Ekim Devrimi, 7 Kasım 1917 gecesi nasıl (ne kadar küçük ölçekte) başlamış olursa olsun, dalga dalga yayıldı ve milyonları kapsadı. Doğruluğu yanlışlığı bir yana, muazzam bir depremdi. Bütün bir çağı etkiledi. Dolayısıyla Nâzım Hikmet gerçek bir devrim gördü. Bizlerse 60’ların sonları ve 70’lerin başlarında sübjektif hayallerimizde yaşadık. Toplumdan kopuk, dünyadan habersiz çoluk çocuktuk. Koşullar sıfırken devrimcilik oynadık.
İnsanın yitirdiği bir yakınını hatırlamak, onu “öyle yaşatmak” için yaptığı, uygun gördüğü şeyler çok çeşitli. Lâkin “Ölmüşlerinin canına değsin” diyerek yudumladığın bir bardak su gibi hoş sayılan şeyler değil hepsi. Tuhafı, ürkütücüsü de yaygın… Ölümün hayata alınışı, işlenişiyle ilgili o “korkunç kuyumculuk” tarihin en kapsamlı galerilerinden. Fikrimce “Ölüm sonrası fotoğrafçılığı (Post-mortem photography)” yakın tarihin en uç örneklerinden.
"Schmaltz,” Eskenazi dili olarak da bilinen Yiddişte ve oradan New York Yahudi argosunda (tavuğun yağı gibi daha maddî anlamlarının yanı sıra) cıvık duygusal, santimantal demektir. Daha bir İngiliz İngilizcesindeki “corn” ve “corny” (aşırı romantik, basmakalıp, bayağı) sözcüklerine karşılık gelir.
Kendimle epey zamandır beraberim, artık iyi biliyorum ki haklı veya haksız olmaktan, yanılıyor veya yanılmıyor olmaktan tamamen bağımsız olarak, acımasızca mantıklı ve tümüyle tutarlı bir şekilde davranan bir beynim var. Bence haksız değil haklı, yanılıyor değil yanılmıyor, ama böyle bir iddiayla herkesi gıcık etmenin anlamı yok; şu kadarını söyleyeyim: Bu beyin 1975 yazının sonunda artık marksist olduğumuza karar verdi ve kararını bana bildirdi.
Gazeteci Umur Talu 2008’de şöyle bir soru sormuştu: “Milliyetçi, ulusalcı, Atatürkçü, Kemalist, cumhuriyetçi, artık her neyse, kendilerini bu sıfatlarla beyan edebilenlerin, tam da o kimliklerle anılan kişileri (de), kurumları (da) hedef alması nedir? Daha uzak geçmişin kimi olayına da böyle mi bakmalıyız?” (Sabah, 27 Ocak 2008). Ben de cevaben “Evet, tabii öyle bakmalıyız” diye cevaplamıştım Talu’yu. Fakat katledilen aydınların yakınlarının böyle bakmaları kolay değildi. Zaman lazımdı ve zamanı geldiğinde onlar da öyle bakabildiler.