Demokrasi Türkiye tecrübesinde ne sanıldığı gibi -ya da sanıldığı ölçüde- bir ithal üründür ne de egemen emperyal rejimlerin dayatmasıyla zoraki kabul edilen bir rejimdir. “Batı hayranlığıyla” yapılan bir taklitten de ibaret değildir. Çok gerçek ve kendi iç dinamiklerinin zorlamalarının yarattığı bir arayışın ürünü olabilir.
On binlerce Şililinin hep birlikte söylediği o senfonik marşı görünce… O yılların, o şarkıların güftesi bana hayli uzak gelse de nağmesinin, tüyleri diken eden melodisinin yakınımda, içimde bir yerlerde olduğunu yine fark ettim. Ya basta yani; yeter gari, yetti artık!
Hiper-milliyetçiliği, “millî dâvâ”sı, narsistliği, performansçılığı, demagogluğu, kişi kültüne yatkınlığı, militarizmi, orduyla ve kiliseyle kurduğu oportünist ilişki, devleti çeteleştirmesi, taraftarlarının bağnazlığı ve fanatizmiyle Donald Trump ve Trumpçılık, 1930’lar Faşizmi ve Nazizminin pek çok temel özelliğini şahsında ve kitlesinde barındırıyor.
Ekonomik krizi, kurun yükselmesini dış güçlerin oyunu diye açıklayanlar, Türkiye’yi ekonomik olarak çökertmekle tehdit etmiş bir adamı neredeyse milli ve yerli ABD başkanı olarak savunuyor. Ülkenin Cumhurbaşkanı’na “aptal olma” diye mektup yazmış, ülkenin Cumhurbaşkanı’nın yanında YPG komutanıyla görüşmesini anlatmış, silah pazarlıklarını kameralar önünde yapan birini, en azından dürüst diye bağırlarına basıyorlar.
Doğru, herkes bir teatraldi o günlerde, hayatın tekdüzeliği ile ters orantılıydı yorumlar hep. Gizli gizli ümit beslenir, fısıldansa bile teatral konuşulurdu. Onların arasında Timur Selçuk’un teatralliği bazılarımıza pek hoş gelirdi.