Modernite ile emperyalizmi ayırdetmek niçin zorlaşıyor? Özellikle “hiçbir şey almayalım”cı muhafazakârların, kültürel değişimi hemen sırf şiddete ve sömürgeciliğe bağlayarak “dış”tan geleni toptan kötüleyip reddetmesinin zemini nasıl doğuyor?
Geçmişten bugüne birçok misal vermek mümkün, ancak bilhassa son günlerde Kürtlere yönelik ırkçı saldırganlık vites yükseltmiş durumda. Sadece son bir hafta içinde Afyon’da, Konya’da ve Ankara’da Kürtler, ırkçı saldırılara maruz kaldılar. Her bir saldırıda görünen sebep farklı; olayların altında yatanın Afyon’da berber sırası, Konya’da araziye hayvan girmesi ve Ankara’da hayvan kesimi olduğu belirtiliyor.
İnsanlığın en zinde, enerjik ve üstün örnekleri şu anda Tokyo’da bir arada. Kalan biz dünyalılar ise evlerimizden onların başarılarına ortak oluyoruz. Bu arada 2032 Olimpiyatları’nın da Avustralya’da, yani buralarda yapılacağı müjdesini aldık. Kocaman ülke! Brisbane neredeyse bin 500 kilometre uzaklıkta ancak olimpiyatlar için gidilir yine de...
Ayrımcılık ya da daha vahim boyutuyla ırkçılık Suriyelilerin gelmesiyle ortaya çıkan yeni bir olgu değil Türkiye’de. Başka birçok ülkede de olduğu gibi. Aslında Suriyeliler gelince eski "ötekilerin" yükleri belki görece hafiflemiş durumda (Kürtler hariç). Çünkü Suriyeliler birçok bakımdan daha ucuz maliyetli, daha elverişli günah keçisi. Halbuki daha vicdanlı bir bakış açısıyla bakılabilir Suriyeliler olgusuna. 12 eylül sonrasında Suriye’ye kaçan binlerce Türkiyeli gence kucak açmıştı Suriyeliler.
Luanda’da hava sıcak, hayat boğucu, gelecekle ilgili umut taşımak zor. Herhangi bir işi acele yapmaya, hatta yapmaya bile, gerek yok gibi görünüyor. Hayatın, bulunabilirse, tadını çıkarmak gerek. Islık çalarak gölgelik yerlerde dolaşmak, damla damla da olsa akan bir suyun altına girip serinlemek, bulunca bir kap yemek yemek, çatılarda rap söylemek, klimalı bir yerde uzaklaştıkça güzelleşen anıları düşünmek, klimanın değil de denizin esintisine kendilerini bıraktıkları rüyalara dalmak...