymayacağız. Bizzat kendi bilincimiz yaşamaya devam edecek. (…) Bu konudaki yazı dizimin son yazısı bu. Biliyorum insanlar hazır sorunlarla uğraşmayı daha çok tercih ederler. Bu anlattıklarıma biraz daha var. Yumurta kapıya dayanınca düşünürüz, her zamanki gibi.