Koşulların, bağlamın, çağın kendi değerleri ve akımlarının, zamanın ruhunun… mutlak surette belirleyici olamayacağını (olmaması gerektiğini) teorik açıdan savunmak başka. İnsanın kendi geçmişini adım adım gözden geçirip, nerede neyi yapmaması gerektiğini dürüstçe değerlendirmesi gene başka. İkincisi çok daha zor, felsefî bir “özgür irade” savunusuna kıyasla.
Türkiye’nin en büyük tatil köylerinde 4-5 bin yatak varmış. Yani sezonda, diyelim ki, 2 bin çalışan da orada yaşıyor. Sadece tüketim tarafında değil demek ki, üretim ve daha çok hizmet tarafında da devasa bir yaşantı silsilesi… Ama bu sefer görünmez olmayı başarabildikleri kadar “iyi” kabul edilen, çoğunluğu en görünür olmayı istedikleri çağda olanlar, yani gençler…
Yetişememek, işte bütün mesele… İnsanın son ana kadar pek bilemediği ölüm acısı, hayatı boyunca tüm gecikmişliklerin de sızısı, ağrısı esasında. Yaptıklarından değil yapamadıklarından duyduğu pişmanlıklarına kesilen cezanın infazı. Jack London Martin Eden’ın ağzından son nefesinde “Bu acı ölüm değil, hayattı acıtan” diyor ya, işte ondan.
El Salvador Başkanı Nayib Bukele, Bitcoin meraklısı, Türkiye ziyaretinde Cem Yılmaz’ın GORA filmine atıf yapacak kadar sosyal medyayı aktif kullanan genç bir siyasetçi. Bukele aynı zamanda kendi tanımıyla “dünyanın en cool diktatörü”, askerle meclisi basan, muhaliflere baskı kuran bir otokrat. Bukele’nin girişimcilikten başkanlığa uzanan hikayesi, demokrat bir zihniyetin yokluğunda genç olmanın, yazılım öğrenmenin, mizahın “yeni siyaset” için yetersiz kalacağını gözler önüne seriyor. Çünkü bu kozmetik “yeni siyaset” sadece eski yozlaşmış siyaseti meşrulaştırmaya ve “cool” kılmaya yarıyor.
Günümüzün dünyasına anlam vermek gerçekten de mümkün değil. Niye böyle olduğunu anlamak mümkün, ama bunu anlamlı, normal, kaçınılmaz bulmak mümkün değil. Sekiz değil seksen milyar insanı bile besleyebilecek bir dünyada, milyonlarca insanın açlıktan ölmesi nasıl normal olabilir?