Düşünce tarihinin Yunanî köklerinin “Batılı” olarak takdimi (ki kurgunun ötesinde bir fantezi) aslında düşüncenin tamamıyla Batılı bir serüven olarak tasvirinden başka bir şey değil. Ve hazır lokma yemeye alışmış Doğulu aydın da tabii bu zokayı büyük bir iştahla yutuyor!
Örneğin iktidarı 'düşünce özgürlüğü' noktasından eleştirme iddiasındaki iki 'muhalif' yorumcu, düşünceleri ve yazıları nedeniyle tutuklanan Ahmet Altan’ın serbest bırakılmasından hoşlanmayan bir tavır içindeydi. Bir başka kanal ya da bir başka gazete köşesinde 'en muhalif' sunucu; Kılıçdaroğlu’nun bir meydan mitinginde hapisteki aydınları ayrımsız şekilde saymasını tepkiyle karşılıyordu.
Babacan ve Davutoğlu, sınırlar dâhilinde kaldıkları müddetçe “makbul muhalif” addediliyor. Lakin sınır ihlali yaptıklarında, mesela bütün kötülüklerin AK Parti ile başladığı söylemine itiraz ettiklerinde ve eski defterleri karıştırdıklarında anında topa tutuluyorlar. Bu muhalefet tavrı ahlaken de siyaseten de yanlış. Ahlaken yanlış, çünkü AK Parti’nin hataları geçmişteki hataları aklamaz. AK Parti’nin otoriterliği, geçmişteki otoriterliği meşrulaştırmaz. Siyaseten de yanlış, çünkü...
Tarihe bir not olması açısından dün İletişim Başkanlığımızla görüştüm. Bu yerli ve milli ödülü diğer hepsinden ayrıştıran kriter nedir diye… Hiçbir şekilde ödül alma ihtimali olmayan kişi ve kurumların ödüllendirilmesi imiş. Düşününce çok mantıklı… Küresel emperyalizm hep münafıklara ödül verdiğine göre, onların ödül vermediklerinin gerçek anlamda ödülü hak edenler olması makul değil midir?
İdlib’teki TSK konvoylarına saldırıları üstlenen Ensar Ebu Bekir Sıddık Seriyyesi adlı örgütün IŞİD ile bağlantılı olduğu düşünülüyor. Fakat en küçük eylemlerini bile kamuoyuna duyuran IŞİD bu eylemlerden hiç söz etmiyor. Keza üstlenme bildirilerindeki NATO vurgusu da dikkat çekici. “Bize karşı gerçekleştirilen en cihatçı saldırılarda bile NATO vurgusu yoktu” diyen askeri kaynaklar, saldırıların cihatçı eylemlerine benzemediği hususunda hemfikir.